Nereden başlasam bilmiyorum?
Hangi açıklamadan veya hangi fotoğraftaki vücut dilinden?
Sizi bilmem ama dün bütün gün boyunca Çavuşoğlu üzerinden akan enformasyon ve gelişmeler beni rahatsız etti. Yani bir yandan bu ülkede yaşamanın hangi anlama geldiğiyle tekrar yüzleştim, bir yandan da artık bazı şeyleri yavaş yavaş içselleştirdiğimizi gözlemledim. Evet dün yaşananlardan rahatsızım, başka rahatsız olan var mı da bilmiyorum. Sanırım en kötüsü yavaş yavaş alışmak. Alışmak, ölmek gibi bir şey çünkü…
Bu yazıyı Cuma gecesi yazıyorum. Yolda eve gelirken akşam biraz müzik dinler biraz kitap okur sonra da yatıp uyurum diye planlıyordum. Fakat sosyal medyada rastladığım bir fotoğraf sanırım bardağı taşıran son damla oldu. Ve şu an bu satırları okuyorsunuz.
Önce günün özetini yapalım. Konuyu biliyorsunuz Çavuşoğlu’nun ziyareti. Günün ilk haberi, en azından rahatsızlık uyandıran ilk haberi Mevlüt Çavuşoğlu’nun basın sohbeti haberiydi. Düşünün bir devlet adamı ülkenizi ziyarete geliyor ve sanki hiç mekan yokmuş gibi basın ile buluşma TC Elçiliği’nde oluyor. İkinci mesele ise bu buluşmada canlı yayına katılacak ve soru soracak gazeteciler Ankara ile istişare sonrasında belirleniyor. Yani icazetli, iktidar yandaşı, rahatsızlık verici sorular sormayacak gazeteciler. Kim ne derse desin bu örnek AKP’nin Türkiye’de yarattığı yandaş medya ve havuz medyası örneklerinin Kıbrıs’ın kuzeyindeki iz düşümüdür. Evet Türkiye’de ne varsa burada da olacak. Olmaya başladı bile. Bunu belki birçok insan iki üç ay sonra unutacak. Ama merak etmeyin, bundan sonra muhtemeldir ki bu örnekler kendisini sürekli hatırlatacak. Sadece bu örnekten bile iki sonuç çıkar. Basın programının mekan olarak Elçilik’te olması bir mesajdır. O mekanın iktidarıyla ilgili. Gazetecilerin icazetli oluşu da bir mesajdır. O mekanın ve temsil ettiği gücün belirleyiciliğiyle ilgili.
Evet Çavuşoğlu güne ilk golü atarak başladı. Ve gün içinde arkası da geldi. Sıra sıra gidelim…
Çavuşoğlu hem Kıbrıs sorunuyla ilgili hem de Kıbrıs’ın kuzeyindeki rolleriyle ilgili olarak çok net bir cümle kurdu. Bir sürü cümlenin arasında öyle bir cümle ki, diğer hepsine bedel.
“Kıbrıs davası büyük bir davadır. Kıbrıs davası birilerinin siyasi ideolojilerine veya siyasi hırslarına kurban edilmeyecek büyük bir davadır. Bunu hiç kimse aklından çıkartmasın. Ben böyle istiyorum, ben böyle demiştim, böyle söyleyeceğim diyerek Kıbrıs davasına tek başına kimse yön vermeye çalışmasın. Bugün adaya gelmemizin sebebi de budur.” http://www.yeniduzen.com/kibris-davasina-kimse-tek-basina-yon-vermeye-calismasin-111287h.htm
Bu cümleler sadece bir cümle olmanın dışında, taşıdıkları anlamların ötesinde anlamlar taşımaktadır. Sadece konuyla ilgili olarak bir fikir ve niyet paylaşımı değil, aynı zamanda bir iktidar, otorite ve hitap ettiği muhataplarını sıraya dizme, sıraya sokma, ayar verme anlamı da taşır. Çavuşoğlu’nun hareketlerini ve açıklamalarını adeta evden dışarıda bir babanın, evde çocuklarının yaramazlık yapmasının ardından kapıyı pat diye açıp, “Ne oluyor be burada” diye içeriye paldır kültür girişine benzetebiliriz. Geçtiğimiz hafta Özersay’ın ve Akıncı’nın çıkışlarını hatırlamamız yeter. “Bugün adaya gelmemizin sebebi de budur” demesi baba rolündeki otorite ve erk sahibi kişinin bir yandan yaramazlığı giderme diğer yandan da ‘buralar benden sorulur” imajını yenilemesiyle ilgilidir. Bunun politik dile tercümesi Çavuşoğlu’nun sözlerinde yatıyor: “Ben böyle istiyorum, ben böyle demiştim, böyle söyleyeceğim diyerek Kıbrıs davasına tek başına kimse yön vermeye çalışmasın. Bugün adaya gelmemizin sebebi de budur.”
