Kıbrıs sorunu ile ilgili, Kıbrıslıtürklerin yaklaşımları konusunda Kıbrıslıtürk sağının geçen onca zamana kadar yeterli birikime sahip olamamış olması, seçim kazanmasına rağmen konuya vakıf olamaması anlaşılması zor bir konudur.
Tartışmasız, R. R. Denktaş, Kıbrıs müzakereleri ile ilgili pek çok konuda temel parametreleri ortaya koyan görüşmeleri gerçekleştirmiştir. İki bölgelilik, sarih çoğunluk vs.. gibi yaklaşımların temeli bu görüşmelerle Kıbrıs Sorunu bağlamında ilk kez onun öncülüğünde kayda geçmiştir.
Şu an 50 yıldır federasyon görüşülüyor diye şikayet eden Kıbrıs sağı, aslında şikayetçi oldukları 50 yılın 35 senesinin tapındıkları isim olan Denktaş’a ait olduğunu dair görmezden gelmektedirler. “Egemen eşitlik” diye Kıbrıs Sorunu çerçevesinde hukuki karşılığı olmayan bir iddiayı ortaya koyarken, meselenin daha özlü noktalarında yeterli bilgiye sahip olmadığına kanaat getireceğimiz bir liderin, pazarlık masasında yaratıcı öneri sunamayarak, Kıbrıslıtürklerin geleceğinin de, haklarının da başka bir devletin tahakkümü altına devredileceği görülmektedir. Durum o kadar vahimdir ki, ilhak kaygıları gündeme geldikçe, Kıbrıslıtürk lider Tatar, “ben Kıbrıs’ın kuzeyini ilhak ettirmem” diyecek cesarete sahip değildir. Bunun uluslararası olarak Türkiye’yi ne kadar müşkül bir pozisyona düşüreceğini de öngörebilir mi ondan dahi emin değilim.
Geçtiğimiz gün Tatar, Maraş’ın döküntüleri arasında TRT’nin İngilizce yayın yapan kanalı TRT World’e bir mülakat verdi. Bu mülakat, seçim süreci boyunca slogandan başka bir ifadesi bulunmayan Tatar’ın Kıbrıs Sorununa dair düşüncelerini ve bilgisini anlamak açısından önemli olduğunu düşünüyorum.
Mülakatın genel çerçevesi, Ersin Tatar’ın Kıbrıs Sorunu’ndan ne anladığına odaklansa da, ifadelerinde Kıbrıs Sorunu ile ilgili detaylara dair bilgilerde yeterli bilgiye sahip olmadığına dair ibareler mevcuttur.
Bu yazıda ise mülakatta ortaya koyduğu ifadeleri kendi siyasi geleneği ve uluslararası hukukta Kıbrıs sorunu çerçevesinde kabul edilen ilkeler etrafında ele alacağım.
“Maraşa dönüş”
Ersin Tatar ifadesinde “Kıbrıslı Rumlar gelip, mülklerinde kalabilir, işletmelerini çalıştırabilir ancak bu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti sınırlarında olmalıdır” şeklinde olmuştur.
Bu noktada ortaya temel olarak Kıbrıslırumların hangi statüde Kıbrıs’ın kuzeyinde ikamet edecekleri sorusu ortaya çıkmaktadır. kktc’de ikamet etmek için belli koşullar vardır. Vatandaş olanlar sınırsız özgürlüğe tabi iken, “yabancılar” çeşitli sınırlamalar ile karşı karşıya kalmaktadır. Öncelikle bu adada doğup büyümüş, yaşadığı bölgede bir hayat kurarak yeniden geri gelmiş birine “yabancı” muamelesi yapmak abestir. Dahası, mesela, Maraş’ta kendine ait 10 daireli bir apartmanı olan ve mülkiyetin tümü kendinde olan biri için, tüm bu mülkleri elde tutması yasal olarak mümkün değildir. Çünkü yabancıların mülk edinme hakkı ilgili tüzükle sınırlandırılmıştır. Eğer “kktc içinde bir azınlık” olarak nitelendirmek isterseniz, bu sefer de azınlık hukuku bağlamında yaratılması gereken ciddi mekanizmalar karşımıza çıkmaktadır. Avrupa Konseyi direktiflerine göre bile hareket edildiğinde, bu konuda hem yasal hem de uygulamada eksiklikler olduğu görülecektir. Bireysel hakları tam olarak sağlamaktan uzak anlayışın, grup haklarını nasıl sağlayacağı daha büyük bir merak konusudur. Dahası, devletin hizmetlerinin azınlık unsurlarının olduğu bölgede yeniden tanımlanması, bölgesel idari yapılanmalar ve bunun dışında ayrımcılığa sebebiyet vermeyecek uygulamaların geliştirilmesi gerekmektedir. Mağusa Belediyesi’nin hali hazırda bu hizmetleri vermekten uzak olduğunu düşündüğümüzde, Maraş’ta bu hizmetlerin düzgün verilemiyor olması, konunun etnik ayrımcılık olarak yorumlanabileceği sorunsalını çıkarmakta ve aşamalı olarak geri dönen Kıbrıslı Rumların yaşadıkları etnik ayrımcılığa dayalı uygulamalardan dolayı şikayetçi olacağı ve istenilen sonuçların yaratılamayacağı durumların ortaya çıkması mümkündür. Hal böyle olunca, sorun sadece mülkiyet ve toprak paylaşımı ile ilgili değil, aynı zamanda kişilerin statüsü ile ilgilidir. Maalesef bu açılım, bireysel hakları mülkiyet hakkı ile sınırlandırma ile beraber, kişisel ve grup haklarının daha geneli ile ilgili bir çerçeveye sahip değildir. Niyetlenen Kıbrıslı Rumlara mülklerini verip, sonra da bir yıldırma politikası uygulamak ise; sonuçlarının herkes için çok acı olacağı ise aşikardır.
