Türk Lirası’nın uluslar arası döviz piyasalarında değer kaybı herkesin malumu.
Bu durum, hem Türkiye ekonomisini, hem de KKTC ekonomisini derinden etkilemektedir.
Hatta, KKTC ekonomisini Türkiye ekonomisinden de daha fazla etkilemektedir dersek abartmış olmayız. Bunun bilinen bazı sebepleri vardır tabi ki. Bu sebeplerden, en önemlilerinden bir tanesi üzerinde durmakta yarar görüyoruz.
SİYASAL İRADE OLMADAN, NE EKONOMİ, NE DE PARA BİRİMİ İLE ALAKALI KARARLAR ALINAMAZ
KKTC devleti, kullanmakta olduğu para birimi üzerinde hiçbir kontrole sahip değildir. TL üzerindeki kontrol tamamıyla TC devletine aittir.
KKTC devleti, vazgeçtim TL üzerinde herhangi bir yetki sahibi olmasını, KKTC Merkez Bankası ve de KKTC ekonomisi üzerinde de herhangi bir yetki, yönlendirme ve kontrole sahip değildir. KKTC ekonomisi üzerindeki kontrol tamamıyla TC’ye aittir.
Hal böyle olunca da, ekonomik irade KKTC devletinin değil, TC devletinin iradesidir.
Yani, KKTC devleti ekonomik açıdan iradesiz bir devlettir!
Ama, ekonomi bakanlığı var, maliye bakanlığı var, merkez bankası var denecektir…
Evet, bunların hepsi, hatta daha fazlası var. Ama, bu bakanlıkların ne gibi faaliyetler yürütecekleri bizzat TC devleti tarafından kararlaştırılıp, gerek mali ve ekonomik paket ve protokollerle KKTC yetkililerine havale edilmektedir.
İşte bu noktada, işler ekonomik mecradan çok, siyasal mecraya dair işler haline gelmektedir. Yani, ekonomisi ve maliyesi (ve para birimi) üzerinde hiç bir yetki sahibi olmayan KKTC devleti, dolayısı ile siyasal iradesini de TC devletine “havale etmiş” durumdadır.
Bu “irade havalesi”, ya da halkın penceresinden bakıldığında bu siyasal “irade gasbı”, sadece ekonomik alanla sınırlı değil, Kıbrıs sorunu da dahil her türlü siyasal ve sosyal alanı da kapsamaktadır.
Yani, KKTC devleti (ta kuruluşundan beridir) siyasal olarak da irade sahibi bir devlet değildir. Var gibi gösterilmeye çalışılan siyasal irade aslında TC devletinin siyasal iradesidir.
Bu nedenle, TL’nin değer kaybına karşı politika üretirken bu gerçekleri dikkate almak zorundayız. Bu gerçekleri dikkate almadan yapılan hiç bir ekonomik ve siyasi önerinin ayakları yere basmayacaktır. (*)
NE YAPMALI?
Aslında, ne yapmamalıdan başlamakta yarar görüyorum.
Öncelikle, üstte vurguladığım gerçekleri göz ardı etmemekle işe başlamalıyız. KKTC’nin bağımsız ve irade sahibi bir devlet olduğu yanılgısına devam etmemeliyiz.
Aynı şekilde, TC devletinin bu “bağımsız” ve “egemen” devletin koruyucusu ve kollayıcısı olduğu, Türkiye’siz Kıbrıs Türk toplumunun var olamayacağı yanılsamasına ve ezberine devam etmemeliyiz.
O zaman, ne yapmalı?
Öncelikle, gerek döviz krizinin ve gerekse ekonomik krizin nedeni ve sorumlusu halk değil, tersine ülkeyi yönetme iddiasında olan sermayedarlar, onları temsil eden siyasiler ve sömürgeci TC egemenleri olduğunu görmemiz gerekmektedir.
Bu nedenle, krizin bedelini de onlar ödemelidirler, onlara ödetecek politikaları acil önlemler olarak devreye sokmalıyız.