Kullanılan cümleler, seçilen kelimeler ve vurgular, bir fikir beyanı veya düşünce paylaşımından ziyade, ders verir, haddini bildirir niteliktedir. Kısacası Çavuşoğlu, ayağınızı denk alın diyor. Bunu derken de Kıbrıs’ın kuzeyindeki iktidar ve tahakküm ilişkilerini yeniden hatırlatıyor.
Bu da oldu mu size ikinci gol! Oldu. Ama daha üçüncüsü var.
Dün gün içinde sadece Çavuşoğlu’nun çıkışları değil aynı zamanda Çavuşoğlu ile beraber gelen heyetin verdiği bir fotoğrafta bu ülke gerçeğini yansıtmakta. Bu yazıyı yazmama itekleyen etken de bu fotoğraf. Hatta fotoğrafın iticiliğinin beni bu satırlara düşürdüğünü de söyleyebilirim. Nedir fotoğraf? Bu yazının kapağında gördüğünüz. Buradan da ayrıca paylaştığım kare. Çavuşoğlu ile gelen heyet, Meclis kürsüsüne yayıla bayıla yerleşmiş kameralara poz veriyor. Fotoğrafı da HP milletvekili Mesut Genç sosyal medyadan paylaşıyor. İlk kez mi böyle bir fotoğraf veriliyor, bilmiyorum. Bir şey de fark etmez. Fotoğrafla ilgili herhangi bir yorum yapmayacağım. Sembolik anlamı yüksek bir fotoğraf. Özellikle de Çavuşoğlu’nun verdiği ayar “-Kıbrıs davasına tek başına kimse yön vermeye çalışmasın. Bugün adaya gelmemizin sebebi de budur”- ile okunduğunda. Varsın gerisini siz getirin… İşte burası Meclis.
Son bir kelam. Tüm bu yaşananlar, son zamanlarda Özersay’ın çıkışı, federasyon söyleminin dışında konfederasyon söyleminin sık sık tartıştırılması, Özersay’a gösterilen özel ilgi Kıbrıs’ın kuzeyinde yeni bir paradigmanın inşasına doğru bir gidişi işaret etmekte. Bir süredir söylediğimiz ve tartıştığımız şu yeni kktc’cilik meselesi.
Egemenlerin, Kıbrıs’ın kuzeyindeki iktidar mekanizmalarının ve dolayısıyla Türkiye’nin alttan alttan hatta bazen de bariz bir şekilde Kıbrıslı Türkler için yeni bir yol haritası çizdiği çok net. Mesele bize biçilen kefeni söküp atabilecek miyiz yoksa… Yoksası biraz da bu hayatta tavır alabilmekte.
Bu yazıyı bitirirken, sevigili Sami Özuslu’ya ve Kanal Sim emekçilerine de bir selam göndermek istiyorum. Elçilik’te Ankara’nın icazetiyle düzenlenen Çavuşoğlu programını diğer kanallardan farklı olarak yayınlamaması, işte bu tavıra bir örnektir. Herkesin sıraya dizildiği ve aynılaştığı bir dönemde onuruyla ve farkıyla hayatta tavır alanlara selam olsun…