2022 yılının Nisan ayında kitap günlerinde denk gelinen bir sohbet, sohbette konu olan bir hayat ve o hayata dair yazılacak bir kitap, o kitap düşüncesinin tiyatro oyunu metnine dönüşmesi ve gelinen son nokta 2025 Şubatında izlenilen bir oyun: Yarım Canlar Destanı!
Oyuna dair haberler, metnin nasıl oyunlaştığına dair anlatılar, fotoğraflar, yorumlar ve oluşturulan bir arşiv daha tarihimize.
Tarihimiz demişken oyun Kıbrıs’ı ve Kıbrıslıyı anlatırken sadece Kıbrıs’ın tarihine değil dünya tarihine de dokunuyor. Zaman, sadece sahne ortasına değil zihnimize de çiziliyor; ister Romen rakamlarıyla olsun ister olmasın.

Bir kişinin hayatı değil sadece sahnede anlatılan, adanın neredeyse her yerlisinin yaşadığı, duyduğu, tanık olduğu, bildiği, gördüğü olaylar zinciri halka halka oluşturuluyor beynimizde bir kez daha yeniden.
İzel Seylani, iyi ki “yaz be abi” demiş Derman Atik’e. Neriman Cahit, iyi ki “yazın be çocuklar” diye öğütlemiş hepimize de dinliyoruz onun bu sözlerini. Derman Atik de yazmış tarihi kendi gözünce.
Bir hayat, bir kitap derken bir oyun metni çıktı sahneye. Yönetmeni ve oyun metni haline getiren Burçhan Göze. Kendisiyle ismen tanışıklığımız Pygmalion Bir Demokrasi Müzikali’ne denk gelir. Hani bazı insanların daha farklı bir renge, başka bir tona sahip olduğunu sezersiniz ya; işte Burçhan Göze’nin kalemi de öyle. Yazdığı oyunlar izlenilmeyi hak ediyor, önce bilgi sahibi olmayı seçme özelliği ise en takdir ettiğim yönlerinden biri. Girne Tiyatro Su ekibinin her oyunu izlenmeyi hak ediyor çünkü başka bir havası var ekibin, bunca zaman takip ettiğim ve kazandığım tek değişmeyen izlenim bu. Bazı ekipler vardır, sanatın hangi dalıyla ilgili olursa olsun fark etmez, neredeyseler oraya gidilir. İşte karşımızda yine böyle bir ekip var ve sahnede bambaşka bir oyun yine.
Sahne sade, sahnede bir perde, beş kişiyi görmek mümkün sahnede ikisi silüet şekilde, peki ya sahnede görünmeyenler nerede?
Özge Günay Göze’nin gözünden dans kareografileri, Mehmet Saygıer’in ışık yönetimi, teknikte sorumlu kişiler, emeği geçenler ve seyirci. Reji asistanı Esel Fatma Tüney, sahne amiri ise Nurçin Tüney.
Ve oyun:

Cenk Gürçağ, Derman Atik, İlkşen Varoğlu Atik, Cemile Gürçağ ve İlde Atik sahnede!
Oyun; tarihi olarak sırasal, anlatım olarak şiirsel, sahip olduğu seslerden büyüsel, modern şekilde sahnelenmiş ve seyirciye sunulmuş; acılar karşısında sadece adadaki insanı değil dünyadaki insanı da anlatan evrensel bir oyun.
Tarihe ışık tutuşunu seveceksiniz, kendinizi Dermancığın yerine koyup üzüleceksiniz. Vurulan gazetecileri, sendikacıları yeniden anıp kahredecek, aynı dönemlerde dünyada yaşatılan her acıya yeniden tanıklık edecek ve zaman süzgecinizden bir daha kendinizi, bir daha dünyayı, bir daha adayı geçireceksiniz. Geriye ne kalacağı sizde gizli, o süzgeçten.
Yarım Canlar Destanı: Yarım sözcüğü beni tamamlayan bir kelime olmuştur hep, fakat şunu söyleyebilirim artık; yarım, hepimizi tamamlayan tek kelime. Fotoğrafları dahi yarımlık felsefesi üzerinden değerlendiren ben, bir kez daha tanık oluyorum her canın yarım kaldığına, bir gün kendisini tamamlayan kişileri alsa dahi yanına o en derinde yarım bırakılmışlığın izlerini taşır hep bağrında.

Derman, yarım can. Sade bir insan. Adada türlü türlü olaylar yaşanırken Derman doğmazdan önce, doğduktan sonra da adadaki türlü türlü olaylar anlatılırken üç ağızdan başka zamanlarda; “doydunuz mu” diye silüet bir ses yükselir perde ardında. Doydunuz mu satarken kızları Araplara?…..
Kıbrıs adası ve Kıbrıslı bu kadar iyi anlatılabilirdi ancak konuya bakarsak ve dünya da tabi aynı zamanda. Biraz adaya biraz dünyaya dokuna dokuna içinize işliyor oyun. Siz seslerin sihri altında uzaklaşırken zamandan, müziğe teslim ediyorsunuz kendinizi bir yerde farkına varmadan.
İnsanın birbirini sevmesi bu kadar zor mu cidden?
Ve insan, ruhunu doğduğu yerde bırakır mı gerçekten?
“Dermancık; çocucuk, küçücük, oyunlar oynar Kıbrıs’ta kendi başına” şarkısı dinlenirken yere çizilen saat 12’yi gösterdiğinde babasından yarım şişe konyak kalır, 2’de pirilli oynar, 9’da fakirliğinin gölgesinde oturur… Saat dere gibi akıp giderken kime göre olduğundan belirsiz, 12’de dereye düştü mü Derman dersiniz?
Saatler geçip giderken, o an o saat o oyun oynanırken, zamanın farklı bir döneminde gerçekleşen olaylar patlak verdi yine sahnede ve seyirci tanığı oldu her şeyin bir kerede. Bilmeyen bildi, duymayan duydu. Bu oyun, önceki sahneleme tekniklerine göre yoğundu.
Bozulan bir saat bu, hayatlar akıp geçti ya da bozulmuş hayatlar zamanın içinde yarım bırakıldı diye. Ne ara bu kadar saat geçti, ne saat büyüdük biz diye bakıp dururuz sahneye.

