Kız kardeşi Vanessa’nın resim yaparken ayakta durmasından ilham alan Woolf, kariyerinin geç dönemlerine dek tüm yazılarını ayakta yazdı.
Edebi ölümsüzlük kaderine böylesine yazılmış çok az yazar vardır. Virginia Woolf’un soyağacı tek kelimeyle kusursuzdu. Babası bir zamanlar William Makepeace Thackeray’in en büyük kızı ile evli olan saygın bir biyografi yazarı ve editördü. Vaftiz babası (Amy ve Robert Lowell’in büyüklerinden) Amerikalı şair James Russell Lowell’di. Buna bir parça da saltanat tarihi katarcasına annesi, Marie Antoinette’in nedimelerinden birinin soyundan geliyordu.
Woolf’un çocukluğunda evlerinden Henry James, George Eliot ve annesinin teyzesi, fotoğrafçı Julia Margaret Cameron gibi sanat ve edebiyat dünyasının çeşitli aydınları gelip geçti. Ancak hayat her zaman güllük gülistanlık değildi elbette.
Çocukluklarında Virginia ve kardeşi Vanessa düzenli olarak üvey kardeşleri George ve Gerald Duckworth’ün tacizine uğradılar. Anneleri 1895’te gripten aniden öldü ve bunu üvey kız kardeşleri Stella Duckworth’ün 1897’deki ölümü izledi.
“ Bu darbe, bu ikinci ölüm darbesi beni yıktı,” diye yazdı, sonraları Woolf. “ Parçalanmış kozanın içinde kanatlarım yapışık, titrek ve buruş buruş halde öylece kaldım .”
Stella’nın ölümü Woolf’un hayatı boyunca yaşayacağı çok sayıdaki sinir krizinden ilkini tetikledi.
Woolf manik-depresifti ve o dönemde henüz kimse bu rahatsızlığa aşina değildi. Çevresindekiler için o sadece ara ara delilik nöbetlerine yakalanan biriydi. Bu nöbetler genellikle babasının 1904’teki ölümü ya da yaratıcı kısırlık dönemleri gibi hayatındaki büyük değişikliklerle çakışıyordu. Bir romanın sonuna yaklaştığında, kendi deyişiyle “ çıldırıyordu” .
Hastalığının manik safhasında biteviye konuşurdu. Bir defasında kırk sekiz saat aralıksız konuşmuştu. Bu tür dengesiz davranışlar onu utangaç ve ağırbaşlı olarak tanıyanları şok etmiş olmalı. Woolf’un içsel yaşamının sözü edilmeyen bir yönü de lezbiyenIikti.
Erkeklerle romantik ilişkiler kurmuş olsa da, erken yaştan itibaren kadınları tercih ettiği açıktı. Ergenlik yaşlarında kendisinden on yedi yaş büyük, aile dostu Violet Dickinson’dan delice hoşlanmaya başladı. Her zamanki şifreli, buram buram cinsellik kokan mektuplarından birinde Violet’a, “ Keşke kanguru olsaydın da küçük kanguruları taşımak için bir kesen olsaydı” diye yazmıştı. Bir başka mektubunda ona “ kutsal cehennem kedisi” diye hitap etmiş, “ Kimbilir içinde ne fırtınalar, ne çığlıklar kopuyordur” demişti.
Woolf, Violet ile olan ilişkisini cinsel bir boyuta taşıyamamış olabilir ama daha ileride, Orlando romanına ilham veren Vita Sackville West ile uzun süreli bir ilişkisi oldu. Woolf’un en kaydadeğer heteroseksüel ilişkisi elbette ki yazar ve gezgin entelektüel kocası Léonard Woolf ile olan ilişkisiydi.
Çift, birlikte büyük etki yaratan Bloomsbury edebiyat grubunu kurdu. Enteresan bir ikili olmuşlardı: Virginia Yahudilerden ve erkeklerle cinsel ilişkiden eşit derecede nefret ederdi (Léonard ise Yahudiydi). Virginia’nın kendisiyle seks yapmasını sağlamaya çalışarak boşa geçen birkaç yılın ardından Léonard bu amacından tamamen vazgeçti.
Neyse ki ikisi de açık evlilik anlayışına inanıyor ve insanlığın geleceği hakkında benzeri karamsar görüşleri paylaşıyorlardı. ikili, edebiyat tarihinin birbiriyle en tuhaf biçimde uyumlu çiftlerinden biriydi. Léonard ile Virginia’nın ortak ilgi duydukları konulardan biri de intihardı.
Dünyanın bir cehenneme doğru sürüklendiğine ve yaklaşan sonun ceremesini Sosyalist Yahudiler ile feminist lezbiyenlerin çekeceğine inanan çift, gerektiğinde egzoz dumanı soluyarak kendilerini çabucak öldürebilmeleri için garajlarında yedek benzin bulundurmaya başladı. Ayrıca öldürücü dozda morfin de depoladılar. II. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi ve Nazilerin Londra’yı bombalamaya başlamasıyla birlikte Woolf, sonunu getirecek olan bunalıma doğru ilk adımı attı.
Yazar son romanı Between the Acts/Perde Arası’nı tamamlamaya çalışırken, evi iki defa yerle bir oldu. Çift 1941 kışında Londra dışındaki kır evine taşındı ve Woolf’un ruh hali iyice karardı. Yine “ çıldırmak” üzere olduğuna inanan yazar, bu düşünceyi kaldıramadı. 28 Mart sabahı kocası ve kız kardeşine veda mektupları yazarak evden çıktı ve yakındaki Ouse Nehri’ne gitti. Orada ağırlık yapması için cebine büyük bir taş koyduktan sonra suya girdi ve boğularak intihar etti. Cesedi üç hafta sonra bulundu.
Kaynak Kitap : Büyük Yazarların Gizli Hayatları / Robert Schnakenberg Syf. 148