Brecht’in şiirini bilirsiniz: Okumuş Bir İşçi Soruyor…
Yedi kapılı Teb şehrini kuran kim?
Kitaplar yalnız kralların adını yazar.
Yoksa kayaları taşıyan krallar mı?
Bir de Babil varmış boyuna yıkılan,
kim yapmış Babil’i her seferinde?
Yapı işçileri hangi evinde oturmuşlar
altınlar içinde yüzen Lima’nın?
Ne oldular dersin duvarcılar
Çin Seddi bitince?
Yüce Roma’da zafer anıtı ne kadar çok!
Kimlerdir acaba bu anıtları dikenler?
Sezar kimleri yendi de kazandı bu zaferleri?
Yok muydu saraylardan başka oturacak yer
dillere destan olmuş koca Bizans’ta?
Atlantik’te, o masallar ülkesinde bile,
boğulurken insanlar
uluyan denizde bir gece yarısı,
bağırıp imdat istedilerdi kölelerinden.
Hindistan’ı nasıl aldıydı tüysüz İskender?
Tek başına mı aldıydı orayı?
Nasıl yendiydi Galyalılar’ı Sezar?
E bir aşçı olsun yok muydu yanında?
İspanyalı Filip ağladı derler
batınca tekmil filosu.
Ondan başkası ağlamadı mı?
Yediyıl Savaşı’nı 2. Frederik kazanmış?
Yok muydu ondan başka kazanan?
Kitapların her sayfasında bir zafer yazılı.
Ama pişiren kim zafer aşını?
Her adımda fırt demiş fırlamış bir büyük adam.
ama ödeyen kimler harcanan paraları?
İşte bir sürü olay sana
Ve bir sürü soru.
***
Tarih boyunca firavunlar, tiranlar, diktatörler, toplumlarının kaderini avuçlarına almış güçlü komutanlar ve liderler isimlerini ölümsüzleştireceğine inandıkları büyük zaferler peşinde koşup, geride büyük ve yıkılmaz eserler bırakmak telaşına düştü hep… Baksanız her şey kavimleri, ulusları, dinleri ya da ülküleri içindi ama her biri kendi döneminde akıl sınırlarını zorlayan servetlere ve yapımları sırasında toplumlarının ödediği ağır bedellere malolmuş tüm bu eserler aslında birer kibir, narsisizm anıtı olarak yükseldiler… Hep daha büyüğü, hep daha yükseği, hep daha görkemlisi… Ta ki adını, şanını yüzlerce yıl hatırlatsın ulu liderin…
Tek tek isimlerini öğrenemiyor, ilgilenmiyor olsak da biliyoruz ki yüce liderin güç ve görkeminin alamet-i farikası olan tüm yapıtları yerden yükselten, işçilerin alın teri, kanı, canıydı. Devasa taş bloklar yükselirken, piramitlerin inşaatında kaç işçinin hayatını kaybettiğini bilemiyoruz. Ya da uzayıp giden Çin Seddinin harcına kaç işçinin kanının karıştığını… Sorsan hepimiz; dinlisi dinsizi, solcusu sağcısı, okumuşu cahili, istisnasız hepimiz “emek en yüce değerdir” deriz ağız alışkanlığıyla fakat gözümüzün önünde yükselen çok katlı binaların, otomobillerin yağ gibi kaydığı otobanların, köprülerin harcında kaç işçinin bedeninin karıldığına dair fikrimiz olmaz… Bazen yanık türkülerinin kulağımıza çalındığı, bazen bir köşede çömelmiş sigara tüttürdüğünü gördüğümüz “amelelerin” yanından geçerken bir kez olsun “kolay gelsin” demenin bile aklımıza gelmediği o inşaatlarda her çivinin hangi hınçla çakıldığını, her duvarın hangi hasretle örüldüğünü düşünmeyiz bile…
“İnşaatın 5. Katından düşen genç işçi yaşamını kaybetti”, “iş makinesine bedenini kaptıran işçi kurtarılamadı” haberleri, genellikle filanca şarkıcının bilmem kaçıncı sevgilisinden ayrıldığı haberlerinden çok sonra düşer gündemimize… O da bazen…