İnsan ölüleri, timsah gözyaşları, kanlı senaryolar dünyanın her yerinde.
Dermancık küçük, Dermancık bitirim, Dermancık ele avuca sığmaz diye anlatırlar sadece Derman’ı değil -sizi de-
Çünkü hiçbirimiz hâlâ anlayamayız insanın neyi paylaşamadığını dünya üstünde.
Zaman zaman hareketli, zaman zaman daha az hareketli anlatımı ile oyunun ne ara başlayıp ne ara bittiğini anlamayacağınız bu oyunda, birçok olaya onay verecek olmanızın nedeni size tarihi sunması yüzünden olacak, şarkı türkü ağıtlar yüreğinizi okşasa da içinizi hep yakacak fakat sesin büyüsü oyundan uzaklaşmanıza da engel olacak. Kareografi sizi başka adımlara taşıyıp, zaman yörüngesi sizi hep oyunda durduracak.

Hayatı en iyi müzik anlatır sözünü bir kez daha doğrularken yarım canı diğer tarafta bırakacak olma gerçeği ile yüzleşip hüzünlenecek birçoğu oyunda bu sözlerle yüzleşirken. Kapılar sertçe çalınacak yeniden. Hoşça kal denilecek doğulan şehre, köye, ülkeye…
Nefessiz kalınacak belki de yeniden insanlığımızın utancı ile.
Şarkılar bize hatırlatacak ki “utancı olmaz efendilerin.”
Ve soracağız “uyruğu olur mu savaştan kaçanların?”
“Siyah takım ceketli, devletçe yetkili” sözü kulaklarınızda bir başka çınlamışsa vardır elbet bir sebebi.
Acı – ayrılık – terk edilmiş… Yeni sınırlı vatan!
Memleket kadar uzak umutlar!!!
Ve soruyorlar sahneden bize bakarak; “tiyatro dediğin nedir ki?” Bir perde, bir kostüm ve madem yükseltide onlar, duyacağız her söyledikleri sözü beğensek de beğenmesek de! Duyuyoruz da çok güzel.
Ve buraya kadar okudunuz madem, kalem de şimdi benim elimdeyse, siz okuyucu da okuyacaksınız yazacaklarımı sevseniz de sevmeseniz de çünkü asıl şimdi yazıyorum diyeceklerimi oyuna nazaran ben de: Salona girmeden önce kapıda görevli olanları tanımadığımdan olacak garipçe sordum tiyatro oyunu değil mi diye. Salonda seyirci sayısına bakınca benzer bir soru aklımda “doğru oyuna mı geldim diye.” Ardından gelen seyirciler ile doğruladım sorumu kendimce. Yine de yeterli bulmadım fikrimce. Fakat aklıma hep Mehmet Kansu gelir ve rakama değil kaliteye odaklanırım. Dinleyicinin de izleyicinin de rakamsal olmayan bir önemi vardır.
“İsterse bir kişi dinlesin, isterse bir kişi izlesin ama kaliteli olsun o kişi.” Der büyüklerimiz ki onlar sanatın farklı alanlarında büyümüş kişilerdir zihince. Sonuç olarak kayda değer bu oyunun adanın farklı yerinde sahnelenecek olması adanın şansıdır. Kaldı ki sadece ada genelinde değil İtalya, Portekiz’de de oynanacaktır.
Zaman bulanıyor, “oysa sınırlar yok tek küre dünyada.”
Berlin’de yıkılan duvar. Tepemizde aynı güneş. Dışarıda bir dünya var.
Dışarıda gerçekten bir dünya var!
Yeniden doğduğu yere dönünce insan, küçülmüş geliyor ona yıllarca görmediği evi. Çünkü küçücük evlere sığdırmışlardı da hayatları, bazı hayatlar sığmamıştı bir haneye.
“Tarihi istediği gibi yazarlar” diye daha çok hayat yazmalı kendi gördüğü tarihi, okunsun diye.
“Ben Derman” der sahnedeki ses, “sade bir insan.” “Göçüp geldiğimiz gibi göçüp gideceğiz,” “sınırsız bir dünyada yaşarsak uğuldayan rüzgâr ile eşlik edeceğim” derken notlarıma tek eklediğim “sadece hüzündür gerisi” oldu.
Solistlerin seslerinin büyüsüne kapılıp, sözlerin derinliğine teslim olup kareografi eşliğinde derin bir kedere ister istemez bırakıyorsunuz kendinizi oyunu izlerken. Oyunun konusu mu, oyunculuk mu, teknik mi ışık mı dans mı, seyirci mi daha etkili seçemiyorsunuz.

Not: Fotoğraf desteği için Eylem Avcı Alnur’a teşekkürler.