“İnsani amaçlarla” BM askerlerinin ve araçlarının üzerine sürülen şirolar…
ve
“İnsani amaçlarla” ulaşılmaya çalışılan “hayvani sonuçlar”…
Pile’deki yaşanan gerginlik üzerine açıklama yapan Türk yetkililerinin (*) hepsi de iki noktaya, üstüne basarak, vurgu yapmışlardır.
Birincisi, bu yolun tamamıyla “insani amaçlarla” yapılmak istendiği; İkincisi ise; KKTC’nin egemen bir devlet olduğu iddiasıdır.
<Burjuva dünyada çatışan taraflardan hiçbiri hatanın kendinde olduğunu söyleyerek çatışmaya girmez. Taraflar, kendi haklılıkları üzerine savlar geliştirirler. Bu durumda da rakiplerinin savlarını yanlışlamak, yalanlamak ve etkisiz hale getirmek için çaba harcarlar. Anlayacağınız, bir taraf kendini haklı, karşı tarafı haksız görüp gösterirken, diğer taraf da kendini haklı, karşı tarafı haksız görür ve gösterir.
Anlayacağınız, burjuva dünya yalan ve güç üzerine kurulmuştur…>
Gelin şimdi Pile olayına bu gerçek çerçevesinde bakalım ve Türk tarafının esas niyetinin ne olduğunu anlamaya çalışalım.
Tamam, Pile’ye gitmek için çekilen çile gerçektir. Pile’ye bir düğüne gidecek olsanız, düğün kuyruğundan önce sınırdaki kimlik kontrolü kuyruğuna hazır olmanız lazım. Aynı şey cenazeler için de geçerlidir. Yani, güneye çalışmak için geçen işçilerin bütün geçiş kapılarında çektikleri çileyi Pile’ye gidecek veya Pile’den KKTC’ye gelecek olanlar da sürekli yaşamaktadırlar. Ama, bu çile sadece Pile için değil, tüm diğer geçiş kapıları için de geçerlidir.
Bu gerçek ortada dururken niye sadece Pile? Yoksa, Pile dışındaki kontrol noktalarında yaşanan eziyet “insani amaçlar” kapsamı dışında mı?
Denecektir ki, “hayır, biz vatandaşlarımız arasında hiçbir ayrım gözetmeden, “insani amaçlar” çerçevesindeki tüm engelleri kaldırmak istiyoruz, ama güney yanaşmıyor”.
Yok, yok! Boşverin güneyi falan, gelin kuzeydeki “insani amaçları” konuşalım.
Mesela, Alayköy’den Lefkoşa’ya en kastirme yol hangisidir? Bugünkü güzergah olmadığı kesin. Niye daha kestirme bir yol açmıyorsunuz? Hem de “insani amaçlarla”…
Yapamazsınız, çünkü yapmanız gereken güzergah üzerinde askeri birlik var. Üstelik, ara bölge de değil, BM askeri de karışamaz. Kimin askeri birliği var orada? Türkiye’nin, değil mi? Hani siz egemendiniz KKTC’de? Öyle BM’ye falan da sormaya gerek yok, egemen olduğunuzu gösterin dünya aleme, geçirin yolu kendi askeri birliğiniz içinden. Müsade etmiyor mu Ankara? E, sürün şiroları üzerine o zaman, kanıtlayın egemenliğinizi…
Mesela, Luricina’ya, tamamiyle KKTC sınırla içinde olmasına rağmen, yıllarca kimlik kontrolü sonrası girilebildi, değil mi? “İnsani amaçlar” gereği miydi bu uygulama da?
Mesela, siz halkınızın “insani amaçlarla” ihtiyaç duyduğu, Dağyolu diye bilinen yolu niye yapmadınız bunca yıldır? Birçok insanımızı kaybettik bu yol olmayan yolda.
N’oldu, paranız mı bitti? E, ananızdan isteyin da versin, nasıl olsa “insani amaçlarla” kullanılacak, değil mi?
Kim yer sizin “insani amaçlar”ınızı?
