İklim değişikliğini, yani küresel ısınmayı dert etmeyi veya tartışmayı, bu yönde harekete geçmeyi ve küçük de olsa bir şeyleri değiştirme çabasını, toplum olarak gündemimize almama noktasında ısrarcıyız.
Yaşanan aşırı hava olayları, gündelik hayatta dair hissettiğimiz iklimsel değişiklikler ve dengesizlikler ve bunların da ötesinde felaketler…
Anlaşılan o ki henüz bunlar bir iklim politikası geliştirmeye yönelik değil toplumsal, küçük çaplı kesimlerin bile algısını açabilmiş değil.
Fakat bu süreçte Mağusalı gençlerin ve Biyologlar Derneği’nin hakkını vermek lazım.
Geçtiğimiz hafta Biyologlar Derneği, kimsenin üzerinde durmak istemediği, kafa patlatmadığı ve harekete geçmeye niyeti olmadığı iklim değişikliğiyle ilgili hem farkındalık yaratmak hem de konunun tartışılması için bir konferans gerçekleştirdi.
Mağusalı gençler ise yaklaşık iki aydır sonuncusunu Lefkoşa’da Meclis önünde yaptıkları eylemlerle iklim değişikliğine yönelik adımlar atılmasıyla ilgili anlamlı eylemler yapmaktalar. Z kuşağı bireyleri artık yaşanabilir bir gelecek olmadığı için hemen harekete geçme çağrısı yapıyorlar ve bu çağrıyı hayatlarında da yerine getirmeye çalışıyorlar.
Kendileriyle yaptığımız söyleşilerde şöyle diyorlar:
Can Kaptanoğlu: “Fosil yakıtlarla dönen sistemin yıkılması gerek. Yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmemiz lazım. Fosil yakıtlardan kurtulmalıyız.”
Aysel Erkanlı: “Bu ülkeden başlayarak bir değişim başlamalı. Bireysel değil toplumsal ve hatta küresel çıkarları savunmalıyız. Yılın çoğu ayında güneş olan bir ülkede bu şekilde enerji tüketmemiz tamamen bir saçmalık”
Fatma Dalokay: “İnsanların bu konuda bilinçlenmesi lazım. Devletin de bu konuda harekete geçmesi lazım.”
Simge Oy: “Bence ülkemizde artık bir değişim olması gerekiyor. Zaman geçtikçe her şey daha zor hale geliyor. Artık harekete geçmemiz gerek. Eğer böyle devam edersek bence gelecek çok kötü olacak.”
https://www.spreaker.com/user/gazeddapod/iklim-icin-harekete-gecme-zamani
______
Umarım bu yönde bu çabalar ve eylemlilikler devam eder. Çünkü ciddi bir kamusal algı yaratılmadığı ve harekete geçilmediği sürece az veya çok yokoluş sürecinin bir parçası olmaya devam edeceğiz.
Genellikle iklim meselesini konuşmaya çalıştığımızda, “ama Kıbrıs küçük yer, bizim nüfusumuz az, değişim gerçekleştirsek ne olacak” gibi cevaplarla karşılaşıyoruz. Bu tarz cevaplar en basit ifade ile yüzleşmekten kaçınma, hakikati kabullenememe ve kolaycılığa alışma olarak nitelendirebiliriz. Tüketim odaklı yaşamlar sürdürdüğümüz bir toplumda, değişim ve dönüşüm süreçleri de her zaman geç, güç ve yavaş ilerler. Fakat artık öyle bir zamandan geçmekteyiz ki, geç ifadesini kaldırabilecek ve “doğru zamanı” bekleyebilecek bir dünya yok. “Ne yapabiliriz ki?” diye sorup da kolaya kaçınmayın, “ne yapmalıyız peki?” diye sorup harekete geçmeliyiz. Sadece bu sorunun bile birkaç cevabı hazır bile.
İklim politikasına ihtiyaç var
Biyologlar Derneği’nin düzenlediği panelde konuşmacı idi. Ertesi gün kendisiyle görüştük. Kısa bir de podcast programı yaptık. Algedik dışarıdan bakan bir göz olarak, Kıbrıs’ın kuzeyi ile ilgili pek çok önemli tespit ve öneride bulunuyor.
Mesela, narenciye ihracatının karşılığında bir o kadar çimento alındığını ifade ediyor Algedik.
Yani sattığımız nareciye ürününü ile dönüp beton dikmek için çimento satın alıyoruz. Diktiğimiz betonlar ise bu ülkenin ekolojisini yok ediyor, yaşam alanlarını daraltıyor.
