Halil Paşa’nın yazdığı bu makale ilk kez 3 Nisan 2011 tarihinde Havadis Gazetesi’nin eki Poli Dergisi’nde yayımlanmıştır.
Türkiye’nin Kıbrıs’a atadığı ‘vali’ Metin Feyzioğlu’nun tarihi bilgilerden yoksun paylaşımları dolayısıyla Gazedda Editoryal Kolektifi olarak ilgili yazıyı yeniden gündeme getirmeyi uygun bulduk.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devamı ve Kıbrıslıtürkler ile Kıbrıslırumların birlikte yaşaması için çalışan ilk ve tek TC büyükelçisi Emin Dirvana.
Emin Dirvana, aslen Kıbrıslıdır. Dedesi 1854-1861 yılları arasında toplam 3 kez ve tam 1 yıl on ay on bir gün olmak üzere Osmanlı Sadrazamlığı yapmış “Mehmet Emin Paşa”dır. Dört erkek kardeşten ikincisidir.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin resmen ilan edilişinin üç ay öncesinde, Türkiye’de 27 Mayıs Askeri Darbesi olur. Askeri darbe ile birlikte Menderes hükümetinden yüzlerce kişi tutuklanmış, buna karşın devlet kadrolarının önemli mevkilerine asker kökenli siyasi, bürokrat ve diplomatlar yerleştirilmiştir.
İşte böyle bir dönemde Emin Dirvana emekli Kurmay Yarbay iken, Kıbrıslılığı da göz önüne alınarak, 17 Ağustos 1960 tarihinde TC Büyükelçisi olarak adaya gönderilir. Görevinden kendi gönlüyle ayrıldığı (*) 12 Eylül 1962 tarihine kadar, iki yıl bir ay Kıbrıs’ın ilk TC Büyükelçisi olarak görev yapar.
Dönemin Türkiye’sinin resmi Kıbrıs politikası, yeni kurulan Cumhuriyetin devamı yönündedir. Haliyle Kıbrıs Cumhuriyeti’ne üç garantör ülkeden birisinin, Türkiye’nin ilk Büyükelçisi sıfatıyla Emin Dirvana’nın bir siyasi amacı da, adadaki iki toplumun kavgasız gürültüsüz barış içerisinde bir arada yaşamasına yardımcı olmaktır. Bu nedenle Dirvana, Kıbrıslıların her iki tarafın fanatiklerinden korunması gerektiğine inanır ve o yönde çaba harcar. Dolayısıyla ada tarihinde adanın Taksim edilmesi gerektiğine inanan Kıbrıs Türk Liderliği ve TMT’cilerle yıldızı hiçbir zaman barışmaz.
Gerek Kıbrıs TC Büyükelçisi iken, gerekse daha sonrasında adanın geleceğine dair tartışmalar üstelik de sert bir üslupta geçer…
Bu yüzdendir ki o, ismini, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yaşatılması için çalışan “ilk ve son” Türkiye Büyükelçisi olarak Kıbrıs Tarihi’ne yazdırır…
***
(*) Dirvana’nın Kıbrıs Türk Liderliği ve TMT ile adanın siyasi geleceği konusunda anlaşmazlığa düşmesinin de görevden alınmasında rol oynadığı söylenir. Nitekim en son TMT’nin katlettiği Ayhan Hikmet ve Muzaffer Gürkan’ın cenazesine TC Büyükelçisi olarak dev bir çelenk gönderir. Dahası söz konusu avukatların katillerinin Kıbrıslı Türkler arasından olduğunu söyler. Dirvana’nın bütün bunların bedelini, avukatlar cinayetinden birkaç ay sonra daha Kıbrıs’taki görev süresi dolmadan Ankara’ya’ çağrılmasıyla ödediği, çeşitli gazete yazılarında ve söyleşilerde dile getirilir.