Bu politikaları şöyle sıralayabiliriz:
- Kıbrıs’ın kuzeyinde piyasada mevcut tüketim mallarının neredeyse tümü ithal mallarıdır. Yani, ülkeye dıştan getirilmektedir ve ödenmeleri de döviz baz alınarak yapılmaktadır. Devlet veya tüccar bu malları ithal ederken, dövizde gerçekleşecek herhangi bir değişikliliği, ithal ettiği malı tüketiciye veya parekenteciye satarken yansıtmaktadır. Sonuçta, tüketici malı satın alırken zamlı olarak almaktadır. Bu da halkın alım gücünü sürekli düşürmektedir. Sermaye sahipleri ise, dövizdeki farkı mallarına yansıttıkları için kısa dönemli hiç bir kayba uğramamaktadırlar.
Görüleceği gibi, maaş ve ücretler dışında her şey dövize endekslenmişken, memur, emekliler ve asgari ücret de dahil tüm ücretlilerin TL’nin değer kaybına, yani ceplerindeki paranın eriyip yok olmasına ve alım güçlerinin düşmesine karşı koruyucu hiç bir önleme sahip değillerdir. Ne devlet, ne de sermayedar, malını ithal ettiği ülke sermayedarlarına dövizin her bir yükselişinde daha çok TL ödemeyi kabul ederken, bunu tüketicinin sırtına yüklemeyi biliyor, ama emeğini satın aldığı emekçinin maaş veya ücretini dövize göre ayarlamayı akıl edemiyorlar.
Siz karar verin, sermayedarlar kendi milletini sevdiklerini, milletleri için her türlü zorluğa katlanacaklarını söylerken ne kadar samimidirler?
TL’nın değer kaybının emekçi halkımız üzerinde yarattığı yıkıcı etkiyi bir nebze de olsa hafifletmek ve alım gücünü az da olsa artırmak için tüm muhasebe işlemlerine stabıl bir döviz birimi baz olarak belirlenmelidir. Sadece ithalat/ihracatta değil, maaş ve ücretler de dahil tüm ödemelerde de döviz kuru muhasebe birimi olarak kullanılmalıdır. Kısa vadede halkın alım gücünü korumanın başka yolu yoktur.
- Dövizdeki artışla maaşları günden güne eriyen asgari ücretlinin alım gücünün korunabilmesi için, Asgari Ücret Tespit Komisyonu lağvedilerek, asgari ücret en düşük kamu maaşına endeklenmelidir.
- Özel sektörde olsun, kamuda olsun sendikasız çalışma yasaklansın.
Bu önlemlerin, kavgası verilmeden elde edileceği hayalinde değiliz.
Bu kavga, emeğin sermayeye karşı mücadelesinin bir parçasıdır!
Bu kavga, halkın ülkesine ve egemenlik haklarına sahip çıkması kavgasıdır!
Bu kavga sınıf kavgasıdır!
NASIL YAPILMALI?
Önerimiz, TL’nin değer kaybının sorumlusu olarak sermayedarları ve onların siyasal temsilcilerini gören, dolayısıyla da, bunun ceremesinin emekçilere ödetilmesine karşı olan, bu nedenle stabıl bir para biriminin muhasebe birimi olma kapsamını maaş ve ücretleri de kapsayacak şekilde genişletilmesini savunan örgütlerin; parti ve sendikaların, bir araya gelerek mücadelenin içerik ve şekline karar vermek üzere acilen toplanmaları ile işe başlanmalıdır.
Bu nedenle, ülkesini ve halkını seven örgütlere alenen çağrı yapıyoruz;
İşte size asgari müşterek!
Maaş ve ücretlerin de stabıl bir para birimine endekslenmesi kavgası, emekçilerin alım güçlerini korumakla sınırlı bir kavga değildir!
Aynı zamanda, halkın kendi iradesini kendi ellerine alma kavgasının ilk tuğlasıdır!
En önemlisi de, sınıf kavgasıdır, emekçilerin sermayeye karşı isyanını başlatacak olan kavgadır!
(*) Bazı kesimlerin “mal bulmuş mağrubi gibi” bu önerimiz karşısında, ortaya attıkları “euroya geçelim” önerilerinin temelsizliğini ve aslında ne anlama geldiğini başka bir yazıda ele almayı düşünüyoruz. Şu kadarını söyleyelim; bu öneri sahiplerinin ayakları yere basmamaktadır.