Milliyetçilik, tohumlarını bu adaya attığından beri, milliyetçilikler arası bir yarışmanın içindeyiz. Önce Yunan milliyetçiliği adada bir siyasi dil oldu; bu dili 1920li yılların başında komünistler sınıfı öne sürerek yenmeyi denedi ama kısa süre sonra kendilerini Yunan milliyetçi dilinin içinde asimile olmuş buldu. Ardından, buna karşı olarak Türk milliyetçiliği siyasi alan içinde belirleyici oldu. Türk ve Yunan milliyetçileri, solcuları da sağcıları da kendine bağladı. Çatışmacı iki milliyetçi yaklaşım adanın geleceğinin belirlenmesinde, kan dökülmesine neden oldu.
Adanın bize bıraktığı mirasları yok sayamayız. Adadaki egemen Türk ve Yunan milliyetçiliğini görmezden gelmemiz mümkün değildir. Siyasi yapılanmanın kendini bu milliyetçilikler üzerinden var etmiş olması, onların saplantılı davranışlarının normalmiş gibi olduğu yanılgısını yaratıyor. Ancak zaman geçtikçe geleneksel anlamda Türk ve Yunan milliyetçilikleri ikileminin dışında da anlayışlar ortaya çıkmaya başladı. Yurtseverlik anlayışının sınırları kimi zaman yeşil hattın her tarafına yayıldı; kimi zamanda orta yere çekilen dikenli tellere takıldı. Ne olursa olsun geçmişe göre siyah ve beyaz olarak görülen Türk ve Yunan milliyetçilikleri arasındaki çatışma biçim değiştirdi.
Artık Kıbrıs adası üzerinde çatışan iki ana milli kimlikten söz etmiyoruz. Kendini Kıbrıslı görenler, Kıbrıslı Türk görenler, Türk görenler, Kıbrıslı Helen görenler ve Helen görenler, bunların kendi içindeki farklı nüansları ile birlikte adamızda artık milli kimlik bolluğunun içinde daha farklı siyasi davranış ve hareket biçimleri gözleniyor. Kendini çatışma hafızasını hatırlatmakla var edenden, adadaki barış içindeki dönemleri hatırlatmaya çalışan davranışları eş zamanlı olarak görüyoruz.
İşin özeti, milliyetçiliğin arzuladığı homojen toplumları yaratmak yerine düne göre çok daha heterojen ve çokluk içinde olan bir siyasi iklime sahibiz. Hiçbir düşünce farklı grupları birleştirecek veya kutuplaştıracak kadar etkili güce sahip değil.
Daha kaotik gibi duyulsa da, anlaşılamaz ve yönetilemez olan halimizin bir sonucu olarak siyasi ifade araçlarımızı çoğaltmaya duyduğumuz ihtiyaç da artıyor. Mesela bir grup insan için KKTC hükümet seçimleri anlam ifade etmezken, Cumhurbaşkanlığı seçimleri anlam ifade edebiliyor. Bir başkası için tüm seçimler aynı anlamda. Bir başkasına sorarsan, siyasi dilini Brexit üzerinden kurabiliyor olabilir.
İşte bu çokluk içinde 26 Mayıs’ta Avrupa Parlamento seçimlerine gidiyoruz. 2 Nisan kaydı olmayanların oy verebilmesi için son gün olarak duyuruldu. Bu seçimde siyasi iradesi ile kendi bölgesinde karar verici unsur olmasına saygı duyulmayan Kıbrıslı Türkler, Avrupa’nın geleceğini belirleyebilecek konularda irade sahibi olabilecek temsilcileri seçebilecek.
Ulusun ötesinde, parçası olduğu ama kapıdan içeri giremediği Avrupaya daha fazla dahil olabilme olasılığı yakalayacak. İşte bu seçime katılarak siyasi bir özne olduğunu, haklarına saygı duyduğunu, iradesini adanın ve Avrupa’nın tarafından kullanabileceğini gösterecek. Seçime katılarak, yıllardır sessizleştirilmiş siyasi varlığının sesini arttırılacak.
Bir ulusun öznesi olmak için, milliyetçi siyaset belirleyerek dışlayıcı bir tavır takınmaya gerek yoktur. Ancak bir ulusa özne olmak gibi bir kural da yoktur.
Kıbrıs’taki farklı ulus anlatılarının içinde gören veya hiçbirinde göremeyen; ancak, kolektif olarak adanın geleceğine dair karar oluşturarak, kendini var etme pratiğine girişenlerin siyasete sundukları farklı alternatifler, varoluşsal kaygılarımıza bulduğumuz çarelerin başında gelmektedir.