TC Büyükelçisi Dirvana ile Denktaş kavgası
Denktaş Milliyet Gazetesi’nde yayınlanan yazısında Dirvana’yı suçluyor
16 Nisan 1964 tarihli Milliyet gazetesinin ikinci sayfasında, “Kıbrıs’ta İşlenen Hatalar” başlıklı bir yazı göze çarpıyor. Sayfada yazarın ismi iri-koyu puntolu harflerle “Rauf Denktaş” olarak yazılmış. İsmin hemen altında ise yazarın ünvanı, “Kıbrıs Türk Cemaat Meclisi Başkanı” olarak belirtilmiş.
Rauf Denktaş 1964 yılında kaleme almış olduğu söz konusu yazısında, Makarios ve Kıbrıslırumlara güvenilemeyeceği kanaatine önceden vardığını, bunun için de “Türk Cemaatı” olarak koruyucu tedbirler alınmasına dair düşüncelerini Kıbrıs Cumhuriyeti kurulur kurulmaz dönemin Türkiye Büyükelçisi’ne aktardığını belirtiyor.
Dönemin Kıbrıs Türk Cemaat Meclisi Başkanı Denktaş, yazısının başında, “hem bir asker, hem de Kıbrıs’la ilgisi olan bir sefir” olan Dirvana’nın adaya gelişine başlarda sevindiğini ve onun “mert, zeki, olgun ve kuvvetli” bir kişi olduğu düşüncesiyle ona Rumların kötü emellerini, Kıbrıs’ı nasıl Girit’e çevireceklerini anlatmaya başlamış ki… Heyhat!
TC Büyükelçisi kendisine böyle şeylerle vakit geçirmemesini, Türkiye’nin bu antlaşmalara imza koyduğunu ve bozamayacağını hatırlatıyor.
Böylece ağır-ağır Dirvana ile olan antlaşmazlıklarını anlatmaya girişmiş Denktaş ve şöyle devam etmiş yazısına:
“Makarios EOKA’cıları vekil yaparken, birçok şekillerde “milli vazife” vererek taltif ederken, (gönül alırken) biz 1958’in mücahitlerine sırt çeviriyoruz” (Halbuki Kıbrıs Cumhuriyeti Temsilciler Meclisi üyeleri ile Kıbrıs Türk Cemaat Meclisi üyeleri Denktaş ile Dr. Küçük’ün birlikte kararlaştırdığı TMT üyeleri arasından seçilmişlerdi)
Denktaş bey yazısının ilerleyen kısmında TC Büyükelçisi Dırvana’yı, Kıbrıs Türk Liderliğine karşı muhalefet eden Dr. İhsan Ali ve Cumhuriyet gazetesinin siyasi cinayete kurban giden yazar ve sahipleri olan iki avukatı desteklemekle suçluyor ve “Ölenin arkasından bunlar yazılmaz… Türklüğe bu yakışmaz” diye kendisine bağıran Dirvana’dan şikayetçi olduğunu açıklıyor.
Denktaş bey avukatların öldürülmesi konusunda katilleri kendi çevresinde arayan Dirvana’dan yakınmakla kalmıyor, aynı zamanda onu Kıbrıslıtürkler arasında “Türkten Türke Kampanyası”nı söndürüp unutturmasından dolayı da suçluyor.
Ayrıca, “Koordinasyon Komitesi” kurularak “yönetimin tek elde toplanmasına” ve bu arada “halkın milli tansiyonunu yukarıda tutma” arzusuna, eski Büyükelçi Dirvana’nın karşı çıkmasını da şikayet konusu ediyor.
Rauf Denktaş, Büyükelçi Emin Dirvana’nın, Kıbrıs’ta Türk bayrağı çekmeye, 28 Ocak Şehitlerini anmak için de bayrakları yarıya indirmeye yasak koyduğunu, “Şehitleri Anma” gününe “hicapaver” (utanılacak) bir gün dediğini, bu yüzden de Büyükelçinin Türk Cemaati’nde ne moral ne de birlik bırakmadığını belirtiyor. Dahası, TC Büyükelçisi Dirvana’nın Kıbrıs Türk Cemaat Meclisi Başkan Yardımcısı Dr. Necdet Ünel’i dahi istifa etmek zorunda bıraktığını yazıyor.
