Geçtiğimiz hafta Kıbrıs gazetesinde Göç, Kimlik ve Hak Çalışmaları Merkezi’nin (CMIRS) Haziran 2018 anketi sonuçları yayınlandı. Kıbrıs’ın kuzeyinde ara ara anket enflasyonu yaşansa da, CMIRS bu konuda gerek yaptıkları araştırmaların niteliği gerekse de araştırmaların sürekliliğiyle örnek gösterilebilecek düzeyde bilgiler üretmektedir.
Genellikle politik partilerin oy oranlarındaki dalgalanmaların daha ilgi çekici gelmesine rağmen CMIRS’nin yayınladığı araştırmada bence en dikkat çekici ve üzerinde tartışılması gereken mesele, esasında bir varoluş problemini de içinde barındıran toplumun kendisini ‘endişeli’, ‘çaresiz’, ‘depresif’ ve ‘öfkeli’ hissetmesiyle ilgili olarak ortaya çıkan sonuçlardır. Bknz. Toplum Endişeli
Araştırmanın sonuçlarına göre anket çalışmasına katılanların yüzde 44.59’u son bir hafta içerisinde kendisini sıkça endişeli; yüzde 31.05’i sıkça çaresiz; yüzde 15.53’ü sıkça depresif; yüzde 22.39’u ise sıkça öfkeli hissettiğini belirtmekte. Şubat ayında yapılan araştırma ile kıyaslandığında ise, toplumdaki ‘endişe’ eğiliminin arttığını; bu rakamın Şubat’da 31.7, Haziran ayında ise 44.59’a ulaştığını öğreniyoruz.
CMIRS’nin yaptığı yine aynı araştırmada toplumun siyasete etki edebilme oranı %25.48 olarak paylaşılmaktadır. Siyasete dair bu etkisizlikle birlikte, ankete göre ekonomi üzerinde etkili olabilme oranı % 24.68 iken, Kıbrıs sorunu konusundaki etki oranı ise %23.11 olarak belirtilmektedir.
Bknz. Kıbrıs sorununa ve ekonomiye etki edemiyoruz
Bu veriler bize kısaca insanların hayatları ve kendi kaderleri üzerinde belirleyiciliklerinin olmadığını, ayrıca da temsili demokratik sistem ve onun uzantıları ile insanların yaşam pratiklerinin arasındaki uçurumu da göstermektedir. Tabii mesele sadece bundan ibaret değildir.
***
kktcyi pek çok terimle tanımlayabiliriz. Bunlardan biri de belirsizlik kavramıdır. Fakat belirsizlik bizim toplumumuzda gelip geçici bir durum, bir ara olaylar zinciri veya makus tarihimizdeki bir aşama değildir. Tam tersine belirsizlik kktc rejiminin karakteristlik özelliği, toplumsal var-oluşların ve gündelik hayat akışlarının içine sirayet eden, içselleştirilmiş bir sürekliliktir. Geçici değil kalıcı, parça parça değil bütünsel, zaman zaman değil her zaman, göreceli değil mutlaktır. kktc devletinin kuruluşu dahi bir belirsizlik zemini üzerinden şekillenir. ‘Garantör devlet’ barışı tesis etmek için geldiği Ada’da muazzam bir belirsizlik alanı yaratıp üstüne bir de ‘devlet’ yapısı inşa eder. Aslında bir çeşit olağan üstü hal koşulları inşa edilir. Fakat bu olağan üstü hal, normal hal yerine ikame ettirilen bir bağlamdır. Olağan üstü halin kural olduğu bir yaşam düzlemi!
Adına müzakereler dediğimiz mekanizma belirsizliği gidermek için mi yoksa belirsizliğin yeniden üreticisi mi olduğu artık belli bile değildir. Kıbrıs sorunu belki de bu belirsizlik alanı içindeki bir başka küçük belirsizlik adasıdır.
Bunun ardından kuşkusuz kimlik gelir. Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan bir yurttaş helen milliyetçiliği karşısında Türk, Türk milliyetçiliği karşısında Kıbrıslı, Kıbrıslı milliyetçiliği karşısında Kıbrıslı Türk, Kıbrıslı Türk milliyetçiliği karşısında Kıbrıslı olabilir. Çünkü kimliğini tanımlayan şey artık ne olduğu değil ne olmadığıdır. Ki o da bir belirsizlik bağlamı içinde şekillenir. Kısacası kimliği de belirsizdir.
Sadece bu mu, hayır. Kurumlarının geleceği belirsizdir. “Bu memleket bizim. Biz yöneteceğiz” sloganı aslında bu memleketin gerçekte kime ait olduğunun belirsiz olmasından dolayı ortaya çıkar. Ekonomisi belirsizdir. Serbest piyasa her zaman belirsizliklerle doldur. Fakat burada belirsiz bir alanda belirsiz bir ekonomi söz konusudur. Mesela hiçbir payınız olmadan, hiçbir hata dahi yapmadan, birden bire hızlıca fakirleştiğimiz gerçeği ile yüzleşebiliriz. Gece uyuduğunuzda sabahleyin dövizin artıp artmayacağı belirsizdir. Son 8-9 aydır yaşadıklarımız gibi.