“İş kazası” diyerek geçtiğimiz “işçi cinayetleri” başta inşaat olmak üzere tüm sektörlerde yüzlerce, binlerce işçinin hayatını kaybetmesine neden oluyor ve biz bunu “ölmek bu işin fıtratında var” vicdansızlığıyla normalleştirerek hayatımıza devam ediyoruz…
Geride bıraktığımız Ağustos ayında Türkiye’de “saptanabilen” 180 işçi hayatını kaybetti… “Saptanabilen” diyorum çünkü biliyoruz ki kayıt dışı çalıştırılan ve kolunu bacağını, hayatını kaybetmesi hasıraltı edilen vak’a sayısı aslında bundan çok daha fazla…
Temmuz ayında 195, Haziran ayında 149, Mayıs ayında 166, Nisan ayında 177, Mart ayında 122, Şubat ayında 123, Ocak ayında 141 olmak üzere, 2018’in ilk 8 ayında tam 1290 işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti…
Son 5 yıla bakalım: 2013 yılında 1235, 2014 yılında 1886, 2015 yılında 1730, 2016 yılında 1970 ve 2017 yılında da tam 2006 işçi iş cinayetlerinde can verdi…
Bu “rakamlara” dönüşmüş insan hikayelerinin tamamına http://www.guvenlicalisma.org adresinden gün gün takip edebilirsiniz.
Çalışırken ölmenin de, işçi cinayetlerinin istatistiklerine de ulaşmak bu kadar kolay olduğu Türkiye’de işçiler can güvenliği ve insanca çalışma koşulları için seslerini yükselttiğinde beliren şaşkınlık ifadesi şaşırtıcı değil fakat… Mide bulandırıcı!
21.yüzyıl Türkiye’sinde, üstelik Haziran itibarıyla “her derde deva” bir Başkanlık rejimine “kavuşmuş” bir ülkede bakın son birkaç gündür her nasılsa sosyal medya aracılığıyla seslerini duyurabilmeyi başaran 3. Havalimanı işçileri neler talep ediyorlar… Gelin müteahhit işverene sundukları talep listesine bakalım:
– Eyleme katılan işçiler işten atılmasın.
– Habersiz şekilde işten atılanlar işe iade edilsin.
– Servis sorunu çözülsün.
– Yatakhane, lavabo, banyo temizlikleri düzenli olarak yapılsın, tahtakurusu sorunu çözülsün.
– Revir personelinin işçilerle ilgilenmesi, gerekli sağlık malzemelerinin temin edilmesi sağlansın, işçilere dönük aşağılayıcı muamele engellensin.
– Maaşların tamamı hesaba yatırılsın, elden maaş ödemesi yapılmasın.
– Geçmişe dönük ödenmeyen ücretler ödensin.
– İşçi ve formenler aynı yemekhanede yemek yiyebilsin.
– Sorunlara sebep olan İGA yetkilileri görevden alınsın
– Talepler basın karşısında okunsun.
– İş cinayetleri çözülsün.
– 6 aydır maaşları yatırılmayan işçilerin ödemeleri yapılsın.
– Bayram ikramiyesi verilsin.
– İşçilere iş kıyafetleri verilsin.
Dünyanın en büyük havalimanlarından birinin inşaatında çalışan işçilerin uyudukları yataklardan tahtakurularının temizlenmesi, 6 aydır alamadıkları maaşlarının verilmesi ve en önemlisi “ölmeden” çalışabilecekleri bir iş güvenliği ortamının sağlanması için mücadele vermek zorunda kalmaları yeterince utanç verici olmasa gerek; işçilerin hepimizi utandırması gereken taleplerle eyleme girişmelerinin arkasında “ihanet” arayanlar türedi bir de…
“Tam da Havaalanının açılmasına sayılı günler kala, nereden çıktı bu eylem?” korosu, canına tak etmiş işçilerin eylemlerinden her zamanki gibi bir “komplo” çıkarma telaşında.
