15 Mayıs Dünya Vicdani Retçiler gününde hala bir vicdani ret yasasının olmamasının eksikliğini yaşıyoruz.
Tabii bu eksikliği herkes yaşamıyor.
Kıbrıs’ın kuzeyindeki militarizmi üreten yapının temsilcileri ve sözcülerinin bugün artık en temel haklardan biri olan vicdani ret hakkını tanımak, kabul etmek gibi bir dertleri yok.
Halil Karapaşaoğlu’nun süreci henüz daha sıcaklığını koruyor.
Çökmüş olan hükümetin 4 partisinin de programlarında vicdani red yasası yazmasına rağmen böyle bir yasa hayata geçmedi. Hayata geçirilmesi için de hükümet kanadından samimi bir çaba görmedik. Yasa taslağı aylarca komitede kaldı. Üzerine hükümet çöktü!
Yeni davalar ve duruşmalar ise yolda…
Vicdani ret mücadelesi bakımından önümüzde yine zorlu bir süreç beliriyor.
Arkadaşlarımız yargılanmaya devam ediyor.
Anlaşılan o ki bugün çok geniş bir kesimin yükselttiği vicdani ret yasası talebi doğrultusunda daha çok mücadeleler verilecek.
Militarizm ve devlet
Militarizm meselesi tabiiki sadece orduda başlayıp orduda biten bir mesele değil.
Elbette ordu toplumların militarizasyonunu derinden şekillendiren bir işleve sahip.
Kaldı ki ordu ve askerliği ulus devlet mefhumundan da ayıramayız.
Tarihte düzenli orduların oluşmasıyla ulus devletlerin şekillenmesi birbirini besleyen bir paralellik arz eder.
Kıbrıs’ın kuzeyinden de, her ne kadar ucube bir yapı olsa da kktcnin kuruluşu 1974’den önce başlayan, hatta 1950’lere kadar götürebileceğimiz tarihsellik içerisinde bir dizi militarizasyon sürecinin sonucu olmuştur. Ve kktcnin kurulmasıyla da bu militarizasyon süreci devlet ekseninde gelişmiş, devletin varlığı militarizmi, militarizmin yayılması ise devletin varlığını beslemiştir.
Kıbrıs’ın kuzeyindeki yapıyı tanımlamaya çalışan farklı politik akımların kullandıkları kavramlar farklılaşsa da militarizm hususu her zaman geçerliliğini korumuştur. Hala da korumaya devam etmekte.
Geçici 10. madde, polisin sivil iradeye bağlı olmaması, TSK’nın 40 binden fazla askeriyle bu topraklardaki varlığı, zorunlu askerlik, zorunlu askerliğe dair alternatif olarak profesyonel askerlik tartışmaları, son zamanlarda Akdeniz’deki militarizasyon ve paylaşım kavgaları bunlar hep bu ülkedeki militarizm varlığın temel göstergeleri olarak varlıklarını hayatlarımızın üzerindeki tahakküm ağırlıkları olarak gösteriyor. Buna artık ek olarak neoliberal dönemde güvenlik politikalarının bir sonucu olarak kamusal alanlardaki mobese gibi güvenlikçi teknolojilerin varlığını da ekleyebiliriz.
Gündelik hayat ve normalleştirme
Fakat militarizm olgusu sadece bahsi geçen makro alanlarla sınırlı bir mefhum değil. Militarizm ordu ve devletin alanından taşan, gündelik hayatın ve en sıradan ilişkilerin içine sirayet edebilen bir tahakküm ağı olarak da varlığını sürdürebilmektedir.
Bir kaç örnek vermek gerekirse…
Okullar bunlardan en belirgin olanıdır.
İlk kez okula giden bir çocuğun ilk karşılaştığı sosyal davranış, sıraya girmek olur.
Müdürün konuşması, istiklal marşı veya andımız için sıraya girilir.
Sıraya girmek, sırada olmak veya sırayı bozmamak aslında çok tehlikeli sözcüklerdir.
Günlük hayat içerisine kelimeleri çok da üzerinde düşünmeden ve içerdikleri anlamları normalleştirerek kullanıyoruz.
Fakat “sıraya girmek” hem militarist, hem buyurgan hem de karşısındakini tamamen verili tahakküm ilişkilerinin bir bileşeni olmaya çağıran bir sözcüktür.
Çocuktan ilk önce sıraya girmesi istenir. Aynen hayatının geri kalanında da sıraya girmesi isteneceği gibi.
Çünkü sırada olmak, iktidarın kontrol alanında ve denetiminde olmak demektir. Müdür rahatlıkla sıradaki öğrencileri görebilir, denetleyebilir, sırayı bozanları tespit edip azar çekebilir. Çocuğun okulda öğrendiği ilk şey belki de sıraya girip sırayı bozmamasıdır.
Yani iktidar ile uyum!
Bu uyum sınıfta, işte, kamusal alanlarda ve iktidara yönelik tüm bir ilişki biçimlerinde geçerliliğini korur.
Sırayı bozan çocuk her zaman yaramaz, kötü veya örnek olmayan çocuktur. Aynen devletin, çektiği çizgilerin sırasından sapan insanlar gibi.
