Bu deyişi sık sık duyarız. Duyarız ama, genellikle ‘deyip’ geçeriz, ya da değinip geçeriz ve yolumuza devam ederiz…
Evet, “görünen her şey gerçek olsa, bilime gerek kalmazdı”. Veya,
“gözle görünmeyen, gerçekte var olamaz mı?”
Bu soruyu etraflıca düşündünüz mü hiç? Mesela “büyük patlama”yı (big bang) göreniniz var mı? Ya da, “karanlık madde”yi?
Konumuzu din tartışmasına döndürmeden, bir soru daha soralım; tanrıyı gören var mı?
Demek ki; gözle gördüklerimizi de, göremediklerimizi de peşinen gerçek veya gerçek dışı ilan etmeden önce bilime, bilimsel birikimlere başvurmak zorundayız. Mantık süzgecimizden geçirmek zorundayız…
Bu yazının amaçları bakımından, dini konuları bir yana bırakıp, konuyu daha çok siyaset boyutuyla incelemek istiyorum.
Evet, siyaseten gördüklerimiz, algıladıklarımız hepsi de gerçekleri mi yansıtıyor?
Veya, yaratılmaya çalışılan algının (gerçeğin) tam tersini ifade etmesi, tersinin hedeflenmesi mümkün mü? Evet, siyaseten bu gayet mümkündür. Örneğin, Hitler’in sosyalizmden (national socialism-milli sosyalizm) sözederken, aslında faşizmi hedeflediğini maalesef acı tecrübelerle öğrendi kitleler.
Desenformasyon, manipülasyon, popülizm gibi kavramlar hep bu gerçeği gizleme, hatta tam tersi gibi gösterme faaliyetinin malzemeleridir.
Gerçekleri gizlemenin, halı altına süpürmenin bilinen bir diğer yöntemi de “komiteye sevketmek”tir. Aylarca tartışılır bu meclis komitelerinde, olmadı tekrar tartışılır, gene olmadı komite baştan oluşturulur, hade baştan tartışılır… Nihayetinde, kamuoyu konuya ilgisini yitirir, komitenin bulguları ve üreteceği sonuçlar “davulcu osuruğu” gibi, duyulmaz hale gelir… Kutla Adalı cinayeti soruşturması buna sadece bir örnektir.
Bir başka yöntem de provokasyondur. Barışçıl gösteri ve protesto eylemlerine provokatörler eliyle, gereksiz ve zamansız şiddet bulaştırmak ve bunu bahane edip eylemi bastırmak en çok kullanılan provokasyon taktiklerinden biridir. Örneğin, 1977 1 Mayıs Taksim katliamı bunların en çok bilinenlerindendir.
Burjuvaların amaca ulaşmak için yapamayacakları yoktur. Örneğin, Bayraktar Camisi’ne bomba atılması bunlardan biridir. Denktaş bunu yıllar sonra itiraf etmişti.
Denktaş demişken, babadan oğula, yani; geçmişten günümüze gelelim artık.
Serdar Denktaş’ın 17 Ekim 2022 tarihli Yenidüzen gazetesindeki, Ayşe Güler’e verdiği ropörtajını okumuş olmalısınız. Okumayanlar, bu linkten okusunlar lütfen.
İşte o ropörtajdan bazı bölümler.
Bakalım Serdar Bey ne diyor?
Ama, aslında ne murad ediyor?
Ben buna ‘3 adımda cumhurbaşkanlığına atanma projesi’ diyorum.
Anlatalım:
- Adım: TC’ye muhalif gibi görünen, ama aslında TC’nin ülkemizdeki varlığını savunan, açığını-gediğini telafi eden bir çizgi oluşturmak. Böylelikle TC’nin icazetine nail olmak.
Denktaş: “Siyaset, sanki giderek kendini lağvedip Türkiye’ye 3 adımda her şeyi devretmeye dönüşüyor.”
Sanırsınız ki; Denktaş Türkiye’nin Kıbrıs’ın kuzeyini işgal altında tuttuğunu ve ilhak etmeye hazırlandığını teşhir ediyor…
Aynen, Doğuş Derya’nın her birkaç senede bir yaptığı gibi…
Halbuki bakın aslında Denktaş’ın ne yapmaya çalıştığı şu cümlelerde ortaya çıkıyor:
Yenidüzen:
►Bir süredir Kıbrıs’ın kuzeyine, demokrasiye müdahale tartışmaları var. Bu süreci nasıl yorumluyorsunuz?
