I.
Neden bugün 170 yıl önce yazılmış bir metnin yarattığı coşku ve heyecan yaratacak yeni bir metin ortaya çıkmıyor?
II.
Komünist Manifesto, 170 yıl önce yazıldığı zaman, kuşkusuz dönemin tarihsel ve öznel koşullarının bir ürünü olarak ortaya çıktı. Fakat ondan önceki manifestolardan farklı olarak Komünist Manifesto aynı zaman tarihi belli bir yöne sokma veya yeni bir tarih yaratma girişimiydi de. Bu modernist ve ilerlemeci içerik, Manifesto’nun dönemin geleneksel manifestolarından ayrılmasını ilk modernist ve ayrıca da avangart manifesto olarak ortaya çıkmasını sağlar. “Bütün ülkelerin işçileri birleşin”, sadece ilerlemeci bir amaç değil aynı zamanda tarihin tarihin akışını değiştirecek, vahiysel bir gelecek çağrısıydı da.
III.
Manifesto, bir yandan dönemin mücadeleleri ve burjuvazinin devrimci girişimlerinin yarattığı atmosfer, diğer yandan da eli kulağında olan 1848 devrimlerinin arifesinde yazıldı. Bir yandan geçmişin, alt üst oluşların ve ütopik sosyalist yazın geleneğinin atmosferi diğer yandan da gelmekte olan büyük anın beklentisi içinde ortaya bir program çıktı. Bir yandan zorunluluktan bir yandan da tarih yapmak iradesinden ortaya çıkmış bir metin olarak Manifesto, hem sabırsız hem de bir başlangıç metnidir. Manifesto’nun sabırsızlığı da tam bu başlangıç noktasından gelir. Çünkü artık burada bir kopuş-muhalefet biçimlerinden, mülkiyet ilişkilerinden ve burjuva tarih geleneğinden- söz konusudur. İşçi sınıfının güç olması ertelemez bir amaçtır. Çünkü gelecek tam da buna bağlıdır. Dolayısıyla bir sınıf olarak örgütlenen işçiler, geçmişin ütopik akımlarını bir köşeye bırakıp manifestonun çizdiği yönde harekete geçmelidir.
IV.
Fakat bu kopuş metafizik bir arzu değil, eski toplumun içinde serpilip gelişerek yeni topluma doğru evrilen ilişkilerin belli bir tarih ve pratik bağlamına akması anlamında kopuştur. Kısacası zaman içinden zaman yaratarak, devrimin ve komünizmin tarihini yaratılacağı bir zaman. Kazanılacak bir dünya, yaratılacak bir gelecek ve dönüştürülecek mülkiyet ilişkileri, bunu gerçekleştirecek olan ise zincirlerinden başka kaybedecek bir şey olmayan proleterler. Manifesto, hem sınıf mücadelesi anlamında pratik, hem de bir edebi tür, tarih yazımı ve kuramı olarak bir harita olarak kısa sürede bir hayalet gibi ülke ülke yayıldı. Sadece siyasal değil, edebi içeriğiyle de dünya yazınında öncü bir yer edindi.
V.
Manifesto’nun sabırsızlığıyla birlikte onun mekânlarından da bahsetmek gerekir. Devrim, proleterleşmenin, yani burjuvazinin kendisinin oluşturduğu mezar kazıcılarının yoğunlaştığı Avrupa’nın büyük kentlerinden gelecektir. Manifesto ilk olarak İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca, Flamanca ve Danca yayınlanır. Burjuva kelimesi aynı zamanda kentsoylu anlamına da gelmektedir. Nitekim 1848 devrimleri de kentlerde patlak veren devrimler olur. Fakat tarihin cilvesi, yıllar sonra Manifesto’da beklenen devrim, Batı’dan değil Doğu’dan, işçi sınıfınının değil köylülüğün baskın olduğu Rusya’dan gelir. Manifesto, belki de 1848 devrimlerinin yenilgisinden sonra yaşayan, dolaşan ve gelişen bir metin haline gelecekti. Çünkü tarih yapıcıları ilerlemeye devam ediyordu. Modernizm kendisini kendi yıkıntıları içinde inşa ediyordu.
VI.
Manifesto, Martin Puchner’in ifade ettiği gibi aynı zamanda sahnelenebilir ve teatral bir metindir. Kendiliğinden işçi hareketleri, 1848 devrimleri, barikat savaşları, işgaller, Paris Komünü… Kentsoylular ile proleterlerin karşı karşıya gelmesi… Manifesto hep buralarda gezinir. Marx ve Engels özellikle 1848 ve Paris Komünü yenilgilerinin ardından Manifesto’da ortaya attıkları düşünceleri geliştirmeye ve dönüştürmeye başlarlar. İşçi sınıfının kentsoylulukla savaşımı, sokaklardan manifestoya, manifestodan da sokaklara sıçrıyordu.
