Her şey Türk lirasının hızla değer kaybetmesi ve ardından faiz artışı kararının verilmesi ile başladı. Bankalardan ev, araba ya da ihtiyaç için kredi çekenler bir anda inanılmaz bir şok yaşadı. Türk lirasının resmi para birimi olmasından dolayı; KKTC Merkez Bankasının reeskont faiz oranını, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası kararına uygun olarak düzenledi.
1 Haziran 2013 tarihinde KKTC Merkez Bankasının özel bankalara sunduğu ticari kredilerde oran 11%, sanayi, turizm, tarım, ihracat, esnaf kredilerinde %7 olarak belirlenmişti. Bu rakamlar 2018 Haziran ayında ticari kredilerde %17,5 seviyesine geldi. Eylül ayında ise %23,75’e ulaştı. Sanayi, turizm, tarım ve eğitim sektörlerinde bu oran ise önce %14,5’e ardından da %20,75’e ulaştı.
Anlayacağınız merkez bankasından kredi alan özel bankaların alacağı borca karşı uygulayacağı faiz ticari kredilerde neredeyse 2 kat, diğer kredi biçimleri de 3 kat daha maliyetli oldu. Ticari bankalar da doğal olarak artan maliyeti müşterilerine aktardı ve müşterilerinin daha yüksek faiz yüküyle baş başa bıraktı. Aynı durum kooperatif niteliğindeki bankalarda da tekrarlandı.
Bu gelişmelerin ardından birçok kişi son 3 yıl içinde ödediği kredi borcunun bir anda buharlaştığını gördü. Bir kısmı mülklerini yeniden satılığa çıkarırken, bazıları daha uzun yıllar borç sarmalının içinde yaşamaya razı olmak durumunda kaldı.
Kazanın bankalar olacağı mevcut kapitalist ekonomik ilişkiler içerisinde bu kaçınılamaz bir son olarak görülebilir. Ancak, kapitalist koşullar altında bankalar aynı davranışı sergilemek zorunda mıdır? Yoksa başka bir dünya mümkün derken; finansal aracı kurumların başında gelen bankaları bu başka dünyaya hiç mi dahil etmeyeceğiz?
Konuyu Kıbrıs’a dair duruma bağlamadan önce bu konuyu açmakta yarar vardır. Doğrusunu isterseniz; adına banka dediğimiz ama daha geniş ölçekte nakit akışı sağlamaktan sorumlu finansal aracı kurumların tümünü ortadan kaldırarak; refah yaratılacak bir modeli ben tahayyül etmekte zorlanıyorum. Çünkü finansal aracı kurumlar; metanın değer biçimini para halinde tuttuğumuz andan itibaren metaların karşılığını sağlayan alternatifleri bulana kadar değişim değerini koruyarak saklayabileceğimiz bir alan sağlamaktadır. Bunu bin yıl önce Templer Şövalyeleri yapıyordu, şimdi ise bankalar.
Bankacılıkla ilgili işlemlerin düzenlenmesi, finansal risklerin toplumsal maliyete dönüşmemesinin sağlanması gibi konulara yönelik fikirlerim olsa da; bankasız bir dünya, mali değiş tokuş ilişkisinin para dışı bir biçimde gerçekleştirilmesi üzerinden kurulacak bir geleceği tahayyül etmek oldukça zor. Öyle ki, çağımız teknolojisinde bitcoin olarak bilinen sanal para birimlerinde de yine benzeri anlayış ortaya çıkmaktadır.
Değiş tokuş ilişkisini üretim sürecinde gereken emek-değeri üzerinden hesaplasak bile, emek değerinin depolanacağı meta ve bunun artı değerinin birikeceği bir ilişki biçiminin yaratılması yeniden bir aracıya ihtiyaç duyacaktır. Bu durumda da adına başka bir şey diyeceğimiz ama banka vazifesi gören yeni bir yapılanma ortaya çıkacaktır.
Diyeceğim o ki; insan aklının geldiği bu ilişkiler ağında ekonomik ilişkiler üzerine konuşurken finansal aracıları ortadan kaldırmak mümkün olmayacaktır. Bugün banka biçiminde karşımıza çıkan aracılar farklı sosyolojik ilişkilerde başka isimlerle ancak benzer görevlerle karşımıza çıkacaktır. Mevcut sosyo-politik ilişkilerimizin devam edeceği bir yapıda ise mevcut finansal aracı mekanizması ile çalışacağız. Bu durumda bu finansal aracı mekanizmasının ilişki kurma biçimlerini çeşitlendirmek son derece önemlidir. Bu bağlamda; sendika kooperatif bankaları bir alternatif oluşturma potansiyeline sahiptir.
Esas olan bu potansiyelin nasıl ortaya çıkarılacağı sorusudur. Aynı zamanda bu potansiyelin ortaya çıkmasında nasıl engeller olduğunu açıkça ortaya konulmalıdır. Sendika kooperatif bankalarında şu anda ne oluyor; alternatif oluşturma potansiyelleri var mı ve nasıl bir alternatif üzerinden konuşabileceğimizi ise önümüzdeki yazılarda aktaracağım.