Bugün yıllarca cübbemle avukat olarak girdiğim salona bir zanlı olarak girdim.
Elbette ki bu ağır bir durumdur. Ancak ülkeme, toplumuma yapılanlar yanında hiç bir şeydir.
Zanlıların teminata bağlanmasının sebebi yargılamadan kaçmamalarını sağlamaktır.
Savcılık polise sordu ‘Mine Atlı’nın kaçma ihtimali olduğunu düşünüyor musunuz?’ Polis yanıt verdi: ‘bilemem’.
Bana savcı sordu ‘bu ülkeden hiç bir şey olmayacağına kanaat getirirsen ülkeyi terk etme ihtimalin var mı?’ Verdiğim yanıt: ‘Ne bu ülkeyi terk ederim ne de bu mücadeleyi’.
Savcılık buna rağmen yurt dışına ‘kaçma’ ihtimalimi deflarca öne sürdü.
Mahkeme ise özgürlüğümü bağlayıcı herhangi bir teminat şartı koymadı ve ne ülkeden çıkışımın engellenmesine, ne haftalık ıspatı vucüt, ne de takti teminat emri verdi.
Bu mahkemelerimizin ve yargının bağımsız varlıklarının önemini bir kez daha ortaya koymuştur.
Mahkemeye çıkacağımı duyurduğum andan itibaren meslektaşlarım mahkeme salonunun önüne akın etti ve bugün beni sadece barolar birliği başkanımız değil salona sığabilen 17 avukat da temsil etti. 17 Avukatın içinde her kesimden avukatlar mevcuttu. ELbette ki tümümüzün gayesi mahkemenin hiç bir teminat koşulu koymamasıydı. Kefil kefaleti herhangi bir külfet oluşturmasa da toplumdaki otosansüre katkı koyabilecek niteliktedir.
Ne yazık ki yargılandığım ceza maddesi her ne kadar da ilkel ve çağ dışı olsa da, mevzuatımıza 2007’de yerleşti. Esas davada bu maddenin Anayasamıza uygun olup olmadığı tartışılacaktır.
Bugünün esas konusu’na dönecek olursak…
Mahkemede söylediğimi buradan yine söyleme ihtiyacı duyuyorum.
İnsanlar yargılanmaktan korktukları için yargı sürecinden kaçar.
Ben korkmuyorum.
Bu ülkenin iradesini gasp eden kim varsa, veya onlarla işbirliği yapan kim varsa, onlara şerefsiz, namussuz ve onursuz demeye devam edeceğim.
Ne beni ne de bu ülkede biat etmeyi reddedenleri susturabilirler.