Bir yılı aşkın bir süre Kanal Sim için, Avrupa Parlamentosu’nun yayın organı olan EuroParlTV’den program çevirileri yaptım. Parlamentodaki farklı siyasi grupların temsilcilerinin katılımıyla gerçekleştirilen bu haftalık yayınlarda, çevre politikalarından tutun Avrupa’daki genç işsizliği sorununa, AB bütçesinin etkin kullanımından, mülteci meselesine kadar pek çok önemli konuda, AP’nin ne gibi inisiyatifler alabileceği, ne tür yasalar geçirmesi gerektiği tartışıldı.
Avrupa Birliği müktesebatının bir parçası olmasa da, bu kurumun temsil ettiği değerlerin takipçisi olma yönünde bir hedefi bulunan Kuzey Kıbrıs’ın, Avrupa’nın gündemini takip edebilmesi ve mevzuatla ilgili bilgi sahibi olması bakımından son derece önemli bir amaca hizmet ettiğini düşündüğüm bu projenin bir parçası olduğum süre boyunca, bahsettiğim televizyon programları bağlamında gözlemlediğim önemli bir unsur da, parlamentodaki milletvekillerinin, hangi ülkeden seçildiklerinin hiçbir şekilde ön plana çıkmaması, bir toplumun veya etnik kimliğin temsilcileri olarak sunulmamaları oldu.
Pogramlara katılan MEP’ler (Avrupa Parlamentosu Milletvekilleri) hiçbir surette seçildikleri ülkeyle beraber zikredilmeyip, üyesi bulundukları grubun (örneğin Sosyal Demokratlar, örneğin Yeşiller, örneğin Hristiyan Demokratlar…) titri ve siyasi pozisyonuyla oralarda bulunup, görüş bildirdiler.
Örneğin ikisi de Almanya listesinden seçilmiş olmalarına rağmen, Manfred Weber ile Ska Keller, parlamentoda el ele verip ‘Almanya’nın çıkarları(!) için mücadele etmediler, etmeyecekler.
Weber, Hristiyan Demokratlar’ın (EPP) temsilcisi olarak, Keller de Yeşiller Grubu’nun temsilcisi olarak ve hatta çoğu zaman da KARŞI saflarda, birbirlerine KARŞI mücadele ettiler ve edecekler.
Avrupa Parlamentosu’nda çok uzun yıllardır milletvekilliği yapan ve 2009 yılından bu yana Liberal Demokratlar’ın grup başkanlığını yürüten Guy Verhofstand’ın katıldığı sayısız program çevirisi yaptım.
Bu programlarda Verhofstand’ın Belçikalılığından bahsedildiğine hiç şahit olmadım. Üstelik adam sıradan bir Belçikalı da değil, Belçika’nın eski Başbakanı. Kimsenin çıkıp Verhofstand’a, ‘sen Belçika’nın çıkarlarını savunuyorsun ‘ dediğine de hiç denk gelmedim.
Bu tür prematüre yaklaşımlar, bizim gibi prematüre siyasi iklimlerin bir hastalığı sanırım.
Neyse, lafı uzatmayalım,..
Gündem, Niyazi Kızılyürek’in Avrupa Parlamentosu milletvekilliği adaylığı çerçevesinde yapılmakta olan temsiliyet tartışmaları olduğundan, Avrupa Parlamentosu’nda ‘temsiliyetin’ nasıl bir anlam taşıdığını daha doğru bir zeminde tartışabilmek adına, yukarıdaki bölümün aktarılmasını önemli buldum.
Milliyetçi geleneğin temsilcisi olan siyasi partilerin, Kızılyürek’in adaylığını ‘Rumluk/Türklük ya da KKTC/Kıbrıs Cumhuriyeti zemininde ele alıyor oluşu, anlaşılabilir bir durum. Bu partilerin siyaset yapma bağlamı, bu tür ayırımlar üzerinden şekilleniyor.
Ancak CTP ve TDP’nin, Kızılyürek’in adaylığı konusunda, sağ siyaset anlayışının zeminine hapsolması, anlaşılabilir olmadığı gibi, çok da üzücü ve ümit kırıcı.
Bu iki parti içerisinde, AP’nin işleyişiyle ilgili bilgi yoksunluğu olduğu su götürmez bir gerçek. Ama tek sorun ne yazık ki bu değil.
Denktaş geleneğinin devamı niteliğindeki bu statüko bağnazlığı, Kıbrıs sorunu ve ilintili konular bağlamında, sol partilerimizin de bir hastalığı haline geldi ne yazık ki.
Federal çözüm savunusu, sol partilerimiz için artık çoğunlukla bir sloganın ilerletilmesinden ibaret.