İklim politikasının aslında bu kadar basit olduğunun altını çizen Algedik, “100 milyon dolarlık ihracatın yarısı inşaat malzemelerine gidiyor, bir o kadarı da taşıtlara gidiyor. Bunun üç-dört katını ise dönüyorsunuz fosil yakıtlara veriyorsunuz. 300 bin nüfuslu bir ada yarısında 204 bin araç olursa otomatik olarak dünya bunu kaldıramaz. Bütün dünya Kıbrıslılar gibi yaşarsa, dünya bunu kaldıramaz. Kıbrıslılar dünyadan daha kötü durumda” diyor adeta yüzümüze vururcasına.
“Taş ocaklarıyla Kıbrıs intihar ediyor”
Algedik ile taş ocaklarını da konuşuyoruz. “Taş ocaklarıyla Kıbrıs intihar ediyor” diyor. O intiharı her gün görüyoruz, yaşıyoruz. Gözlerimizin önünde katlediliyor dağlar. Villalarda ve şaşalı evlerde otururken de “ah vah” çekiyoruz çoğu zaman. Ama hiç gerçekten “bu kadara da ihtiyacımız var mı” diye sormuyoruz?
Algedik taş ocaklarının yarattığı yıkımın sadece bir kısmını anlatıyor: “Taş ocaklarının bulunduğu bölgeler yer altı sularının beslendiği bölgelerdir. Siz o bölgeleri parçalarsanız, siz yer altı sularına da zarar vermiş olursunuz. Bunun maliyeti yer altı sularını kaybedilmesi ve dışarıdan suya bağımlı olması demek”
Bilimsel kıstaslara bakılmalı
İklim değişikliğini durdurmak için bilimsel kıstaslara bakmak lazım. Öyle çok ağır veya anlaşılmaz cümleler de kurmaya gerek yok. Algedik anlatıyor: “Bilim diyor ki 2040’a kadar bütün bacaların ve egozlar kapamalısın. Fosil yakıtı azaltacaksın yani. Bu demektir ki yeni araba almayacaksın hatta var olanı da elden çıkartacaksın. Bunu yapmaya başlamadan alternatifini kimse düşünmüyor.” Yani kısaca araba kullanımını azaltmalı, çünkü anahtarı her çevirdiğimizde doğaya daha derin yaralar açmaktayız. Kıbrıs’ın kuzeyinde bulunan araçları uç uca dizdiğimiz zaman sıranın Lefkoşa’dan Kars’a kadar uzanabileceğini ifade ediyor Algedik… Hatta yolların uç uca tek şerit olarak birleştirildiği zaman Girne’den Barselona’ya kadar uzanabileceğini de ekliyor.
“Bunun hesabını yaptım ve dehşete düştüm” diyor.
Doğayı tahrip etmemenin bir yolu da tabii ki asfalt ve beton dökmemek.
Bir yandan her evde 2 belki de daha fazla arabayı azaltmaya çalışırken diğer yandan da toplu taşıma için talepkar olmak gerekiyor. Bir yandan küçük hayatlarımızı değiştirirken diğer yandan da tüm bir yaşamın akışını değiştirmek gerekiyor artık.
Enerji verimsiz
“Kıbrıs’taki en büyük sorun verimsizlik. Herkes her yere arabayla gitmek zorunda. Üniversiteler toplu taşıma kurmuş burada ama belediyeler kurmuyor. Ulaşımda enerji verimliliği sorunu var. Binalarda enerji verimliliği sorunu var” şeklinde konuşan Algedik önce enerji verimliliği diyor. “Politik mantık ve planlama şart. Bu işlerde önce enerji verimliği bunu planladıktan sonra da güneş enerjisini düşünmeye başlamalıyız.”
Bir otomobilin harcadığı enerjinin 4’de 1’ini toplu taşımada harcayabileceğimizi ifade eden Algedik, “Toplu taşıma şart. Bir damla fosil yakıt yakamadan insanların ulaşımını bisiklet ve yaya ulaşımıyla sağlayabilirsiniz. Bu üçünü sağladıktan sonra da büyük oranda enerji tasarrufu edilmiş olur zaten”
Kıbrıs’ın kuzeyinde 300 milyon tl fosil yakıt da harcandığını kaydeden Algedik, “Bu 300 milyon ile bir çok sorun çözebilirsiniz” diyor. Şu günlerde hükümetin sürekli kaynak bulmakta zorlandığı bir dönemde hele, işte size alternatif.
