Sıklıkla toplumsal ve bireysel hallerimizin histerik bir şekle dönüştüğünü gözlemlemekteyim.
Özellikle eleştiri kültürünün içselleştirilmediği bir bağlamda, eleştiri niyetiyle başlanan yolculuklar, kolektif bir lince dönüşüyor.
Aynı şekilde eleştiriye karşı durmaya çabalayan kesimler ise savundukları düşünceleri bir tabu ve dogma haline getirip tahammülsüz tavırlar sergiliyor.
İlkinde eleştirilen düşünce ve eleştirel akıl yerini bir linç histerisine ve üstünlük düşkünlüğüne bırakıyor.
İkincisinde ise öz sorgulama ve eleştiriyi anlaya bilme kabiliyeti yerini bir fanusta birbirine kenetlenmiş, kendi ritüel ve sloganlarına sarılmış, savunma mekanizması ile aynı üstünlük kavgasına giren bir başka cepheye bırakıyor.
Her iki durumda da eleştirel düşünce ve anlayabilme kabiliyeti yerini bitimsiz bir histerik üstünlük çekişmesine bırakmıştır.
Bu tür kavgaların ne kazanını olur ne de kaybedeni…
Herkes kendi köşesinde, kendi konfor alanlarının içine çekilmiş, fire vermez haklılığının iç tatminin yaşarken, karşısındakine de içindeki öfkeyi boşaltmaktadır.
Bu süreç böyle kısır bir döngü olarak devam eder…
Kimse birbirini anlamaya çalışmaz ve herkes kendi alıngan doğruluğunda ama karşıtının üzerinden kendisini var kılmaya devam eder.
Son günlerde dozajı gittikçe artan ve şiddetleşen Akıncı ve Erhürman taraftarları arasındaki ‘tartışma’ da aslında böyle bir bağlamda şekillenmekte.
Tam bu noktada anlaşılıp anlaşılmayacağından emin olmamakla birlikte bazı noktaların vurgulanması gerektiğini düşünmekteyim.
Kısa kısa gidecek olursak;
- Ne yazık ki CTP’ye yönelendirilen, özellikle de AKP’nin dayatmaları ve müdahaleleri hatta aşağılamaya kadar varan çıkışlarına dair CTP liderliğinin pasif kalmayı tercih ettiğine yönelik eleştiriler ya anlaşılmamakta ya anlaşılmak istenmemekte ya da artık CTP’nin öyle bir gailesi olmadığından ciddiye alınmamakta. Özellikle kendisine yönelik eleştirileri bir anda ‘ötekileştirme’ olarak benimseyip algı kapılarını kapaması CTP açısından hoş bir durum değildir. Bu kendisi ile barışık olmayan, öz güven eksikliğinden muzdarip birinin klasik tavrıdır. CTP liderliğinin ‘Türkiye’nin suyuna gitme’ politikası devam ettikçe hem kendi tabanından hem de çeşitli sol kesimlerden tepki görmeye ve eleştirilmeye de devam edecek. Mesele CTP liderliğinin bu eleştiriler karşısında ya savunma modunda olması ya da alışkanlık haline getirdiği suskunluk sarmalına daha da sarılması. Bu tavır CTP’yi her geçen gün Kıbrıslı Türkler’in iç sesi olmaktan uzaklaştırmakta ve AKP’nin arzu dünyasına daha da yaklaştırmakta.
- CTP’yi eleştiren kesimlerin çoğu, meseleyi CTP üzerinden kendisini var etme noktasına getirmekte. Öyle ki bu tavır artık sol içerisinde bir politika ve söz söyleme alışkanlığına, bir çeşit entelektüel konfor alanına dönüştü. Belki de bu durumun alt metninde CTP’ye CTP’lilerden daha fazla anlam yükleme ve beklenti geliştirmeye dair bir güdü yer aldığını ifade edebiliriz. Halbuki belki de CTP’nin artık, CTP dışındaki sol kesimlerin tahayyül ettiği gibi bir amacı, gailesi ve ideası yoktur. Bundan dolayı CTP’ye yönelik histerik hale gelen muhalif çıkışlar, ifade edilmek istenen sözün ötesinde, bir yandan karşı tarafı bir birine kenetlerken diğer yandan da karşıtı üzerinden kendini var kılmaya yaramakta. Bu tür tartışma ve kavgaların içinden bir sonuca varılarak çıkılmaz, daha çok herkesin kendi konumunun güçledirmekten öte de işlevi olmaz.