Utanmazca bir şaşkınlık ve kızgınlık gösterisi ile işçilerin haklı taleplerini bastırmaya çalışanlar, 3. Havalimanının inşaatının başladığı günden bu yana çok sayıda işçi cinayetinin yaşandığını, işçilerin 4 yıldır birçok kez protesto ve iş bırakma eylemi yaptığını bilmiyormuş gibi davranıyorlar.
Oysa CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba 14 Şubat 2018’de 3. Havalimanı inşaatında 400 işçinin hayatını kaybettiğine dair Meclis araştırma komisyonu kurulması talebiyle soru önergesi vermişti. ( https://tr.sputniknews.com/turkiye/201802131032222600-3-havalimani-isci-olumleri-veli-agbaba/ ) Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, “Havalimanı inşaatında 400 değil fakat 27 işçinin hayatını kaybettiğini” açıklamış, araştırma komisyonu kurulması önerisi ise reddedilmişti. ( https://www.artigercek.com/haberler/bakanlik-3-havalimaninda-olen-isci-sayisini-acikladi )
DİSK’e bağlı Dev-Yapı İş ve Bağımsız İnşaat-İş sendikaları, 4 yıldır Havalimanı inşaatındaki çalışma koşullarına ve iş güvenliği konularına ilişkin çok sayıda eylem, basın açıklaması yapmıştı.
3.Havalimanında yaşananlar “herkesin bildiği sırlar” olarak yaygın medyada yer almasa da sınırlı sayıda özgür haber kaynaklarında, sendikaların ve iş güvenliğiyle ilgili sivil inisiyatiflerin web sitelerinde yer alıyordu.
Velhasıl-ı kelam, “Durup dururken…”, “Tam da Havalimanının açılmasına günler kala” gibi işçilerin haklı talepleri etrafında şüphe uyandırmaya dönük çıkışlar, bilgisizlikten olamayacağına göre ancak koyu, karanlık bir vicdan körleşmesinden kaynaklanıyor olabilir ki bu, 29 Ekim’de muhtemelen şatafatlı gösterilerle açılacak olan Havalimanının üzerine düşen kanlı gölgeyi silmeye yetmeyecek…
Her şeye rağmen “iyi niyetli” olduğuna inanabileceğimiz “Neden şimdi?” sorusunu soranların, “29 Ekim’de açılacağı ilan edilen Havalimanının inşaatının bitmesine sayılı günler kala, İnşaat firmasının işçileri aşırı zorlamış olabileceği, bitmeye yakın bir inşaatta iş ve işçi güvenliğini, maliyetlerden kısmak adına 1 ay için çalışanlarına karşı yükümlülüklerini savsaklamış olabileceğini” düşünmelerinde yarar var… Ki buna rağmen işçilerin maaşlarının 6 aydır ödenmemiş olmasını, maaşların ödenen bölümünün de bir kısmının banka kanalıyla, geri kalanının elden verilmesinin en hafifinden “usulsüzlük” olduğunu ve sorgulanması gerektiğini her halde her vicdan sahibi teslim edecektir.
İşçileri tahtakurusundan, aylarca maaş alamamaktan dolayı iş bırakan bir firmanın, apar topar Havalimanına Bay Başkanın adının verilmesini önermesinin de neyin telaşı olabileceğini her halde herkes anlayabiliyordur. Bu çarpıtmaya balıklama atlayacak ve Havalimanının adı üzerinden işçilerin haklı taleplerinin gündemden düşmesine aracılık edecek isim tartışmasına hazır “zinde kuvvetler” tetikte nitekim…
Kuzey ormanlarının tarumar edilerek açılan 3.5 milyon metrekarelik alanda 30 bin işçinin çalıştığı Havalimanı inşaatında yaşananlara yönelik alacağınız tutum, insanlığınızın, adalet anlayışınızın, vicdanınızın turnusol kağıdıdır aynı zamanda…