İklim krizi aynı zamanda sınıfsal da bir sorun
İklim değişimiyle mücadelenin sadece gündelik hayat veya enerji verimliliği ile değil, aynı zamanda sistemi de değiştirmekle ilgili olduğunu kaydeden Algedik, şöyle konuşuyor: İklim için kapitalizmle mücadele etme kapitalizmle mücadele için de ikim ile mücadele etmek lazım. Zamanımız kalmadı. Asıl mesele şu, bir gelecek yok artık. Bilim bunu söylüyor. Yeni kuşakların değil bizim de geleceğimiz yok. Şalterleri indirmeliyiz.”
İşte tam da bu anlatılanlardan sonra Kıbrıs için de tüm dünya için de Amman Planı’nı öneriyor Algedik, “Amman planını öneriyorum. Amman petrol yakmayalım, amman her yere arabayla gitmeyelim. Amman narenciyeyi çimentoyla değiştirmeyelim. Amman daha az tüketelim!”
Önder’e ekleyebileceğim bir nokta da “amman et tüketimini bırakalım” olabilir. Çünkü bugün pek çok bilimsel çalışma et tüketiminin ve dolayısıyla da üretiminin iklim krizine nasıl katkı sağladığını rakamlarla birlikte ortaya sermektedir. Aynı zamanda meselenin etik, politik ve ontolojik boyutları da vardır…
Sanırım artık en yaşamsal seçenek Amman Planı’nı hayata sokmak ve bunun için mücadele etmek.
Bir diğer değişle bir iklim politikasına ihtiyaç var. İçselleştirebileceğimiz ve hayatlarımıza uygulayabileceğimiz bir politikaya. Bugün dünyanın birçok sokağından bu yönde talepler ve acil müdahale çağrıları yükselmekte.
Aynı talepler ve çağrılar Kıbrıs’ın her iki yanından da gençler tarafından yükseltilmekte.
Lefkoşa’nın güneyinden de Mağusa’nın kuzeyinden de.
Mağusalı pırıl pırıl parlayan gözleriyle gençler ne yapmamız gerektiğini söylüyor, “harekete geçme zamanı, şimdi.”
Çünkü artık bir gelecek yok!
_____________
Son bir not…
İklim meselesi uzun uzun tartışması ve ciddi bir kamuoyu yaratılması gereken bir mesele.
Bunun aciliyetini anlayabilmek için BM’nin geçtiğimiz günlerde yayınladığı raporadan bazı alıntılar yapmakta fayda var.
İnsanlığın yerküreye verdiği zararın son 50 yılda arttığına dikkat çekilen BM raporuna göre bunun başlıca nedenleri 1970’den beri iki katına çıkan dünya nüfusu, dört kat büyüyen küresel ekonomi ve 10 kat büyüyen uluslararası ticaret. Kentleşen alanların 1992’den beri iki katına çıkması da etkenlerden biri.
Raporda öne çıkan ve doğanın ne derece tehdit altında olduğunun somut göstergesi olan bazı veriler şöyle:
- 1 milyondan fazla hayvan ve bitki türü yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.
- 1980-2000 yılları arasında 100 milyon hektarlık tropikal orman ağırlıklı olarak Güney Amerika’daki hayvan çiftlikleri ve Güneydoğu Asya’daki palm yağı üretimi nedeniyle yok oldu.
- 1700’deki sulak alanların sadece yüzde 13’ü 2000 yılına kadar varlığını koruyabildi.
- Günümüzde hayvan ve bitkilerin yüzde 25’i tehdit altında.
- Plastikten kaynakalanan çevre kirliliği 1980’e oranla 10 katına çıktı.
- Her yıl 300-400 milyon ton ağır metal ve eritici madde ve başka atıkları su kaynaklarımıza atıyoruz.
- 2014 yılında okyanusların sadece yüzde 3’ü BM baskısından özgürdü.
- Balıklar hiç olmadığı kadar tehdit altında. 2015’te balıkların yüzde 33’ü türlerini sürdüremeyecek ölçütte üredi.
- Doğal ekosistemler yüzde 47 oranında kan kaybetti.
- Vahşi hayvanların biyokütlesi (bir ekosistemde belirli bir zamanda yetişen canlı sayısı) yüzde 82 oranında düştü.
- Resiflerdeki mercanlar son 150 yılda yarıya indi.
Rapor aslında çok açık…
İnsanlık, kurduğu üretim ve tüketim ilişkileri doğa üzerinde müthiş korkunç bir yıkımı örgütlemekte. Ve artık o yıkımın insanlığı da yutmaya başladığı bir dönemden geçmekteyiz. Kısacası uygar insan doğayı da kendisini de yıkıma uğratandır diyebiliriz. Ve şimdi insanı da doğayı da kurtarmanın yolu, belki de ‘uygar’ olmaktan vazgeçmekten geçmekte.