Kıbrıs Türk Cemaat Meclisi Başkanı sıfatıyla Rauf Denktaş, Milliyet’teki yazısının sonun doğru “Dirvana’nın iki senelik sefirliği müddetince Kıbrıs Türkü 22 senelik bir zaman kaybetmiştir” diyerek TC Büyükelçisi ile siyasi düşünce olarak ne kadar ters düştüğünü açıkça dile getirmekte bir sakınca görmüyor.
Dirvana’nın Denktaş’a cevabı oldukça sert olmuştu: “EOKA’cıların şerri ile Raufçuların kışkırtması Kıbrıs’ı bu hale getirdi”
Emin Dirvana Milliyet gazetesine gönderdiği ve 15 Mayıs 1964 tarihinde yayınlanan mektubunun Rauf Denktaş’ın 16 Nisan tarihinde aynı gazetedeki “Kıbrısta İşlenen Hatalar” başlıklı yazısına bir cevap olarak kaleme aldığını ifade eder.
Dirvana, mektubunun girişinde Rauf Denktaş’ın “Türk umumi efkarını Kıbrıs’ta takip edilen siyaset üzerine kasten yanıltmaya” çalışmakla suçlar. Dirvana’ya göre Denktaş’ın yazdıkları mahalle kahvesindeki dedikoduları andırmaktadır. Dirvana, Kıbrıs Cumhuriyetinin ilanından sonra adada Büyükelçi olarak bulunduğu süre içerisinde ne bir Türkün burnunun kanadığını, ne evlerinin yakılıp yıkıldığını, ne de Türkiye’nin Kıbrıs’taki haklarının zarar gördüğünü vurgular.
İlginçtir her ziyaretinde Makarios’un kendisini arabaya binene kadar hazır olda beklediğini, Yorgacis’in Türkiye Büyükelçiliği makamına kadar gelerek kendi polis komutanını bile şikayet ettiğini, Yunan adalarından Kıbrıs’a silah sokmaya çalışan fanatik EOKA’cıların yakalanması için Türkiye ve Yunanistan’dan tecrübeli emniyet amirleri gönderilmesini istediğini yazar Dirvana. Dahası karma bir köyde, “Türk-Rum karma heyeti” oluşturulduğunu ve heyetin taleplerini yerine getirmeyen Kıbrıslı yöneticilerini şikayet etmek üzere kendisini ziyarete gelmiş olduklarını anlatır.
Dirvana özellikle Kıbrıs’tan ayrılmaya karar verdiğinde makamına kadar gelip ayrılmaması için Dr. Küçük ile birlikte ricada bulunan ve adadan ayrılmasından sonra kendisini suçlayan Denktaş için mektubunda “bunu mürailikle (iki yüzlülük) yaptıysa, bence kabahati daha büyüktür” diye yazar.
TC Büyükelçisi Dirvana, kendisini kinayeli bir dille eleştiren dönemin Cemaat Meclisi Başkanı Denktaş için Kıbrıs’taki çatışmalardan açıkça onu sorumlu tuttuğunu belli edercesine şöyle karşılık verir:
“… belki Kıbrıs’ın Rum’unu da Türkü’nü de EOKA’cıların şerrinden ve ‘Raufçu’ların kışkırtmasından azade, Türk bayrağı himayesinin altında patırtısız, gürültüsüz yaşayacakları mes’ut bir devire eriştirirmişim. Ama maşallah hepsi koşar adımla bir buçuk senede bu mesafeyi çabuk kapattılar ve Kıbrıs’ı bugünkü haline getirdiler.”
Mektubunda Kıbrıs’ta görevleri arasında Türk Cemaatinin ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmasına yardım etmek olduğunu belirten Dirvana, Denktaş’ın asıl sorumluluğunun da bu olduğunu yazar. Ancak Denktaş’ın Kıbrıs Cumhuriyeti merkezi devletinde bulunan Rum çoğunluğun her türlü müdahalesinden uzakta ve Türk Cemaat Meclisinin “değişmez” başkanı (sözcüğü tırnak içine alan Dirvana’dır) sıfatıyla bu asli görevlerini yapmak yerine, gerekli gereksiz sürekli olarak Rumlarla didişmeyi sürdürdüğüne dikkati çeker.
