Az önce KIB-TEK Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Hüdaoğlu’nun görevden alındığı haberini okudum. KIB-TEK ile özelleştirme artık birbirini tamamlayan iki anlamda ele alınıyor. Bir sorun oldu mu, hemen özelleştirme tartışması başlıyor.
Benim aklıma özelleştirme deyince 6-7 yıl önce, Işık Kitabevi’nin düzenlediği kitap fuarındaki tartışma konularından biri olan “Kurumlarımız ve Biz” paneli geliyor.
Bireysel hafıza olayların en gereksiz detaylarını dahi taşıyarak insanı rahatsız eder. Bu yazıyı yazarken, ben de o rahatsızlık hissini taşıyorum.
Önce söylediklerini önemsediğim panelistlerin katkıları ışığında yapılan tartışmayı kabaca hatırlatmak ve bugün geldiğimiz noktayı ele almak istiyorum.
O gün konuşma yapanlar arasında Tuğrul İlter, Umut Bozkurt, Erdal Güryay, Fatma Güven Lisaniler vardı, paneldeki moderatörlüğü ise Tufan Erhürman yapıyordu. Tartışma sırasında DAİ-DAK özelleştirilmesi sürecinden, elektrikle ilgili konulara kadar ateşli bir biçimde CTP ve CTP içindeki özelleştirme tutumu eleştiriliyordu.
O gün tartışmayı yöneten Tufan Erhürman’ın bugün Başbakan olması bir arpa yolu gitmediğimiz anlamına mı yoksa kaderin bir cilvesi olarak mı yorumlanmalıdır bilemiyorum.
Ancak, o gün panel sırasında, EL-SEN’i özelleştirme konusunu çok iyi çalışmış bir örgüt olduğundan bahsedilmekte, ABD’de de bile elektriğin özelleştirilmesini engelleyen eyaletler olduğu vurgulanıyordu. AB’de Malta’ya enerji konusunda tanınan deregasyonlar ortaya konularak, özelleştirilen kurumların Kıbrıslı Türk toplumuna darbe vereceği anlatılıyordu. Eğer toplumsal varlığımızı korumak istiyorsak, özelleştirmelere karşı durmak gerektiği vurgulanıyordu.
Son derece ideolojik bir bakış açısıyla ele alınan politik duruşlar son zamanlarda dile getirilmiyor. Dile getirenler, ideolojik olarak saplantılı olduğu düşünülüyor.
Özelleştirmeye karşı olmak mali hesaplama denemeleri ile elektrik maliyetleri ile ilişki ortaya konuluyor. Oysa ne lehteki ne de aleyhteki ideolojik tutum ve mali hesaplama yöntemleri esas konuyu ortaya koyamıyor.
Parmağımın arkasında saklanmadan ifade etmeliyim. Benim elektrik konusunda takıldığım iki konu var.
- KIB-TEK hangi sebepten “bizim” , “halkın” kurumudur ?
- KIB-TEK kamusal bir iştirak olarak devam edebilmesi için “tekel” olarak kalmak zorunda mıdır?
Teker teker tartışalım:
KIB-TEK’e dair hassas olunması istenirken, esas sebep, bu kurumun “bizim” olduğudur. Ancak, KIB-TEK gerçekten bizim mi?
Ben bir türlü bundan emin olamıyorum.
Müşterisi olduğum bu kurum, tam olarak nasıl oluyor da bizim olabiliyor?
Partisinden bağımsız belli dönemlerde KIB-TEK’in başına geçenlerin, her ilçe örgütüne kota vererek istihdam yaparken yatırımdan geri kalması bir kurumu gerçekten “bizim” yapar mı?
Her bir kuruş fiyat artışının ücretinin vatandaş tarafından ödendiği, enerji arzı ile ilgili sorunlar yaşandığı bilinen ancak yatırım yapmakta geriye düşen yapılanmayı “bizim” yapar mı?
Bazen acı bir şaka gibi geliyor ama bu ülkede “kurumlarımızın” sürdürebilirlik sorunu yaşaması onları “bizim” yapıyor.
“Bizim” oldukları için, tek başına var olabilecek özellikler sergilemiyorlar. Dahil olduğumuz “sorunları çözme süreçleri” daha çok zararımıza oluyor.
Doğrusu, KIB-TEK’in “bizim” olabilmesi için KIB-TEK’e dair tüketicilerin yani “bizim” sözümüzün duyulmasına olanak sağlaması ile mümkündür. KIB-TEK tüketicelere yönetime katılma hakkı vermediği sürece, bizim olmayacak. Statüko korunduğu sürece KIB-TEK sadece atanan bürokratların olacak.
Tüketici olarak bu noktada esas tartışma konusu, elektrik üretiminde çalışanların refahını düşürmeden, arz güvenliğini sağlayarak fiyatları düşürebilecek bir yöntemin mümkün olup olmadığı üzerine olmalıdır.
Kabaca mevcut durumu yeniden düşündüğümde, şöyle bir durumla karşı karşıyayız:
Mevcut yapısı ile KIB-TEK tek başına fiyatları düşürme kabiliyetine sahip değil.
AKSA’ya verilen alım garantisi AKSA’yı avantajlı konuma sokuyor. Aslında, KIB-TEK tekel pozisyonunu korumanın bedelini alım garantisi ile ödüyor. Bu da son tüketici olan bizim verdiğimiz parayla oluyor. Başka bir deyişle “bizim” olduğunu iddia eden ama “bizim” olmak için sorumluluğunu yerine getirmeyen KIB-TEK, “bizden” aldığı parayla – yani “bizim” refahımızla – sürdürebilir yapısını tekel pozisyonunu korumak için kullanıyor.