VII.
Manifesto, 20.’yy boyunca ortaya çıkacak pek çok avangart manifestonun da önünü açar. Füturistik, gerçeküstücü, dadacılık yüzyıl boyunca manifestolarla yayılan akımlar olurlar. Avangart 20.yy boyunca zamanın ruhuna yönelik bir direniş potansiyeli olur. Bazen kaçış çizgileriyle, bazen meydan okuyarak, bazen saçmalayarak bazense hiçbir şey yapmayarak. Bazen araç olarak bazense de amaç olarak manifestolar, yazın ve sanat dünyasında 20.yy boyunca parlayan bir unsur oldu.
VIII.
Komünist Manifestobir gelecek çağrıcısıydı. Kuşkusuz uygun tarihsel ve öznel koşullarda ortaya çıkarak varlık gösterebildi. 2000’li yılların başında yenilgi psikolojisini yeni yeni üzerinden atan toplumsal hareketlerin Hardt ve Negri’nin İmparatorlukkitabını sahiplenmeleri gibi. Peki bugün? Şimdinin içinden çıkabilecek ve bir gelecek vaat eden, yeni bir tarih yaratımı öneren bir manifestonun ortaya çıkması mümkün mü? Gelecek yok, bir punk sloganı olması yanında aynı zamanda neoliberal bir aldatmaca da değil mi? Peki ama buna rağmen ekolojik felaketler çağında gerçekten bir gelecekten bahsedebilir miyiz? Bir mesih veya vahiy mi beklemeli yoksa ölünün ölüyü gömmesini mi? Gelecekçilik yok ama bir gelecek var. Hedefini ve yönünü kaybetmiş bir yığın tepki, öfke ve direniş içerisinde bu çıkışsızlıktan çıkacak bir çizgi çizebilir miyiz varoluş haritasına? Dönemin işçi sınıfı hareketleri olmasaydı, Manifestoda olmazdı veya bir anlam bütünlüğü barındırmazdı. Hareketler, tarihin ve coğrafyanın yüzeylerinde veya yüzey altlarında dolanır dururlar. Geri çekilmeler, öne atılmalar, yüzeye çıkmalar, yüze altında durulmalar gibi. Değişimleri dönüşümler, başkalaşımlar, karşılaşmalar, kopuşlar ve yeniden birleşmeler gerçekleştirirler. Tarihin ve coğrafyanın yapacağı sürprizleri kestiremeyiz, geçmişe saplanıp kalamayız, mutlak bir iyimserlikle geleceğe dair saf düşler de kuramayız. Belki de Terry Eagleton’un dediği gibi ‘iyimser olmayan bir umut’ ile şimdiyi işlemeye devam etmeliyiz. Geleceğe uçurumdan aşağıya bakar gibi bakmaya devam etmeliyiz.
IX
Komünist Manifesto170 yıllık yolculuğunda bir metin olarak bugün hangi konumda durmaktadır. Bazıları bu metni ilahlaştırarak hala aynı günkü içerik ve anlamıyla bir ezber tekrarı gibi tekrarlamakta, onu dondurup dini bir metin haline getirmekte. Bazıları ise Manifesto’ya tarihi bir eser olarak yaklaşmakta, bir çeşit işlevsiz koleksiyonculuk nesnesi muamelesi yapmakta. Bir kesim ise özellikle son 10 yıl içinde Karl Marx’ın ekonomiyle ilgili yazdıklarını ana akım bir mecrada kitle iletişim nesnesi olarak medyalaştırırken Manifesto’yu görmezlikten gelmekte ısrar etmekte. Üç yaklaşımda sırasıyla dogmatiklik, son kullanma tarihi bitmişlik ve yok sayma üzerine şekillenmektedir. Her üçü de Manifesto’nun siyasal içeriğinden bir yabancılaşma içeriği taşır. 170 yıl sonrasına baktığımızda Manifestohala heyecan verici ve çoşku uyandırıcı bir içeriğe sahip. Aynı şekilde dönemin ve sonrasındaki mücadelelerinin de birer pusulası. Bugün Manifesto’nun içeriği günümüz mücadelelerini ve dünyasını açıklamada oldukça yetersiz kalmaktadır. Hatta yaşanan deneyimler göz önüne alınırsa eleştirilecek pek çok noktası da var. Fakat Manifesto o günün koşullarında bugün de ihtiyacımız olan bir şeyi ortaya koyuyor ve bunu programlaştırıyordu. Ufkumuzu, verili düzenin sınırlarıyla kısıtlamamak, onu aşmak, ondan kopmak ve bunun nasıl yapılacağını bulmak. Yani bir yol izlemek! Tam da bugün ihtiyacımız olan şey, bir yol izlemek.