Çünkü ‘ayrıştırma değil, aksine birleştirme’ nosyonunu barındıran federalizmi savunup, aynı zamanda adanın iki yarısını ‘fikren’ birleştirme, yani bir anlamda birlikte hareket edebilme kapasitesini güçlendirme potansiyeli yüksek bir konuda bu denli statükocu yaklaşımlar sergileyerek, nihai hedef olarak koyduğunuz federal çözüm savununuzu, salt bir slogan mücadelesine indirgemiş oluyorsunuz, bunun ötesine geçemiyorsunuz.
UBP Genel Başkanı Tatar ya da YDP Genel Başkanı Arıklı’nın, ‘Kıbrıs Türk halkına hizmet etmediği bilinen Niyazi Kızılyürek’in, Kıbrıs’ta var olan gerçekleri değiştiremez’ demesi ile, CTP Genel Başkanı Erhürman ve TDP Genel Başkanı Özyiğit’in, ‘Kızılyürek iyi adamdır, hoş adamdır, donanımlı adamdır ama Kıbrıs Türk Halkı’nı temsil edemez’ demesi arasındaki tek fark, kullandıkları üslup. Sonuç itibarıyla herkes, Kızılyürek’in adaylığı konusunda hemfikir. Tümü de dönüp dolaşıp, ‘Kıbrıs Türk Halkı’nı ancak ve ancak yine Kıbrıslı Türkler’in seçtiği insanlar temsil edebilir ve bunun nasıl olacağı da KKTC yasalarında açıkça ifade edilmiştir’ noktasında ortaklaşıyor. Önceki gün izlediğim Meclis oturumunda yapılan konuşmalardan çıkan sonuç, bu!
Oysa seçilmesi durumunda Kızılyürek’in, Kıbrıslı Türk barış yanlılarının federal çözüm mücadelesini, Avrupa Birliği’nin en önemli organlarından biri olan Avrupa Parlamentosu’nda daha görünür kılacağı gerçeği, biraz da olsa desteği hak etmiyor mu?
Hafızalarımız geçmişi silmeye öyle bir teşne ki…
1998-2004 yılları arasında Avrupa Parlamentosu milletvekilliği yapan Türk kökenli Ozan Ceyhun’un, CTP ile ilişkilerini hatırlamak, tam da bu noktada önemli sanırım.
Referandum sürecinin ardından Avrupa Birliği çevrelerinde ‘lobi yapmanın’ oldukça revaçta olduğu yıllarda, AP’deki geçmiş tecrübeleri ve buradaki bağlantıları nedeniyle, kol kola çok yollar yürüdü Ceyhun ve CTP.
2007 yılında düzenlenen bir törenle, Ozan Ceyhun’a ‘CTP Onursal Üyeliği’ takdim edilirken yapılan konuşmalarda, aynen şu ifadeler kullanılıyordu;
“Bugüne kadarki ve bundan sonraki katkılarından dolayı Ceyhun’a onursal üyeliği layık gördük. Avrupa’da sesimizi duyurmada bizimle eylem birliği içinde olmasından memnuniyet duyuyoruz”!
Sonra işler bozuldu, CTP ile Ceyhun’un yolları ayrıldı, onursal üyelik iptal edildi, falan, filan…
Peki Almanya listesinden AP’ye seçilen bir Türkiyeli olan Ozan Ceyhun’la, ‘Avrupa’da sesimizi duyurması için’ bu denlı sıkı fıkı işbirliğine giren aynı CTP bugün, federasyon konusunda düzenlediği sayısız toplantıya konuşmacı olarak davet ettiği Niyazi Kızılyürek’in adaylığı için, ‘bizi temsil edemez’ diyebilmeyi, nasıl içine sindirebiliyor?
Kıbrıs’ta, deniz dalgalandıkça su yüzüne çıkıp çıkıp, sonra dinginlikle beraber, gerisin geri derinlere saklanan gerçek statükonun yeni turnusol kağıdıdır, Niyazi Kızılyürek’in AKEL listesinden Avrupa Parlamentosu milletvekilliğine adaylığı.
Bir yandan Federal Kıbrıs’ı hedefleyip, ‘toplumlar arası güven sorununu aşmak için her alanda işbirliğini yükseltmeliyiz’ deyip, diğer yandan KKTC’cilik oynayıp, önümüze çıkan bu ve benzeri yakınlaşma olanaklarını, ‘resmi tezlerimize aykırı sonuçlar üretir’ endişesiyle reddetmenin, hiçkimseye faydası yoktur.
Çözüm mücadelesinin, bu soğuk havalarda sokaklarda ateş yakıp etrafında toplaşmaktan çok daha fazlaşına ihtiyacı vardır.
Siyasi liderliklerinin içine hapsolduğu bu statükoyu üzerlerinden silkeleyip atabilmeleri için en büyük görev de, kuşku yok ki Cumhuriyetçi Türk Partisi ve Toplumcu Demokrasi Partisi tabanlarınındır.