Denktaş:
►“İdarecilerimiz tam anlamıyla istişare ile itaat çizgisinin karıştığı durumu yaşıyor. Türkiye ile her şeyi elbette istişare etmeliyiz. Bu kendi geleceğimiz açısından da önemli. Ama artık istişareyi geçti, en ufak bir rica bile itaat edilir noktaya getirildi. Bu, bizimkilerin hatasıdır. ‘Artık düzen budur, bu düzene uyulmalı’ düşüncesine hep karşı çıktım. O yüzden tamam değilse, değişmeli. ‘Böyle geldi, böyle gider’ olmamalı.”
“YDP ve DP, UBP’nin peşine takılıp, sürükleniyor ama UBP de başka bilmediğimiz bir yöne doğru sürükleniyor”
Yenidüzen:
►Babanızın Kurucu Cumhurbaşkanı olduğu dönemde, sizin siyasette olmadığını dönemlerde de Türkiye’den müdahale olduğu konuşulurdu. Şimdi de konuşuluyor. Ancak şu anda da aktif siyasette değilsiniz. İki dönemi düşündüğünüzde ‘müdahalenin çerçevesini’ nasıl yorumluyorsunuz?
Denktaş:
►“ O zaman ki müdahale, bir nevi telkin niteliğindeydi. Uzaktan, ‘Bizim istediğimiz Denktaş’tır’, ‘Bizim istediğimiz UBP’dir’ telkini olur muydu? Olurdu… Kıbrıs İşlerinden Sorumlu Bakan o dönemde adaya gelip, birkaç yeri dolaşır mıydı? Dolaşırdı… Buradan grupların çağırdığı bölge milletvekilleri Türkiye’den gelir miydi? Gelirdi… Ya da bizimkiler giderdi. Şimdi öyle değil. Şu anda idare bizde mi değil mi sorusu her vatandaşın aklındadır. İdarenin bizde olmadığı algısı da giderek yükseliyor.
Yenidüzen:
►Peki siyaset nereye doğru gidiyor?
Denktaş:
► “Siyasetsizliğe… Siyaset, sanki giderek kendini lağvedip, Türkiye’ye 3 adımda her şeyi devretmeye dönüşüyor. Bu devlete gerçekten inananlardanım. 21. yüzyılda kurulmuş ikinci Türk devleti olduğuna inanırım. Devletin ortadan kaldırılmasından Türkiye’nin elde edeceği hiçbir fayda olmadığına inanırım. Ayrı demokrasi ve ayrı kimliğimizle yaşatılması gerektiğine de inanırım. Bu, bir çözüm olacaksa da olmayacaksa da gereklidir. Geleceğimiz için de gereklidir. Siyaseten tanınmamış olabiliriz. Ama kendimizi dünya standartta çıkardığımız müddetçe siyasi tanınmazlık çok önem arz etmeyecek. Şu anda ‘iki devletli çözüm’ sloganı var, altı doldurulmadı. Bir de Denktaş’ın 1977-79’da kabul ettirdiği ‘iki toplumlu iki kesimli federasyon’ sloganı var. Bunu da 50 yıl tartışmışız. Ama bizim ve güneyin anladığımızın farklılığı referandumla ortaya çıktı. Peki, bundan sonrası ne olacak? BM’de tarihi bir çağrı var. Bu çağrının devamını nasıl getireceğiz? Hamasi söylemlerle mi, içi boş destek mesajlarıyla mı? Hükümetin, siyasi parti ve Meclis’in kafa yorması gerekiyor. Bir hareket var mı? Bizim tarafta olmadığını biliyorum. Türkiye’de var mı bilmiyorum. Bilen var mı? Onu da bilmiyorum. Çünkü siyasetin içerisinde inanılmaz kopukluk var. Kimse kimseyle konuşmuyor, bilgi vermiyor. Ya kendilerinin de bilgisi yok, o nedenle vermiyorlar, ya sakladıkları bir şey var, ya da bilmiyorlar.”
Nemelazım ama, Denktaş bu birinci adımında (ki, Denktaş bu adımı yeni değildir, yıllar öncesinden atmaya başladığı bir adımdır.), en az Doğuş Derya ve diğer CTP’liler kadar başarılı; TC’nin gözüne girmeyi hak ediyor.
- Adım: Muhalefet ederek her bir düzensizlik ve keşmekeşi eleştirerek kitlelerde sempati uyandırmak. Çaresiz gibi görünen konuların çarelerinin kendinde olduğu imajını yaratmak.