Dürüst olursam, bu tercih benim aklıma bir türlü yatmıyor.
Evet, AKSA bir biçimde piyasaya girdi ve KIB-TEK AKSA’yı yok edecek, mesela AKSA’nın varlıklarını satın alabilecek mali güce sahip değil.
Geçtiğimiz yıllar içinde o veya bu sebeple yapılmayanlar nedeniyle AKSA aslında kökleşmeyi başardı.
AKSA’nın piyasadan çekilerek, tüm yatırımını hibe etmek gibi bir gündemi olmadığına göre, AKSA’nın mevcut durumuna göre adil bir pozisyon belirlemek gerekiyor.
Siyasi irade gerçekten yeni bir pozisyon yaratmak istiyorsa acaba alternatif bir adım atabilir mi?
Mesela, KIB-TEK’in sahip olduğu enerji dağıtım hatlarını kullanması için AKSA’nın KIBTEK’e kullanım bedeli ödeme şartı ile KIB-TEK’in tekel pozisyonunu sonlandırabilir mi?
Böylelikle AKSA’nın alım garantisi sona ererken, KIB-TEK fiyatlandırma konusunda rekabete girebilir.
Ancak AKSA müşteri edinmek istiyorsa, kullanıcılarıyla yeni sözleşmeler yapmak zorunda olmalıdır.
Böylelikle, KIB-TEK hem alım garantisinin yükünden kurtulur; hem de AKSA’dan alacağı altyapı kullanım bedeli ile yeni bir gelir kalemi sahibi olabilir.
Tüm bunlar olurken, enerji hatlarında alternatif enerji için de alan açılabilir.
Enerji satışında birden fazla şirketin çalışabileceği koşullarda, devlet yap – işlet – devret modeli ile solar enerji üretimi için şirketleri dahil edebilir ve temiz enerji kullanımı için de bir tesis yaraabilir.
Bu tesis, hem AKSA’ya hem de KIB-TEK’e enerji desteği vererek; fiyatların düşmesine yardımcı olabilir.
Türkiye’den kablo ile elektriğin gelme ihtimalinin ekonomik koşullardan ötürü yakın zamanda gerçekleşmeyeceği kesin. Hatta önümüzdeki 3 5 yılda da gerçekleşeceğine inanmıyorum.
Ancak güney ile olan enterkonnekte bağlantı ile alternatif enerji miktarını arttırmak ve enerjide arz güvenliğini sağlamak da daha fazla kolaylaşabilir.
Tüm bunlar olurken rekabet eden KIBTEK ile AKSA fiyatlarını azaltır, teknolojisini geliştirir, tekel pozisyonun maliyetini ortadan kalkarken anlamlı miktarda alternatif ve temiz enerji kaynakları etkin olarak kullanılabilir.
Elbette, biri kamunun olan; diğerinin de özelin iki şirket rekabet ederse, KIB-TEK kaybeder ve tasviye edilir gibi bir kaygıya sahip olabilirsiniz…
İşte o zaman KIB-TEK, bunun gerçekleşmemesi için kollarını sıvamalıdır.
KIB-TEK, AKSA’dan farkını kamunun yada özelin yönettiğinden dolayı değil, özel bir şirket gibi davranmadığını kanıtlayarak gösterebilir.
Tüketicilere, tükettiği ve ortağı olduğu kurumun geleceği hakkında söz hakkı veren, demokratik ve alternatif bir yapılanma ile AKSA’dan farkını gösterebilir.
TEKEL pozisyonunu koruyarak değil, gerçekten halka hizmet vererek yapabilir.
Topluma dönük projeler üretebilir.
Mesela, aynı fiyata aynı hizmeti almanıza rağmen, yaptığı karı, toplumun alt tabakaları ile paylaşan bir enerji üreticisi ile kazancını cebine atan bir enerji üreticisi arasında tercih yaparsanız hangisini tercih edersiniz?
Peki ya elektrik kesintisi sayılarında hali hazırda çoğunlukla AKSA terminalinde sorun yaşandığı biliniyorsa, gerçekten müşteriler AKSA’dan enerji satın almak ister mi?
Bir hotel, jeneratöre daha çok bağımlılığı tercih eder mi sizce ?
Böyle bir resim yaratılırsa, devlet de bu durumda denetleme görevini etkin bir biçimde yapabilir.
İlgili denetleyici kurum, rekabet içindeki üreticileri hesap vermeye zorlayabilir. Kaçak, yolsuzluk ve çıkarları için ortak varlığımızı sömürenlere karşı ortak bir mücadele gerçekleştirilebilir.
Kullanılan yakıt türünden, bacadaki filtreye kadar birçok konuda topluma dönük farklılıklar ortaya koyulabilir. Ekolojik sorumluluk alınır.
Ancak ve ancak tüketicinin sözünün geçtiği, toplum yararına çalışan bir KIB-TEK kurulursa, işte o zaman KIB-TEK bizim olur.
Onun dışında istediğiniz kadar kuruş hesabı yapın, dönüşüm demokratikleşme ile birlikte gelmezse kazanan üç beş bürokrat, birkaç hizmet sağlayıcı ve onların etrafındakiler olur…