Milliyet gazetesinde yayınlanan yazısında, Kıbrıs Cumhuriyeti TC Büyükelçiliği yıllarında yakından tanıdığı Denktaş konusundaki düşüncelerini, şu cümleleriyle ve hiçbir yoruma gerek bırakmayacak netlikte ortaya koyar Dirvana:
“… çok geçmeden anladım ki Denktaş’ın kafası ile Türk Cemaatinin kalkınmasını yürütmek çok güç olacaktır. Değiştirilmesinde daha fazla ısrar etmediğime sonradan pişman oldum. Cemaat Meclisi’nin başında bu işe daha uygun biri olsaydı Cemaatin hali bugün çok daha başka olabilirdi.”
İşte bu düşüncelerle Dirvana, Denktaş’ta adeta bir saplantı haline gelmiş işleri hep bir elden aynı hedefe gütmek istemesine karşı çıktığını ve bu amaçla Denktaş’ın arzulamış olduğu “Koordinasyon Komitesi”nin kurulmasına izin vermediğini izaha girişerek şöyle sürdürür yazısını…
“Elbette böyle bir yetki ne Denktaş’a ne de diğer bir Kıbrıslı Türk lidere veya heyete verilemezdi. Elbette ki bu kadar şumüllü (kapsamlı) bir yetki gerek Kıbrıs Türklerinin selameti, gerekse bütün Türk milletinin (tabii ki Türkiye Cumhuriyetinin) güvenlik ve menafaatleri bakımından ancak Ankara’nın elinde sımsıkı tutulması gerekirdi.”
Dirvana mektubunda sadece Denktaş’ı eleştirmez. Yunanistan hükümetini ile Kıbrıs’taki Yunan Büyükelçisini de suçlayarak, EOKA’cıların Kıbrıslırumlar üzerinde kurmaya çalıştığı şiddete dayalı baskıyı ve bu baskıdan dolayı endişe duyan Kıbrıslı Rumlara yardımcı olmayıp kulak bile asmadığını belirtmiş olalım.
Eski Büyükelçi Dirvana, Denktaş’ın kendisini 27-28 Ocak olaylarını öldürülenleri anmak değil de “hicapaver (utanç duyulacak) bir gün” dediğini belirten ve sırf bu günü anmak istediği için Cemaat Meclisi İkinci Başkanı Dr. Necdet Ünel’i de istifaya zorladığına dair suçlamasını “demagoji” olarak niteler. Bu konu ile ilgili olarak Dirvana; 28 Ocak Olaylarına karşı çıkmak bir yana, bu amaçla düzenlenen törene bizzat Elçilik erkanı ve Alay’daki subaylarla tam kadro katılmış olduğunu açıklayarak, Denktaş beyin yazdıklarını açıkça yalanlar Çünkü Denktaş’ın sadece 28 Ocak’ın değil, ayrıca 7 Haziran gününün de “Milli Mücadele Günü” olarak kutlanmasını planladığını, kendisinin ise buna karşı çıktığını, zaten Dr. Küçük’ün de tereddüde düşünce Büyükelçiliğe kadar gelerek kendisine danıştığını ve de; “Denktaş’ın hakikatleri bu derecede tahrifi karşısında onun namına cidden ben sıkılıyorum ve bu açıklamayı zoraki, fakat onun söyledikleri karşısında maalesef zaruri (gerekli) olduğu için yapıyorum” diye yazarak Denktaş’ın bu iki tarihi (28 Ocak 1958 ile 7 Haziran 1958) birbirine karıştırarak olayı saptırdığını anlatır.
Dirvana, Milliyet gazetesinde yayınlanan Denktaş’ı cevapladığı tarihi mektubunda, “27-28 Ocak Olayları”ndan farklı olarak 7 Haziran 1958’de Türk Haberler Bürosunda patlayan bomba olayının bir “Türk Provokasyonu” olduğunu ortaya koyar. Nitekim o yıllarda Kıbrıs Türk Liderliği ve TMT tarafından bu olay bir Rum saldırısı olarak açıklanmış olsa da, aradan 20 yıl kadar geçtikten sonra Denktaş bey tarafından da Dirvana’nın yazdıklarını doğruluğu teyit edilmiştir.
