İnsan bazen eskiden olduğu ve artık olmadığı kişinin yasını da tutarmış. Zaten ayrılık dediğimiz şeyin acısı, aslen insanın kendisinden ayrılıyor oluşunun acısı değil midir? Sonra insanın yüreğinde cızırdayan bir affedişin türküsü çalmaya başlar.
Bir masal gibi gelir affedin diye gelen sesler. Ne yapacağını bilmez önce insan. Bilmediği o masalın türküsüne eşlik ediyormuş gibi affettim demeye başlar. Affeden kişi kendisi oldukça, merkezde olan, kendini önemli varsayan kişi ne yazık ki yine kendisidir.
Henüz eşlik ettiği türkünün sözlerini duymuyordur. İncindiği yeri içinde biriktirdikten sonra reddettiği için affettim der de geçer insan. Oysa bu sevgi değildir. Seven insanın kimseyi affetmeye ihtiyacı yoktur. Çünkü seven insan düşmanlık taşımaz. Kayıtsızdır.
Anlayış, bağışlayıcılık, kıskançlık, korku, sevgi değildir, zihinde üretilir ve zihin arabulucu olduğu sürece ortada sevgi yoktur. Çünkü zihin sahiplenmeye ara bulur. Zihin sevgiyi bozmaktan başka bir şey yapamaz, sevgiyi meydana getiremez, güzellik katmaz.
Affediş kayıtsız kalarak sevmeye devam etmektir. O kitapta; amaca bağlanmayan ruhlar yolunu kaybeder, çünkü, her yerde olmak hiçbir yerde olmaktır demiyor muydu? Kayıtsız kalarak sevgiye ulaşma amacı gerçek saygıdır. Saygı yoksa sevgi de yoktur.
Merhametsiz, cömert olmayan, aynı zamanda cahilce bir amaç için bir araya gelmiş olanlar sevgiden yoksundur. İnsan gerçekten sevginin ne demek olduğunu, sahip olmadığında, birine veya bir şeye duygusal olarak kendini adamadığında anlayabilir.
Tıpkı yürekte bir yakarışa, bir masalda kaybolmuş birinin çalan türkü sesine doğru ilerlemesine benzer.