Ne siz insansınız, ne de sisteminiz insanidir, amaçlarınız nasıl insani olsun?
Bir de kalkmış, koro halinde “egemen” olduğunuzu iddia ediyorsunuz.
Yahu siz, Ankara’ya sormadan, değil BM üzerine şiro sürmek, tuvalete bile gidemezsiniz. Ankara otur der oturursunuz, kalk der kalkarsınız. O, federasyon derse, siz de dersiniz. O, iki egemen devlet derse, siz de iki egemen devlet dersiniz. O, sizin parti başkanınızın, başbakanınızın ve hatta cumhurbaşkanınızın kim olacağını belirler, siz ise bunu olsa olsa alkışlarsınız ve pay çıkarmaya çalışırsınız.
Ankara, KKTC üzerinde, hem ekonomik ve hem de siyaseten egemendir.
Ankara’nın bu egemenliğini Kıbrıslı yöneticiler ve makamlar eliyle kullanıyor olması bu gerçeği değiştirmez. Kıbrıs Türk burjuvaları ve onların siyasal temsilcileri Ankara ile gönül ve hedef birliği oluşturmuşturlar. Daha doğrusu Ankara’nın Kıbrıs’taki uzantıları haline dönüşmüştürler. Bu anlamda, aslında “egemeniz” derken onlar tümüyle yalan söylemiyorlar. Onlar, egemenlik haklarını Ankara’ya devrettiklerinden ve kendilerini de Ankara’nın uzantısı gördüklerinden, Ankara’nın Kıbrıs’ın kuzeyindeki egemenliğinden kendilerine de pay çıkarıyorlar.
Ya, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi…
BM Güvenlik Konseyi üyeleri de mi bilmiyor KKTC’nin egemen bir devlet değil ama, son tahlilde TC’nin kesin hakimiyeti altında, her anlamda TC’nin egemen olduğu bir devlet olduğunu? BM Güvenlik Konseyi 5’i daimi 15 üyeden oluşur. Kimdir bu Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri? ABD, Britanya, Fransa, Rusya ve Çin. ABD, Britanya ve Fransa aynı zamanda Türkiye’nin de üyesi olduğu NATO’nun da ileri gelen ülkeleri, yani batının ağır topları. Türkiye, bu NATO’nun en büyük ordularından birine sahip bir ülke. Türkiye’nin burnunu Kıbrıs’a sokmasını sağlayan, Türkiye’yi, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’ne “garantörlerden biri” yapan bu Britanya ve ABD değil mi?
İşlerine gelmediğinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) adaya müdahalesini engelleyen, ama istediklerindeyse resmen müsamaha göstererek onay veren bunlar değil mi? Bunlar, 1974’te, “anayasal düzeni tesis edip çekilme” yalanıyla adaya çıkan ve o günden itibaren, bırakın geri çekilmeyi, kökleşmek için her türlü hukuku alenen ihlal eden bir güç olduğunu bilmiyorlar mı? Bilmiyorlar mı ki, Anayasası uyarınca (Geçici 10. madde) KKTC’nin her türlü iç ve dış güvenliğinden sorumlu GKK denen kurum Türkiye Genel Kurmayı tarafından atanan bir Türk generali tarafından sevk ve idare ediliyor?
Tüm bunları biliyorlarsa, nasıl oluyor da, kendi askerleri üzerine şiro sürürlmesinden TC’yi değil de KKTC makamlarını sorumlu tutuyor BM? Hem de, TC yetkilileri Pile olaylarında yapılanları savunmak ve BM’yi suçlamak için ilk andan itibaren açıklamalar yapmaya başlamalarına rağmen…
Olayları izleyenlerin kafası iyice karışmaya başladı…
İlk günlerde, bir taraf, “aferin askerlerimize, BM’ye haddini bildirdik!” derken, diğer bir taraf, “yapmayın, etmeyin, bizi dünyaya rezil ettiniz. Bu işler diplomasi ile çözülür!” demeye başlamış, üçüncü bir grup ise, “sizin hakkınızdan BM ve ABD gelir, size öyle bir tokat atacaklar ki, göreceksiniz BM üzerine şiro sürmek nasıl olurmuş!” diyerek KKTC’nin ve dolayısıyla da TC’nin cezalandırılmasını “dört gözle” beklemeye koyulmuştu. Bu üçüncü grup genel olarak TC’yi işgalci olarak görenlerden oluşur.
