24 Nisan tarihi adanın yakın tarihindeki en önemli günlerden biridir. 2004 yılında yapılan Annan Planı referandumundan 17 yıl sonra ise gerçekleşen bu eylem aslında federasyon yönündeki iradenin kendini yeniden tanımlama çabası içinde önemli bir mihenk taşıdır.
Dünkü eylem sonrasında, artık adanın iki tarafında da azımsanamayacak bir kitlenin, adada federal bir çözüm çerçevesi içinde birleşmesi konusunda isteklerini sokakta ifade ettiğini göstermiştir. 2004 sürecinden taban tabana farklı olarak bu sefer iki toplum arasındaki siyasi istişare çok daha sağlam temellere oturuyor. Siyasi işbirlikleri ve anlayışlar artık çok daha iyi biliniyor, taraflar birbirlerine karşı hassasiyetlerini iyi anlayıp ona göre pozisyon belirliyor. Mesela, eylem ile birlikte 24 Nisan tarihinde Kıbrıs’ın iki yanından bazı siyasi parti ve örgütlerin 5+ BM toplantısına yönelik imzalanan bildiri bu bağlamda azımsanmamalıdır. İçerik açısından vurgulanan noktaların artık zor konularda dahi ortak bir kavrayışın olduğunu gösterdiği unutulmamalıdır.
Ancak, çatışma geçmişi olan toplumlarda ortak bir talebin sokağa inebiliyor olması önemlidir. Üstelik, bizimkisi gibi yıllarca etnik olarak birbirine düşürülmüş, farklılıkları üzerinden manipüle edilmiş topluluklarda bu çok daha önemli bir gelişmedir.
Etnik bir sorunu, etnisite savaşlarına hapsolmadan kurgulayıp bunu bir çözüm planı olarak anlayanların çoğalması takdir edilesi bir gelişmedir.
Bununla birlikte, yaklaşan Cenevre Konferansı ve orada yaşanması muhtemel tren kazası konusunda da, Kıbrıslı toplumları ortak bir ses vererek, yaşanacaklar konusunda uluslararası toplumun dikkatini çekmeye çalışıyorlar. Bu hasar kontrolü tavrı da aslında gelecek için umut vermektedir. Çünkü, yaşanacak tren kazasında sorumluların cezalandırılması kadar ılımlıların güçlendirilmesi yaklaşımının da ilerletilmesi açısından bu siyasi olarak önemli bir girişim olmuştur.
Şubat 2014 tarihli ortak bir deklerasyonla başlayan, Crans Montana ile yeni bir boyut kazanan ve bu süreçlerde zaman zaman raydan çıkan taraflara etkili müdahalelerde bulunamayan uluslararası toplumun, Kıbrıs ile ilgili yargılarını oluşturacak olan bu tren kazasından önce ortaya konulan çok toplumlu paralel etkinliklerin hala daha kayda değer bir federasyon talebinin toplumda meşru olduğu ancak sorunun siyasi liderlerin bu duruşa liderlik edemeyeceğine işaret ediyor.
Bu liderlik zafiyetinin birden fazla kaynağı olduğu kesindir. Bunlardan biri Tatar’ın Türkiye ile birlikte karşılıksız bir maceraya atılmasıdır. Bir diğeri ise, Kıbrıs Rum lideri Anastasiadis’in yaşanan yolsuzluk ve rüşvet skandalları konusunda şahsi rolünün olduğuna yönelik iddialardır. Federalistler, iki “liderin” de, dar ve kısa dönemli çıkarlarının, Kıbrısın uzun dönemli çıkarlarının önüne geçtiği ve bu yüzden de statükonun devamından yana çalışacakların yönelik genel kanıya sahiptir.
Kıbrıs Türk toplumunda, eylemin yansımalarına baktığımızda bazı çıkar odaklarının pandemi üzerinden eylemi eleştirmiş olması da ilgi çekiciydi. Çünkü, eylem federasyon çizgisi ile ortaya konulmasına rağmen içinde kötü pandemi yönetimi, ayrılıkçı söylemlere verilen tepkiler ve en merkezi olanı da Ankara’nın Kıbrıslı Türklerin işlerine pervasızca karışmasına da yönelik bir tepkiydi.