Kıbrıs tarihine düşülecek notlar arasında çok önemli bir yere sahip olan 7 Haziran 1958 tarihinde Türk Haberler Bürosu’nda patlatılan bomba ile ilgili olarak Dirvana’nın Milliyet gazetesinin 15 Mayıs 1964 tarihli nüshasında konuyla ilgili yazısı aynen şöyleydi:
“Öğrendik ki 7 Haziran yine 1958’de Rum olmadıkları bilahare anlaşılan bazı tahrikçiler tarafından Türk Basın Bürosunda bomba patlatılması üzerine “Milli Galeyan”a getirilen Lefkoşa Türklerinin aynen İstanbul’daki 6-7 Eylül olaylarına benzer hasarlar yapmasının yıl dönümüdür. O gün Türklerden ölen falan da yoktur. Böyle şayan-ı esef (acınacak) bir hadisenin yıldönümünün “Milli” bir gün olarak kutlanmasının ve bu vesile ile her tarafa Türk Bayrağı çekilmesinin katiyen yakışık almayacak bir hareket olacağını, hele İstanbul’daki 6-7 Eylül hadiseleri mesullerinin o sırada Türkiye’de muhakemeleri cereyan ederken tıpkısı bir hadisenin Kıbrıs Türklerince kutlanmasının çok daha vahim bir hata teşkil edeceğini anlattım. Dr. Küçük de fikrime iştirak ettiğini söyleyerek yanımdan ayrıldı. Buna rağmen öğrendik ki o sırada Kıbrıs’ta bulunmayan Denktaş’a vekalet eden Cemaat Meclisi As Başkanı Dr. Necdet Ünel, bu yıldönümü resmen kutlamak kararındadır ve bütün cemaat müesseselerine bu yolda emirler vermektedir.”
Dirvana 6-7 Eylül olayların minyatürü bir Türk provokasyonu olan 7 Haziran’da Türk bayrağı çekilip kutlama yapamayacağı konusunda Necdet Ünel’in ikaz edilmesine rağmen, yine de peşine taktığı adamlarla (TMT’ciler olmalı) zorla kutlama yapmaya kalktığını, Ankara’nın olaya müdahalesi sonunda ise Necdet Ünel’in istifa etmek zorunda kaldığını yazıyor.
İşte tam da bu konuda dönemin TC Büyükelçisi Dirvana Denktaş’ın demagoji yaparak olayları saptırdığını, dahası tüm gelişmelerden Denktaş beyi sorumlu tuttuğunu belirtmek istercesine mektubunun sonunu sivri bir dille şöyle noktalamıştı.
“Şimdi kalkmış Denktaş, bütün bu olan bitenleri bile bile hakikatleri tamamen tahrif (saptırma) ve “Bayrak”, “Şehit”, “Mücahit” mukaddes mefhumlarını (kavramlarını) hileli bir şekilde istismar ederek, o zamanki Türkiye Büyükelçisi’ni ve Türkiye hükümetini Türk umumi efkarına jurnal etmeye yelteniyor ve bana “Türk bayrağının Kıbrıs Türkünün de bayrağı olduğunu hatırlatıyor.” Ben kendisine hatırlatayım ki, bu böyledir, çünkü Kıbrıs Türk’ü de Türk Milletinin ayrılmaz ve onun kurallarına bağlı bir parçası olduğunu Denktaş’ın hilafına tamamen müdriktir ve Denktaşlardan ve benzerlerinden tamamen ayrı ruh ve kafada olan kahraman köylüsü ve sokak palavracılığından en az benim tiksindiğim kadar tiksindiklerini yakinen bildiğim hakiki “mücahit”leriyle bu bayrağın nerede ve nasıl kullanılacağını çok iyi bilir.”
