Kıbrıslıtürklerin ‘güvenliğini sağlama’ safsatasıyla 1974’ten beri fiili olarak Kıbrıs’ın kuzeyine konuşlanan Türkiye ve varlığını dayandırdığı garanti sistemi, Kıbrıs’ın kuzeyinin kirli ilişkiler ve mafya düzeni içinde yok olmasının da önünü açıyor.
Organize suç örgütü lideri Sedat Peker’in açıklamaları sadece Türkiye’deki kirli ilişkileri değil, Kıbrıs’ın kuzeyindeki iğrenç yapıyı bir kez daha gözler önüne serdi. Peker’in Kutlu Adalı cinayeti ile ilgili yaptığı açıklama ve Halil Falyalı’yla alakalı ortaya koyduğu iddialara yönelik, Kıbrıs’ın kuzeyindeki atanmışlar eli kolu bağlı, Türkiye’den gelecek açıklamaları beklemek zorundadır. Polis, sivile bağlı olmadığından dolayı, Türkiye’nin direkt olarak Kıbrıs’ta gerçekleştirdiği cinayetler, kara para transferleri ve uyuşturucu ticaret ağı gibi ilişkiler hakkında herhangi bir adım atmasını da engellemektedir.
Hal böyle olunca, Kutlu Adalı cinayeti ile ilgili ilk kez ‘itiraf’ gelmesine rağmen, Kıbrıs’ın kuzeyindeki ’rejim’, itirafla ilgili Türkiye’nin onayı olmaksızın herhangi bir adım da atmayacaktır. Kıbrıs sorunu devam ettiği müddetçe, Türkiye’nin adadaki varlığı ve bunu dayandırdığı ‘garantörlüğü’ devam ettiği sürece, Kıbrıs’ın kuzeyindeki bu iğrenç yapıdan herhangi bir çözüm beklemek, ölü gözünden yaş beklemekten farksızdır.
Çünkü garantilerin yol açtığı Kıbrıs’taki fiili durum taksimin kendisidir!
Çünkü garantilerin yol açtığı Kıbrıs’taki fiili durum, cinayet, kara para aklama ve uyuşturucu trafiğinin kendisidir.
Çünkü garantilerin yol açtığı Kıbrıs’taki fiili durum, Kıbrıs’ın kuzeyinin Türkiye’nin pis işlerinin rahatlıkla sürdürülebileceği bir yapının kendisidir.
***
Sedat Peker’in yaptığı ifşaatlar sonrası ortaya çıkan iddialar, özellikle de Atilla Peker’in Kutlu Adalı cinayeti çerçevesinde verdiği ifadede yer alanlar “Kıbrıslıtürklerin güvenliği” gerekçesinin tamamen bir uydurmaca olduğunu ortaya koyuyor.
Bizler güvenliğini sağlama iddiasıyla adada askeri ve sivil varlığını sürdüren Türkiye Cumhuriyeti, kendisine muhalif olanlarımızı cani bir şekilde öldürmeyi planlayabiliyor. Aynen 1974 öncesi katledilen Fazıl Önder, Ayhan Hikmet, Muzaffer Gürkan, Derviş Ali Kavazoğlu ve diğerleri gibi Kutlu Adalı’yı da “rumculuk” iddiasıyla milliyetçilik kisvesi altında katledebiliyor.
Tüm bu yaşananlar bir kez daha Türkiye Cumhuriyeti’nin Kıbrıs’ta Kıbrıslıtürkler için değil, kendi kirli emelleri ve çıkarları için olduğunu bizlere haykırmaktadır.
Kıbrıs’taki çözümsüzlüğün ana sebeplerinden biri olan garanti sistemini milliyetçi kurgularla değil, yurt hakkımız üzerinden ele almalı ve bu konudaki korkuların aşılıp garanti sisteminin ortadan kaldırılmasının önü açılmalıdır.
Böylelikle Kıbrıs sorunun çözümünün yolu açılabilir ve Kıbrıs’ın kuzeyindeki çöken iğrenç yapıdan bu topraklar üzerinde yaşayanların kurtulması ve iradenin, egemenliğin ve insan haklarının yeniden tesis edilmesi sağlanabilir.
Bunun da yolu tek vatandaşlığı, tek egemenliği ve tek uluslararası kimliği olan iki bölgeli iki toplumlu federal bir devlettedir ve bu liderlerin ya da başka ülkelerin ellerinde değil, bu topraklarda yaşayan herkesin elindedir.