- Son zamanlarda dillendirilen ve toplumun saflaşmakta, kutuplaşmaka olduğuna yönelik kaygılar, bu tartışmalarla bilikte daha da büyümekte. Saflaşmaya dair kaygılar dile getiren kesimler bu saflaşmanın ortadan kaldırma koşullarını da düşünmesi veya bu yönde çıkışlar yapması gerekmektedir. Fakat politik alanda saflaşmalar kaçınılmazdır ve önemli olan saflaşmaya karşı olmak değil, böyle bir sürecin nasıl yönetileceği meseledir. Bugün toplumda sol ve sağı, çözüm ve çözümsüzlüğü aşan ve tüm bu saflara dokunan ayrı bir çekim merkezi gelişmekte: Kıbrıslı Türk kimliği, son yıllarda artan çeşitli kaygı ve varoluş sıkıntılarından dolayı bugün cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde geniş bir yelpazede politik argümanlar üretmek için elverişli bir bağlam sunmakta. Kimlik, kimlik siyaseti veya milliyetçiliğe kadar varabilecek kimlik vurgusu tehlikeli sularda kürek çekmeye benzer. Fakat nesnel bir gerçekliği de kabul etmek ve ona göre hareket etmek gerekmektedir. O da ekonomik, kültürel, sosyal ve manevi olarak sürekli bir biçimde sunni islam ve pan-Türkizm basıncı altında varlığını kırılgan, güvencesiz, politik temsiliyetini en hafif tabirle şüpheli ve geleceğini bulanık gören, bir inançsızlık türbülansı içerisinde savrulan Kıbrıslı Türkler, sarılacakları tek kaynak olarak Kıbrıslı (Türk) kimliğini görmekte. Uzun uzadıya farklı bir tartışma konusu olmakla birlikte, bu alanın milliyetçiliğe veya ırkçılığa mı yoksa toplumsal adalet, eşitlik ve özgürlük odaklı sol bir siyasal bağlama mı evrileceği, Kıbrıslı Türkler’in özne olabilme mücadelesinde iddia sahibi olan kesimlerin performansına ve kararlarına bağlı olacaktır.
- Toplum bu süreçte siyasi liderlerden net olmayı beklemekte. Muğlak açıklamalar, esnetilmiş cümleler, birilerini incitmemek veya birilerinin suyuna gitmek için takınılmayan tavırlar, bu kesimlere dair toplumsal güveni azaltmakta. Bir reaksiyon toplumu olan ve özellikle de kimliğine gelen saldırılar karşısında daha da hassaslaşan bir reaksiyoner duygular toplumu olmaya doğru gittiğimizi ifade edebiliriz. Kurumları olmayan, siyasi temsiliyeti tanınmayan ve temsiliyet krizi yaşayan; ekonomik olarak kendi ayakları üzerinde duramayan, sürekli olarak yok sayılan, hem güneyden hem de kuzeyden varlığı ciddiye alınmayan bir toplum ancak duygularına yaslanabilir, duyguları ile varlık gösterebilir…
- Akıl dışı bir rejimde, Kıbrıslı Türk toplumunun bir duygu toplumu haline dönüştüğünü yadsıyamayız. Dolayısıyla siyaset, sadece rasyonellik üzerine kurulacak teknik bir hat değil, aynı zamanda duyguları da yönlendirebilecek bir potansiyeli taşımalıdır. Aksi taktirde duygular kendi haline bırakıldığı zaman, kendi kendini yok etmeye kadar genişleyebilen yıkıcı sonuçlar doğurur. İşte önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin belki de kilit noktası hangi siyasi simanın, toplumsal duygular ile ne yapabileceği noktasıdır.
- Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde eğer olağan üstü değişimler olmazsa seçimin üç aday odağında ilerleyeceği kesin gibi. Akıncı, Tatar ve Erhürman… AKP’nin Kıbrıs’taki adayı ve projesi net bir şekilde Tatar üzerinden şekillenmekte. Kudret çoktan oyun dışı. Erhürman ise, AKP’nin alternatifi değil ama kendisinin de reddetmediği gibi Türkiye ile oyunu Türkiye’nin belirlediği çizgiler dahilinde oynamaya gönüllü. Akıncı sadece federasyon veya Türkiye ile ilişkilerde ortaya koyduğu pratikle değil, Kıbrıslı (Türk) kimliğine ve duygulara yaptığı vurgu ile de diğer adaylardan ayrılmakta. Sürekli konuşulduğu gibi bu seçim çözüm-çözümsüzlük veya Türkiye ile ilişkiler odaklı bir seçim olmayacak, bir başka odak daha var, o da kimlik ve buna bağlı olarak toplumsal duygular meselesi…
Aklı, duyguları ve yüreği en iyi harmanlayabilecek olan bu seçimden başarı ile çıkacak. Fakat bu denge öyle bir denge ki, duygular, akıl ve yürek arasında bir dengesizlik olduğu an, her şey felakete de sürüklenebilir…