Kristal Bar sahibi Enver Mehmet
Dirvana: İnsanlara cevap silahla verilmez yazıyla verilir
O yıllarda Boğaz’da Kristal Barı çalıştıran Enver Mehmet’in avukatların vurulması ile ilgili olarak Ağustos 2009 tarihli Yenidüzen gazetesine anlattıkları oldukça ilginç:
“Muzaffer Gürkan ve Ayhan Hikmet’in vurulduğu gün TC Elçisi Dirvana geldi. Dr. Küçük ile Denktaş burada yemek yiyorlardı. Onu görürkenden kalktılar, buyur ettiler masalarına. Ama Elçi gitmedi. Elçi oturduğu yerden Denktaş ve Küçük’e “İnsanlara cevap silahla verilmez yazıyla verilir” dedi.
Enver Mehmet avukatların vurulması olayıyla ilgili olarak bildiklerini anlatmaya devam eder ve şunları söyler:
“… Bunların bir kızı vardı. Babasını vurdukları için kaçtı Rum tarafına. Orada yaşar hep. Teşkilat mahvetti kendilerini.
Hepsini tanırdım ben. Kemal teşkilatın vur emirlerini verirdi. Ali Vuruşkan’a sormadan. Kemal’ı dinleyerek döverlerdi, vururlardı. Denktaş bilir bu işi Küçük da bilir.” (Yenidüzen gazetesi, manşet haber, Ağustos, 2009.)
Dırvana’nın şoförü Abdurrahman Kanlı
Dirvana: Kıbrıs iki halkın sığacağı veyaşayacağı kadar büyüktür
Sadece Dırvana’nın değil, daha birçok TC Büyükelçisi’nin de şoförlüğünü yapan Abdurrahman Kanlı şimdi artık hayatta değil. Onun bana Dırvana ile ilgili olarak anlattıklarını, daha önce “Avrupa” gazetesinde de yayınlamıştım…
Abdurrahman amcanın Dirvana anlatısı özetle şöyleydi:
Sabri Tahir’i aracı koyarak bir İngiliz’den, Hz. Ömer’in yanındaki şimdiki TC Büyükelçiliği ikametgahı “Villa Fırtınayı” satın aldıran Dırvana’ydı. Lefkoşa’dan Girne’ye her gidişinde, kahvede oturan ve arabasının geçtiğini fark eden Gönyelililer onu selamlamak için daima ayağa kalkarlarmış. Dirvana da genellikle verilen selamı alır, Abdurrahman amcaya arabayı durdurmasını söyler, köylülerin ikram ettiği kahveyi içer sonra da yola devam ederlermiş.
En çok da Girne Limanı’nda oturup bir şeyler atıştırıp denizi seyretmeye bayılırmış.
Girne’de şimdiki Ordu Pazarı’nın olduğu yer, 1960’ın ilk yıllarında Meyhane imiş. En çok da şarap içilirmiş. İskemle ve Masa’nın yerine Okaliptüs ve hurma ağaçlarının gövdelerinden kesilmiş kalın kütükler kullanıldığı bu meyhaneye de zaman zaman uğrarmış Dirvana. Türk-Rum ayırt etmez herkesle muhabbet edermiş.
Bayraktar Camisi bombalandığı vakit oraya ilk giden de oymuş. Parçalanmış Türk bayrağının yerine yenisini ilk diken de o olmuş.
Şoförü olan Abdurrahman Amca’nın evinde yırtılan bu bayrağı dikerkenki resmi hala duvarda asılıdır.
Dirvana’nın iki toplum arasında savaş çıkmasın diye çok çalışıp didindiğini söyledi Abdurrahman amca.
Dahası Kıbrıs Türk liderleriyle de, Makarios, Yorgacis de dahil bir çok Rum lideriyle de en kritik anlarda görüşüp, olası kavgalara engel olmaya çalıştığına şahit olmuş.
Her zaman “Kıbrıs iki halkın sığacağı ve yaşayacağı kadar büyüktür” dediğini anlatan Abdurrahman amca, Ayhan Hikmet ile Muzaffer Gürkan’ın vurulduğunu duyduğu zaman Dırvana’nın dudaklarını kanatırcasına ısırdığın, “yazık… Hem de çok yazık” dediğini anlatmıştı bana.