Okuyalım:
Denktaş: “YDP ve DP, UBP’nin peşine takılıp, sürükleniyor ama UBP de başka bilmediğimiz bir yöne doğru sürükleniyor. Bu nedenle memlekette bir sıkıntı var. Maliye Bakanı, ekonomik hareketlenme olduğuna dair söylemleri var. Evet, ekonomik hareketlenme var hem de çok müthiş bir hareketlenme var. Biz bundan kamu maliyesi olarak nemalanıyor muyuz? Göremiyorum… Adımlar atılıyor mu? Göremiyorum. Bugün bu hareketlilik var, yarın durabilir. Durduğu zaman ne yapacağız, bilmiyorum. Bunun da nedeni umursamazlık…”
Devam ediyor: “Ülke güzel şeylerle yönelebilir. İhracatımızda ciddi artış var. Bunu göremiyoruz, anlatamıyoruz.”
Bu da Tatar hakkında söyledikleri:
“Tatar beni yaptıkları, söylemleri, eylemleriyle çoğu zaman beni utandırıyor. Hiç ummadığı bir yere gelmiş olmanın getirdiği sonuçtur belki… Ama orada oturup, bizi bu kadar itibarsızlaştıran Cumhurbaşkanına sahip olmayı da hiçbir zaman benimseyemedim”
Kısaca, ülkenin sorunlarının anahtarı bendedir diyor, tıpkı CTP’nin “tek başımıza iktidar olacağız ve sorunları çözeceğiz” dediği gibi. Hem de bunları yaparken TC’nin ada üzerindeki hakimiyetine zeval vermeden…
Veee, 3. Adım: Kendini aktif güncel siyasetten ve yapılan yanlışlardan ayırmak, “bağımsız” bir siyasetçi profili çizmek.
Denktaş’ın bu taktiği Akıncı’dan çaldığını söylersek yanlış mı olur? Hiç sanmam. Akıncı da partisi TDP ile ilişkilerini “koparmış”, hatta uzun bir süre ortadan kaybolarak “bağımsız” siyasetçi profili çizerek cumhurbaşkanlığına hazırlanmamışmıydı?
Denktaş bu niyetini gizlemiyor:
“İyi ki milletvekilliğinden bu dönem çekilmişim” diyerek, “Bu rezilliğin bir parçası olamazdım. İyi ki bu kepazeliğin içerisinde yer almadım, mutluyum”
Yenidüzen’in, “► Cumhurbaşkanlığı makamında bulunan Ersin Tatar da eleştiriliyor. Bu eleştirilere katılıyor musunuz?” Sorusu üzerine şöyle diyor:
►“Cumhurbaşkanlığındaki Tatar, yaptıkları, söylemleri, eylemleriyle çoğu zaman beni utandırıyor. Hiç ummadığı bir yere gelmiş olmanın getirdiği sonuçtur belki… Ama orada oturup, bizi bu kadar itibarsızlaştıran Cumhurbaşkanına sahip olmayı da hiçbir zaman benimseyemedim. Kendisi toplumun içinde ama ayrı bir dünyada… Kendisi Türkiye tarafından ne yapılırsa, söylenirse doğrudur yaklaşımında. Ankara da zaman zaman yanlış düşünceler ortaya koyabilir. Halkın lehine göremiyorsa, bunu çok açık yüreklilikle konuşabilmek, anlatabilmek, tartışabilmek mümkün olmalı. Yapamıyorsak doğru bir noktaya doğru ilerleyemiyoruz.”
Veee, esas niyet ortaya seriliyor:
Denktaş: “Yine siyasetin içerisindeyim, yakından takip ediyorum. Bir hedefim var mı? Var. Olur, olmaz, bilmiyorum.”
Neymiş o hedef?
Yenidüzen direk soruyor soruyu:
►Cumhurbaşkanlığı’na aday mısınız?
Denktaş:
►“Aklımdadır. Ama şimdiden adayım demiyorum, aday aday olduğumu söylemek daha doğru. Elbette kendi içimde değerlendireceğim bir sürü şey olacak, 3 yıl var.”
HAH HAH HA!
Aday adayıymış!!!
Kimin aday adayısın ya partisinden ayrılmış, Tatar’a ve UBP’ye laf eden Denktaş? TC’nin mi? TC’nin bir sonraki adayı Tufan’dır diyorlar, Tufan’a rakim misin yani?
Tufan’ın rakibi, daha büyük, tufandan da büyük bir felaket olabilir ancak…