İşte bu grup, BMGK’nin açıklamasında Türkiye’yi alenen suçlamaktan kaçınmasına ve dolayısıyla KKTC yetkililerini sorumlu tutmasına anlam veremiyorlar.
BMGK üyesi ülkelerin yanlış bilgilendirilmiş olabileceklerinden bahsediyorlar. Hatta, Pile olaylarının, dünyanın dikkatini Kıbrıs sorununa çekmek ve görüşmeler yoluyla çözmek için düzenlendiğini düşünenler bile var…
Neler döndüğünü, neler tezgahlanmaya çalışıldığını tam olarak ve tüm ayrıntılarıyla bilebilmemiz mümkün değil tabi.
Ama bu, bizim bazı varsayımlar yürütmemize, hangi güç veya güçlerin böylesi bir karışıklıktan medet umabileceğine bakarak bazı tahminler yürütmemize engel değildir.
Benimkisini, yalan dolan ve manipülasyon yoluyla halkın kandırılmasını ve yönlendirilmesini, kendi çapımda ve mütevazi bir önleme çabası olarak değerlendirin…
O zaman, olay arkasında yatan ve gizlenmeye çalışılan gerçekler nelerdir?
İki tanesini yazımızın başında ele almıştık. Gelin diğer bazı gerçeklere daha bakalım.
Türk tarafı bir yandan, olayın geçtiği toprakların tamamıyla KKTC’ye ait olduğunu, bu nedenle de BM’nin KKTC topraklarında, yani egemenliği altındaki arazilerde yol yapım çalışmalarına müdahale ettiğini iddia etmektedir. Bu, özellikle TC medyasında yoğunlukla bu şekilde servis edilmiştir. Buna, sosyal demokrat çizgideki TV kanalları (Halk TV ve TELE 1) da dahildir.
Diğer taraftan, yapılmasına başlanan yolun toplam 11 küsur km olduğunu, bunun 7 küsur kmsinin KKTC topraklarında, yaklaşık 4 kmsinin de ara bölgede olduğunu itiraf etmelerine rağmen, BM’nin bu dört kmlik bölümde de söz sahibi olamayacağını, çünkü, ara bölge diye bilinen bölgeyi BM’ye kendilerinin verdiğini bile söylemektedirler.
Bu tür yaklaşımların genellikle iç kamu oyuna, yani kendi tribünlerine oynandığında sergilendiğini biliyoruz. Böylesi durumlarda hamaset objektivitenin yerini alır, kurtlar kuzu postuna bürünür…
İlk başlarda BM’nin KKTC egemenliğini ihlal ettiğine inandırılanlar, BMGK tarafından tersi iddia edildiğinde, bu kez de, ihlali yapanın TC değil, KKTC makamları olduğuna inandırılmaya çalışılır. Aslında BMGK’nin bu tavrı, yaşananlardan TC’yi değil de KKTC makamlarını sorumlu tuttuğunu açıklaması, dolaylı olarak KKTC’nin egemen bir devlet olduğa, kendi kararlarını kendinin aldığına kapı açar. Yani, bu açıklama TC’nin Kıbrıs’ta uyuladığı sömürgeleştirme politikalarının en azından GK üyesi devletler tarafından dolaylı bir onayı anlamına gelir.
Tamam, perde arkasında gerçekleşen diplomatik pazarlıkları inkar edecek değilim, GK’nin Britanya tarafından toplantıya çağrıldığının, hatta bildiri taslağının da büyük ihtimalle Britanya tarafından kaleme alındığını tahmin edebiliyorum. Bu taslağı, ilk anda Rusya’nın veto etme durumunun ortaya çıktığı haberleri de yayılmıştı. Ama, bu arada ne yaşandıysa beşi de böylesi bir açıklamanın altına imzalarını koymaya razı oldular.