Sadece bu kadar mı? Hayır. Hayatın neredeyse her alanı bir belirsizlik düzlemi içinde şekillenmektedir. Gündelik hayatdaki tavır, ifade ve tercihlerden bunu anlayabilmek çok basittir. Markete gittiğinizde aldığınız gıdaların ilaçlı olup olmadığı belirsizdir, hastaneye gittiğinizde doğru tedavi olup olmayacağınız kaygısının verdiği belirsizlikle gidersiniz, okuldan mezun olduğunuzda iş bulup bulmayacağınız belirsizdir, iş bulduğunuzda işinizden olup olmayacağınız belirsizidir. Trafiğe çıktığınızda varacağınız yere kazasız belasız gidip gidemeyeceğiniz yüksek oranda belirsizlik içerir.
***
Siyasete etki edebilme oranın bu denli düşük olması gündelik hayatta kendisini ‘gelen aynı giden aynı’ ifadelerinde veya ‘bu memleketten bir bok olmaz’ yakınmasında bulur. Bu belki bir sinizm, belki de bir çeşit boş vermişlik halidir. Fakat en dehşet verici şey, belirsizliğin artık içselleştirilmiş oluşu, bizleri çepeçevre saran kırılganlık halinin hayatlarımız güdüleyen unsur olmasıdır. Fakat hayatlarımızı, yani bir nevi bedenlerimizi güdüleyen kırılganlık hali aynı zamanda bedenlerimizin üzerinde de ‘mutlak’ bir iktidar kurmakta, bizi yönetmektedir. Bir toplumda kaygı veya endişe oranının bu denli yüksek olması, o toplumda belirsizliğin hakim olduğunu gösterir. Çünkü insan ancak belirsiz bir şeyden kaygı duyabilir. Kaygının nesnesi yoktur. Örneğin bir şeyden korkabiliriz. Mesela bir köpekten, örümcekten veya düşmanımızın heybetinden. Korkunun bir nesnesi vardır. Fakat kaygı ancak belirsizlikten doğar ve belirsizlik tarafından yönetilir. “İşimi kaybedip kaybetmeyeceğim belli değildir, bundan dolayı kaygı duyuyorum”, “Trafiğe çıktığımda kaza yapıp yapmayacağım belli değildir, bundan dolayı kaygı duyarım”, “Yediğim domatesin GDO’lu olduğu belirsizdir, bunun için kaygılanırım” vs… Kısaca kaygı için bir tehlike beklentisi hissetme durumu diyebiliriz. Mesela “Kıbrıslı Türkler’in asimilasyon politikaları ile yok oluyorlar” dediğimizde ortaya sadece bir iddia atmayız, aynı zamanda bir de kaygı durumundan bahsetmekteyiz. Bu belki de varoluş kaygısı dediğimiz meselenin bir parçasıdır. Bu toplumda gittikçe yaygınlaşan sinizm, boş vermişlik ve kişisel kurtuluş girişimleri de belki de bu bitimsiz kaygı ve kırılganlık halleriyle baş etme, hakikatten kaçma formülleridir.
***
Kıbrıs sorununda garantilerden ve güvenliklerden bahseden şahin milliyetçilerden yeni milliyetçilere, kimse hayatın ve bireylerin güvenliğini dert edinmemektedir. Yukarıdaki CMIRS’ın anket sonuçları aslında güvencesizliğin ve dolayısıyla da kırılganlığın toplum içinde artan bir dalgalanma seyrettiğini göstermektedir. Bunun sadece kktcnin özellikleriyle değil aynı zamanda küresel bir eğilim olarak neoliberal güvencesizleştirme politikalarıyla da sıkı sıkıya bağı vardır. Fakat daha da ötesinde, biyopolitika ve yönetimsellikten haberdar olanlar kaygının, güvencesizliğin ve kırılganlığın aynı zamanda bir çeşit biyoiktidar mekanizması yani iktidarın bedenler ve ilişkiler üzerinden kendisini var ettiğini de bilecektir. kktc örneğine gelecek olursak, belirsizliğin mutlak oluşu aynı zamanda buradaki iktidar mekanizmalarının da bu belirsizlikten dolayı bu kadar etkin ve şekillendirici olduğunu ifade edebiliriz. Ordu, polis veya diğer erk biçimleriyle değil, güvencesizlik, belirsizlik ve kaygı üzerinden de bir iktidar mekanizması güçlenmekte ve yenilenmektedir. DolayısıYla kktcnin belirsizliği ve onun yarattığı belirsiz ilişkiler, hayatlarımızın güvencesizliği ve kaygı oranı iktidarlar için bir sorun değil tam tersi yönetmek için bir araçtır. Fakat bu durum bizler için hayatın iktidar tarafından gün geçtikçe daha da abluka altına alınması, yaşam çemberinin daraltılması, hayatı yaşamak için değil “hayatta kalmak için sürdürmek” anlamına gelir. Biyoiktidar tam da hayatı yaşanması gereken olarak değil, hayatta kalınması için gereken olarak kurgularlar. Tam da bu noktada direniş gündelik hayatın içinden, hayatı sürekli olarak örgütleme ve dönüştürme çabasıyla başlar. Tekrar tekrar, bir çember gibi başı ve sonu olmayan ama sürekli olarak yayılan. Zaman zaman genişleyen, zaman zaman daralan fakat hayat sürdükçe de küme küme yayılan, kopuşlar ve devamlılıklarla, çelişkiler ve tutarlılıklarla dönüşen bir döngü gibi…