“Elçilik personeli olarak bir o gün yedik fırçayı, bir de Villa Fırtına’nın bahçesinde ökse ile kuş, tuzak ile tavşan yakaladığımız gün” demişti Abdurrahman amca.
Fanatikleri sevmezdi. Zaten onlara fazla da yüz vermedi. Ama fanatikler de onu sevmezdi.
Denktaş anlatıyor: Dr. İhsan Ali ve Dırvana Kipria’nun elinde silah oldular
Denktaş Hatıraları’nın birinci cildinde Kıbrıs Cumhuriyetinden sonra da Kıbrıslırumların Enosis amacıyla Türklere hücum edeceğini bunun için de silahlanma isteğini Dırvana’ya bildirdiğinde, Dırvana’nın kendisine “Bu serseri düşünceden vazgeçip işinize bakınız” dediğini yazar.
Denktaş’a göre “Dr. İhsan Ali ve Dırvana! İkisi bir arada, el ele vermiş. Birleşmiş Milletler’deki Türk tezini çürütmek için Kiprianu’nun elinde silah olmuşlar”dır.
Denktaş bey Dırvana’yı kendi siyasi çizgisine çekemediği ve ters düştüğü için olmalı onu yazılarında adeta nefret ile anar. Nitekim Hatıralarını yazdığı 10 ciltlik kitabının 1964 yılına kadar olan dönemi kapsayan birinci cildinde Dırvana ile ilgili yazdıklarının satır aralarında onun kendi politikalarına nasıl engel olduğundan kinayeli bir dille şöyle bahseder:
“Dırvana Kıbrıs’ta bir yeni İsviçre kuracaktı. Kıbrıs Türkünün davası, endişesi, derdi, korkusu hep boştu, efsaneydi. Dırvana uyudu, devleti de uyuttu…”
Türkiyeli yazar İbrahim Çamlı: Kıbrıs Türk Cemaatı liderleri yapıcı bir zihniyetle çalışmıyorlar
Emin Dirvana’nın Rauf Bey’e cevaben Milliyet gazetesinde yayınlanan yazısı üzerine araştırmacı-yazar İbrahim Çamlı da şunları yazmıştı:
“Yetkili bir kimse tarafından gelen bu sözlerin önemi büyüktür. Zira bu sözler, Türk liderlerinin temel meseleyi teşkil eden kalkınma davasıyla ilgilenmediklerini ve lehlerinde olan bir düzen içinde bile, yapıcı bir zihniyetle çalışmadıklarını göstermektedir. Kıbrıs Türk cemaati liderlerinin sorumluluk konusunun bir gün tam olarak aydınlanacağına şüphe yoktur. Bu yazı çerçevesi içinde söylenecek tek şey, bu durumun da dünya kamuoyunda lehimize bir not ilave etmediğidir.”
Kıbrıs’ın ilk Yunanistan Büyükelçisi Tranos anlatıyor: Ben ve Dırvana olsaydık Papaz Kıbrıs’ı karıştıramazdı
Dırvana Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilk Türkiye Büyükelçisi’dir. İlk Yunan Büyükelçisi ise Tranos’dur. İki yıl kadar sonra Tranos Avrupa Ortak Pazarı’nda (AET) Yunan Büyükelçisi olur. Türkiye’nin Ortak Pazar’daki Büyükelçisi Oğuz Gökmen’e “Kıbrıs’ta ben ve Dırvana bulunmuş olsaydık Papaz (Makarios) bu işleri yapamazdı” dediğini Denktaş’ın hatıralarında yazar.
Son olarak:
Emin Dirvana, Kıbrıs’ın ilk Türkiye Büyükelçisi’ydi.
Ve bir kere daha, ondan başka hiçbir Büyükelçi, Türklerle Rumların değil birlikte, değil birlikte, yan yana yaşanabileceğini dahi dillendirmeyecekti.
Ve tabii Dırvana’dan sonra hiçbir T.C.Büyükelçisi de Kıbrıs Türk Liderliği ile bu denli ters düşüp ve de bu denli nefretle anılmayacaktı.