Böylelikle, bir yandan BM’nin “prestijini” koruyacak, ama diğer yandan da TC’nin aklanmasını sağlayacak bir formül buldular ve tüm yükü KKTC makamlarının sırtına yüklediler.
Nitekim, hiçbir KKTC yetkilisi (Cumhurbaşkanı, Başbakanı veya Dışişleri Bakanı) çıkıp da, “Yok yahu, biz bu işi Ankara’nın talimatlarıyla yaptık.” demediğine göre, bu “yerli” makamların Ankara’dan bağımsız olduğu da kanıtlanmış oluyor. Yersen…
Tamam da, bizler çok iyi biliyoruz ki, bu doğru değildir. KKTC, TC’nin tam kontrolünde bir devlet örgütlenmesidir. KKTC’de meydana gelen herbir önemli gelişme (KKTC’nin ilanı, Maraş açılımı vs…) Ankara’nın önceden verilmiş talimatları ve hem lojistik hem de ekonomik ve siyasal katkılarıyla gerçekleştirilmektedir.
Gazeteci Cenk Mutluyakalı’nın iddiasıGazeteci Cenk Mutluyakalı’nın iddiasına göre, Yiğitler-Pile yol ihalesinin Türkiye’de açılıp sonuçlandırılmış ve bir TC firması tarafından devreye sokulmuştur.
O zaman, TC’nin Pile provakasyonundan umduğu nedir?
TC ekonomik olarak tarihinin en kötü, en sıkışık dönemlerinden birini yaşamaktadır; TL tarihinin en çok değer kaybettiği bir süreçten geçmektedir. Aynı şekilde döviz rezervlerini tüketmiş, “1 cente muhtaç” hale gelmiştir. Arabista çöllerinde resmen borç dilenir durumdadır.
Bilindiği gibi siyasal güç ekonomik güç ile orantılıdır. Bozulan ekonomik yapı siyasal gücün de erozyona uğramasını kaçınılmaz kılar. Uluslararası prestijiniz düşer, her konuda sıkıştırılmaya başlarsınız, herkes sizden bişeyler koparmaya çalışır. Kapitalist dünya böyle bir dünyadır; düşenin dostu olmaz.
Bu durumda Ankara, yavaş yavaş görüşme masasının tekrardan kurulma çabalarının farkındadır. Güçlü olduğu koşullarda elinin tersiyle kenara ittiği tavizlerin tekrar karşısına çıkarılacağının gayet farkındadır. Açıkcası Türkiye bu koşullarda görüşme masasına oturmak istemiyor, görüşme zeminini “havaya uçurmaya” çalışıyor. Provokasyon ve oldu bittilerle görüşme zeminini ortadan kaldırmaya, olmazsa masaya taviz olarak sunacağı yeni “ganimetlerle” oturmayı planlıyor. Böylelikle, hem güney, hem de dünya bu yeni ganimetleri geri alma gayretinden, ya eskileri de isteme gücünü bulamayacak, ya da istese bile TC’ye, “yeter ulan, canımızı da mı alacaksınız?” deyip mağduru oynama fırsatını verecekler.
Bir de, bu işin başarıldığını, yani kuzeyden Pile’ye, KKTC makamları dışında kimsenin denetleme gücü olmayan bir yol açıldığını düşünün…
Kimlere yaramaz ki bu?
___________________________________
(*) Türk tarafı derken ben Ankara’nın belirleyici olduğu ama, Ankara ile bütünleşen KKTC burjuvalarını da kapsayan bir olguya vurgu yapmaya çalışıyorum.
Bir “entegrasyon sürecinden” bahsediliyor ya, işte bu süreç öncelikle büyük sermayedarlar ve aynı zamanda da burjuva politkacılar (soldan sağdan) tarafından gerçekleştirilmiştir. KKTC sermayedarları ve burjuva siyasetçileri “kasabın kanlı bıçağını yalar” duruma gelmişlerdir.