Bu bağlamda, kötü yönetilen pandeminin, kötü yöneticilerinin çıkıp da pandemi konusunda suçlu arıyor olmaları, bir açıdan da ne kadar zavallı bir durumda olduklarını görmek açısından ilginçti.
Doğrusu, pandemi konusunda son derece hassas olan kitlelerin eylem çağrısına karşılık verip, binlercesinin sokaklara dökülmesi toplumun belli kesimlerinde öfkenin biriktiğinin önemli bir göstergesiydi. Kıbrıs’ın kuzeyindeki iktidar odakları bunu anlayabilir veya görmezden gelebilir. Ancak bu durumu ötelemeleri, yaklaşan dalgayı görünmez kılmayacaktır.
Nihayetinde, ekonomik, sosyal ve siyasi anlamda zor günler yaşayan Kıbrıslıların bugün bir reaksiyon göstermesi kadar normal bir şey yoktur. Özellikle anayasa mahkemesi kararı noktasında TC’deki seçilmişlerin ifadeleri son derece yaralayıcı olmuştu. Bu anlamda da, Bu Memleket Bizim Platformu, temel sorunun ne olduğuna yönelik önemli bir ifadeyi, “bu memleketin bizim olduğunu” temsil etmektedir.
Ancak, tüm gelişmeleri sadece Kıbrıslı Türk toplumu gözünden değerlendirmemek gerekir. Kıbrıslı Rum toplumuna olan yansımalarına da bakmak yararlıdır.
Öncelikle gerçekleşen eylem aynı zamanda Kıbrıslı Rum toplumundan da karşılık bulmuştur. Bu aslında Kıbrıs’ta Türk ve Helen kimliklerinin ötesinde adayı bir bütün olarak benimseyenlerin olduğunu göstermektedir.
Bununla beraber bahsi geçen sadece barış şarkıları söyleyen bir romantik grup değil, açık bir biçimde politik argümanlar ortaya koyan bir kitle, dönüştürücü bir irade talebinde olan bir kesimi temsil etmektedir.
İşte bu noktada, bu ortak sesin uluslararasılaştırılması son derece önemlidir. Çünkü, yaşananları duyması gereken, adada köklü bir federalist geleneğin oluştuğunu görmesi gereken atanmış memurlar değildir. Bu talebin muhattabı uluslararası toplum olmalı, yaşananlarla ilgili karşılıklı irade gösterilmesi gerektiğini ve bu konuda Uluslararası topluma onların da sorumluluklarının hatırlatılması gerekmektedir.
Kıbrıs’ta federalistlerin talebi adadaki Türk ve Yunan fanatizmine karşı ortak iyiyi merkeze alan bir orta yol, bir uzlaşma alanıdır.
Türk ve Helen fanatizminin bu derece beslenip güçlendirildiği politik iklim içinde bu tarz görüşlerin kendi kendini yok etmesini bekleyemeyiz. Ancak, bir uzlaşı anlayışı çerçevesinde hareket ederek bu fanatik görüşlere sahip insanların, deneyimledikleri süreçlerle pozisyonlarını yumuşatmalarını bekleyebiliriz.
Eğitim, sağlık, adalet ve güvenlik ile ilgili kutuplaşma nedeni olan noktaların ve bir arada yaşam alanlarının güçlendirildiği bir yaklaşım ile bu sorunun aşamalı olarak derinleşerek toplumlar arası ilişkileri bütünleştirebileceğini söyleyebiliriz.
Son söz olarak, gerçekleşen eylemlere baktığımızda her şeyin mükemmel olduğunu söyleyemeyiz. Ancak, bu eksikliklerin zaman içinde giderilmesi, iyileştirilmesi beklentisini taşırken, bunu yeni ve birleşik bir sürecin başlangıcı olarak gördüğümü de belirtmek gerekir.
Birleşik Federal bir Kıbrıs kurana kadar, adanın tümüne yansıyan güçlü bir iradeyi, eş zamanlı olarak dile getirmek ve konunun uluslararasılaştırılması için çalışmak gerekiyor. Bu açıdan da, özellikle bu büyük yükü taşıyanların da çabalarının hakkını vermek gerekiyor.