“Federal Devlet, Üniter Bir Devlet Yaratacaktır”
Tatar’a göre, sıradan insanlar detayları anlamamaktadır. Kendisi ifadesinde federal devletin birleşik bir devlete dönüşeceğinden şikayet etmektedir. Muhtemelen, burada söylemek istediği federal devletin; üniter bir devlet yaratacağı yaklaşımıdır.
Tatar’ın sıradan insanların anlamadığı nokta ise esasen kendinin uluslararası hukuku yanlış yorumlaması ve yanlış bilgi üzerinden bir tez icat etmesi ile ilgilidir.
Tatar verdiği cevapta, “1960 iki cemaat tarafından kurulmuş olmasına rağmen, biz 1963 yılında cumhuriyetten atıldık” demektedir. Oysa ki, Kıbrıs’ın self-determinasyon hakkının bir sonucu olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasında iki eşit ortak olan Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırumlar egemenliğin icrasını paylaşmaktadır. Başka bir deyişle, Tatar’ın ifade ettiği gibi Kıbrıs Cumhuriyeti’nden Kıbrıslıtürkler atılmış olsa dahi, bu onların Kıbrıs Cumhuriyeti üzerindeki haklarını geçersiz kılmamaktadır. (Tatar’ın bir yurttaşlık hakkı olan Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu olduğu bilinmektedir)
Egemenlik icra etmek halklara dayanırken, devletler, bir anayasa ile oluşturulmuş sosyal bir sözleşmenin yarattığı kurumlardır. Bu temel ayrımı görmezden gelerek, Kıbrıslıtürk toplumunun tarih sahnesinde sahip olduğu en önemli siyasi hakkın sessizleştirilmesi son derece sorunlu bir durumdur.
Dahası, coğrafi olarak bölgelere ayrılmış bir Federal devletin üniter devlet yaratma korkusu hukuk ve siyasi gerçeklere değil, sadece psikolojik yargılara dayanmaktadır.
Bakir Doğan Kıbrıs Türk Devleti
Tatar’ın bir diğer anlaşılmaz ifadesi ise, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin; tanınmış bir oluşturucu devlet olarak Kıbrıs rum parça devletini oluşturacağı; Kıbrıs türk oluşturucu devletinin ise Bakir Doğum olarak Federal Devletle birlikte yaratılacağına dair anlayıştır.
Bakir doğum tartışmaları ile daha önce kaleme aldığım bir makalede konuyu daha detaylı anlatmıştım. Aslında, Tatar konuyla ilgili bilgilendirilmesine ragmen konuyu anlamadığı yada doğru anlatmadığını söyleyebiliriz.
Çünkü, Bakir Doğum temel olarak federasyon görüşmelerinde Kıbrıs türk tarafının ve Türkiye’nin talep ettiği bir yöntemdi. Konu Annan Planı tartışmalarında da ele alınmıştı. Esas olan Federal Devletin bakir doğum ilkesi ile doğması, böylelikle, eğer Federal Devlet 1963’teki gibi bir şey deneyimler ise, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum toplumları, devletin ortadan kalkmasıyla ayrı ayrı kaderlerini belirleme imkanına erişebileceklerdi. Ancak, bu Kıbrıs’ın egemenlik hakkının İngiliz kolonyalizminin sonlanmasından kaynaklanmasından ötürü ve yerleşik ilkelerden dolayı kabul görmemiş, yaratıcı muğlaklık ile çözülmeye çalışılmış iki tarafın da kendine göre yorumlamasına olanak sağlayacak biçimde yaklaşılmıştı.
Tatar ise Kıbrıs Türk devletinin bakir doğum ile yaratılması vurgusundan rahatsız olması, kendi bakış açısı içinde neden rahatsızlık yarattığı anlaşılamaz. Çünkü, bakir doğum ile Kıbrıslı Türklere, Kıbrıs halkının dışında bir egemenlik hakkının yaratılması aslında kendi egemen eşitlik iddiasına olanak sağlayacak bir yaklaşımdır. Ancak bunu reddetmiştir. Dahası, Kıbrıs Rum tarafının ve uluslararası hukuka uygun olan yaklaşım federasyonlarda oluşturucu devletlerin yetkileri (artık yetkiler) anayasa ile düzenlenmesi esastır.
Bu anlamda, TRT World’e yansıyan ifadelerde, Tatar’ın konuya dair en azından aklının karışık olduğu, ancak, temel olarak Kıbrıs sorunu müzakerelerine dair yeterli donanıma sahip olmadığı kuşkusunu doğrulamaktadır.
Zaten, mülakatın bir noktasında “danışmanlarım Kıbrıs çözümü için federasyon görüşmelerinin 1968 yılına dayandığını söyledi” ifadesi de, Kıbrıs sorunu müzakere süreçlerinin tarihselliğine dair bilgisinin oldukça sınırlı olduğunu da göstermektedir.