İş yerinde hakkını arayan kişinin sendikalaşma istemesi, kadınların erkek egemenliğine karşı özgürleşmek istemesi, vicdani ret hakkını savunan bir kişinin askere gitmemesi gibi…
Sıraya girmek, sıraya sokmak tam da militarizmin doğasında vardır.
Toplumsal disiplinin en hat safhada örgütlendiği ordu kurumlarını dışında okul gibi kurumlarda da disiplin mekanizmalarını üzerinden militarizasyon süreçleri işlemektedir.
Okul örneğini çoğaltmak mümkün…
Hastaneler, psikiyatri merkezleri, devler daireleri, özel şirketler, toplumsal cinsiyet ilişkileri gibi…
Hatta bunlara kamusal alanlardaki militarizasyon süreçlerini de ekleyebiliriz.
Bayraklar, heybetli milliyetçi figürler ve heykeller bunlara örnektir.
Özellikle ulusal günlerde, ulus olgusu ile militarizmin nasıl da kaynaşmış olduğunu binalara, evlere ve meydanlara asılan irili ufaklı bayraklardan anlayabiliriz.
Aynı şekilde gündelik hayatta kullandığımız belli başlı söz kalıplarından da bahsetmeden geçemeyiz.
Askere gidecek birisi için “adam olup gelecek” veya “erkek adam askerlik yapan adamdır”gibi sıradanlaştırılan; “her Türk asker doğar” gibi de milliyetçi hafızasın doğurduğu söz kalıpları hem erkeklik ile militarizm hem de gündelik hayatta kullanılan dilin hakim ideolojik halleri nasıl yeniden ürettiğine dair basit örneklerdir.
Başarı, zafer, kendini ispat etme, toplum, aile ve sosyal ortamlarda iktidar olabilme arzusunu içeren erkeklik ile militarizm de aslında birbirini besleyen, birbirine dayanan oluş süreçleridir. Dolayısıyla militarizmi tartışırken aynı zamanda erkekliği de tartışmak kaçınılmazdır. Ki erkeklik, sadece karşısındakine dair değil, aynı zamanda erkeğe dair de gün be gün kişinin öz yıkımını da örgütleyen bir ağırlıktır.
Güvenlik toplumu ve militarizm
Son zamanlarda, özellikle neoliberal güvenlik politikaların gelişmesiyle de birlikte militarizm hayatalarımızda yeni bir yön de buldu.
Güvenlik politikaları 19.yy ve 20’yy’ın ilk yarısı boyunca sadece karşıdaki düşmana dair iken, özellikle neoliberal döneme has bir şekilde güvenlik ihtiyacı artık içe doğru de şekillendirilmeye başlandı.
‘Risk toplumu’ ‘güvenlik toplumu’ gibi kavrayışlar, yeni bir militarizasyon sürecinin işlemesinde önemli rol oynadı. Özellikle ponoptikon tarzı kamera ve güvenlik teknolojilerinin gelişmesiyle, toplum içinde muazzam bir gözetleme ve denetleme mekanizması kuruldu.
Sürekli olarak güvenlik ihtiyacının ve güvenlik açığının pompalandığı bir dönemde, insanlarda oluşan güvende hissetme eksikliğini, otoriter ve militer teknolojilerle doldurmaya çalışıldı.
Son zamanlarda Kıbrıs’ın kuzeyinde de kamusal alanlara yerleştirilen kameralar, polisin yaptığı silahlı operasyonlar veya kişisel verilerin devlet tarafından erişilebilir hale gelmesi buna bir örnektir.
Güvenlik toplumu, günümüzün militarizm süreçlerini hızlandıran ve aynı zamanda militarizm süreçleriyle de daha da derinleşen bir kaygı ve paranoya toplumu halini aldı.
Günümüzde belki de militarizmin yüzünü gösterdiği en önemli noktalardan birisi de budur. Çünkü insanlar artık özgürlüklerinden feragat ederek güvenliklerini seçme ikilemiyle karşı karşıya bırakılıyorlar. Ve bunu da gönüllü olarak yapıyorlar. Yani militarizmi içselleştiriyorlar.
Özgürleşmek için devletsiz düşünce
Vicdani retçiler gününde bir yandan Kıbrıs’ın kuzeyindeki yasal hak mücadelesini dert edinip buna dair açılımlar yaparken diğer yandan da gündelik hayat içerisindeki ve normalleştirdiğimiz militarizm süreçlerini de dert edinmeliyiz. Toplumsal mücadelelerin ve barış mücadelesinin tıkandığı bir dönemde belki de alışkanlık haline getirdiğimiz düşünce kalıplarımızı da sorgulamalıyız.
Özgürleşme, hem bir birey olarak hem de toplumsal olarak ancak sıraya gelmeme, sıradan çıkma ile mümkün olabilir. Özgürleşme süreçleri, devlet, militarizm, erkeklik gibi tahakküm mekanizmalarından kurtulabildiğimiz oranda işleyecektir. Bu anlamda militarizmi dert edinirken aynı şekilde devleti de dert edinmeli ve devletsiz bir toplum üzerine kafa patlatmalıyız belki de.
Sıraya gelmeyen tüm dostlara selam olsun…
Bir kitap
Erkeklik ve militarizm üzerine mutlaka okunması gereken, Pınar Selek imzalı bir kitap.
Sürüne Sürüne Erkek Olmak