Dün, Kıbrıslıtürklerin 1960 yılında Kıbrıs adasının geleceğini belirleyen siyasi bir unsur olmaktan çıkarak, kendi iradesi ile kendi siyasi varlığının sona ermesine zemin sağlayan 15 Kasım 1983 tarihinde oy birliği ile alınan meclis kararıyla kurulduğu beyan edilen ancak karşılık bulmayan bir günün yıldönümüydü. 39 yıldır devam eden yalnızlaştırılma politikasının kararının verildiği gündür.
Kasım 83’den itibaren kendi kendini dahi tanıyamayan, kendi kendini var olamayan, savaş ganimeti üzerine kurulan siyasi, ekonomik ve ideolojik zeminin, dünyadan koparılarak dar bir çıkar grubunun mutlak hakimiyetinin ada yarısında tesis edildiği ilk gündür.
Muhtemelen 1983 yılında bu karara onay verenler, bu kararın temelinde adanın Taksim edilmesi fikri olduğunu bilmesine rağmen; kendilerinin bu derece hiçleşeceklerini dahi öngörememişlerdir. Adalılar, aynı dil ailesine sahip olmak gibi bir ortak zeminden başka birçok konuda farklı deneyim ve anlayışa sahip adalılar ile anakaralıların “Gelen Türk Giden Türk” politikasının sonucunda anlamsız bir azınlığı temsil edeceklerini muhtemelen düşünmemiştir.
Adalıların siyasi seçkinlerinin, deniz aşırı herhangi bir memur kadar değer görmediğini daha ilk Ankara ziyaretinde yaşamamışlar mıydı? Rivayete göre kktc kurucu başbakanı sıfatıyla Ankarayı ziyaret eden Mustafa Çağatay’ın, Ankara’da vali tarafından karşılanması üzerine uçaktan inmediği ve geri döndüğü söylenir. O günden bugüne ne mi değişti ? Artık kktc başbakanları vali yardımcısı tarafından karşılanıyor. 15 Kasımdan gurur duymak için bir başka sebep de bu olsa gerek.
Bugün bile olan bitene bakıp, o günü gurur olarak görenlerin gerçeklik algısı muhtemelen isimlerine kayıtlı tapu kayıtları, ödenekler ve işledikleri günahlar ile ölçülebilir.
Öyle ki, yaşadığımız sorunlar gün geçtikçe derinleşirken, mecliste tek taraflı bir biçimde bu koşullara uygun fikirleri destekleyenlerin ve bu durumu yaratanlar gelecek nesillere karşı işledikleri suçun yargılanması gündeme dair gelmemiştir. Oysa ki, yargı en önemli kale değil miydi? Bu ve bunun gibi Kıbrıslıtürk toplumuna kktc ilanı ile başlayan ve devam eden onlarca hesabı görülmemiş suçun arkasına ne kadar saklanılacak ? Adayı yurt bilenlerin göç ediyor olmasına gözyaşı dökenlerin “yok oluyoruz” edebiyatını bir kenara bırakıp, samimiyetle irade talebinin kavgası vermesi, Kıbrıslıtürk toplumunun adanın geleceğini belirleyebilecek bir özne olup olmadığının da turnusal kağıdı değil midir?
1983 yılında kktc’nin ilanı kararını alan partiler ve onların mirasçıları hala daha siyasi alanda önemli bir alanı oluşturmaktadır.
O gün karar alan partilerin dışında kalan ve bugün var olan partilerin de büyük bir bölümü, kktc’nin kuruluşu ve onun yarattığı sonuçlara dair samimi bir biçimde yüzleşebilmiş değiller.
İşlerine geldiğinde Türk dış politikasının ulvi amaçlarına saklanır, o tutmazsa Kıbrıslı Rumların tutumunun sonucu deyip işin içinden sıyrılarak kktc’ye sarılmakta bir sorun görmez.
Ancak mensubu olduğu toplumun öncelik, çıkar ve ihtiyaçları asla ve asla gündeme gelmez. Öyle ki, 39 senede kktc dışı bir siyasi alanı talep edilememiş, yeni bir yapılanmaya dönük irade gösterilmemiştir.
Onun yerine kktc’nin sunduğu araçlar ile çözüm sunacakları varsayımı ile hareket edilmiş, bürokratik muhafazakarlık içinde şişen egolar, Kıbrıslıtürklerin Kıbrıs adasının ortak geleceğinde belirleyici bir irade olmakta başarısız oldu.
39 yıllık başarısızlıklar silsilesinin kuruluşunu kutlayanların, 39 yıl boyunca bir hiç haline gelmekten gurur duyanların, çağ dışı bir ideolojinin bürokratik karşılığı olan kktc’ye çıkarları nedeniyle sadakat yenileyenlerin, gelecek nesillere karşı suç işleyenlerin cezasızlıkla mükafatlandırıldığı günün mağdurları hepimize geçmiş olsun.