AKP iktidarının uzun yıllardır izlediği mezhepçi, saldırgan ve hatalı Suriye politikası, Türkiye’yi tam bir bataklığa saplamakla kalmadı, ne yazık büyük güçlerin Ortadoğu satrancında kolayca harcanıp, gerektiğinde ve ihtiyaca göre yeniden oyuna sokulan bir piyona dönüştürdü.
ABD’nin tasarladığı Büyük Ortadoğu Projesi’nin “Eşbaşkanı” sıfatı ile Suriye’yi bölüp-parçalama-denetim altına alma oyununa dahil olan Erdoğan liderliğindeki Türkiye, bu gün bu oyunu Rusya’nın istediği şekilde oynamak zorunda. Rusya savaş uçağını düşürerek Suriye’de uzun süre oyun dışı kalan, daha sonra oyuna yeniden dahil olabilmek için özür dileyen Türkiye’nin, Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov’a yönelik suikastin ardından, Suriye’de Rusya’nın çıkarları çerçevesinde hareket etmekten başka yolu kalmadı.
Bu çerçevede Türkiye, batı ve AB’den uzaklaşıyor, 6 yıldır her türlü desteği sunduğu cihatçı silahlı grupları Halep’te olduğu gibi yüz üstü bırakıyor ve Suriye politikasında yüzde yüz dönüş anlamı taşıyan Moskova Deklerasyonu’na Rusya ve İran ile birlikte imza atıyor. Suriye’deki rejimi devirmek için yola çıkan Türkiye, artık Suriye’deki rejimin en büyük destekçileri olan Rusya ve İran’ın çizgisini destekliyor.
Bu bağlamda Türk-Rus yakınlaşması veya Türkiye ile Rusya’nın ilişkilerini yeniden düzeltme çabaları, karşılıklı eşitler düzeyinde ilerlemiyor. Bu daha çok dış politika da yalnızlaşan ve manevra alanı kalmayan Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu bir süreç. Dolayısı ile savaş uçağı düşürülüp, büyükelçisi öldürülen Rusya’nın ipi gerip koparmaması, bir nevi ağına düşen Türkiye üzerinden yalnızca Suriye’de değil, daha bir çok konuda batı karşısında elde edebileceği kazanımlar ile ilgili. Peki Rusya’nın belirleyici olduğu Türk-Rus yakınlaşmasının Kıbrıs’a, çözüm sürecine ve Türkiye’nin tutumuna etkisi nasıl olur? Bu soruyu cevaplayabilmek için öncelikle Rusya’nın Kıbrıs politikasına bakmakta fayda var.
Sovyetler Birliği’nin Kıbrıs ile ilgili resmi politikası, Kıbrıs’ın bağımsızlığını, bağlantısızlığını ve toprak bütünlüğünü desteklemek ve her türlü yabancı müdahaleye karşı çıkmaktı. Ancak bunun yanında, Kıbrıs sorununun NATO’yu Doğu Akdeniz’de istikrarsızlaştırmak ve güney kanadını parçalamak hedefi için fırsatlar sunduğuna inanmaktaydı. Yani, Sovyetler Birliği’ne göre, Kıbrıs ya tam bağımsız ve bağlantısız olmalıydı, ya da Anglo-Amerikan emperyalizminin denetimi altına gireceği bir çözüm yerine, çözümsüz ve çatışmalı bir durumda kalmalıydı. Böylece iki önemli NATO müttefiki, Yunanistan ile Türkiye sürekli karşı karşıya gelecek ve NATO’nun ön cephesi istikrarsızlığa mahkum edilmiş olacaktı. Dolayısı ile bir şekilde Kıbrıs’ta süregelen anlaşmazlık ve çözümsüzlük Sovyetler Birliği’nin işine geliyordu.
Ayrıca Sovyetler Birliği, NATO içerisinde çatlaklar yaratma politikası çerçevesinde Türkiye ve Makarios ile dengeli ve iyi ilişkilerini koruma çabası içerisinde oldu. Örneğin Makarios’un bağlantısızlar politikasının en büyük destekçisi olan, 1964 yılında imzalanan askeri ve ekonomik yardım anlaşmaları ile Makarios’a silah gönderen Sovyetler Birliği, diğer yandan Türkiye ile iyi ilişkilerini sürdürmekten geri durmamış, AKEL ve Makarios’un protestolarına rağmen Türkiye’nin iki toplumlu, iki kesimli federasyon tezini 1965 yılında çözüm şekli olarak desteklemişti. Sovyetler Birliği, 15 Temmuz 1974 Yunan Cuntası’nın darbesi ve 20 Temmuz Türkiye’nin askeri müdahalesini mahkum etmekle yetindi. Çünkü iki NATO müttefikinin savaşın eşiğine gelmiş olması işine geliyordu. Ne SSCB ne de Rusya, ABD nüfuz alanı içerisinde olan Kıbrıs sorununa hiçbir zaman doğrudan, ABD ve İngiltere düzeyinde taraf olamadı.
Bugünün Rusya’sının Kıbrıs politikasının, Sovyetler Birliği’nin Kıbrıs politikasından çok farklı olduğunu düşünmüyorum. Özellikle AB üyeliği ile Kıbrıs’ın batı nüfuz alanı içerisinde olduğunu kabullenen Rusya, Kıbrıs Cumhuriyeti ile ilişkilerini iyi tutmaya gayret ettiyse de söz konusu daha büyük kazanımlar olduğunda Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yüz üstü bıraktığıda oldu. Örneğin, Annan Planı referandumu öncesinde, Kıbrıslı Rumların planın uygulanacağına dair garanti talebini, Türkiye’nin isteği üzerine Rusya, BM Güvenlik Konseyi’nde veto etmişti.
Kıbrıs sorununun çözümü, AB’nin Kıbrıs üzerinde tam denetiminin sağlanması, Kıbrıs sorunu nedeniyle NATO ve AB içerisinde yaşanan sorunların çözümlenmesi, Türk-Yunan ilişkilerinin düzelmesi ve Doğu Akdeniz’deki doğal gazın Rus gazına alternatif olarak Avrupa pazarına ulaşması demektir. Dolayısı ile Rusya’nın çıkarları daha ziyade çözümsüzlük ve sürerdurumun devamındadır.
Geçtiğimiz gün Rusya’nın Lefkoşa Büyükelçisi, Kıbrıs Rum tarafındaki çözüm karşıtı partilerin düzenlediği ve Anastasiadis’in müzakereler nedeniyle yerden yere vurulduğu bir seminere katılmaktan geri durmadı. Bunun yanında, Rusya Mont Pelerin zirvesinde gerçekleşecek uluslararası konferansa kendi tezleri ile katılma konusunda ısrarını sürdürüyor. Bu çerçevede kritik Mont Pelerin zirvesi öncesi, çözüm sürecinin başarısızlıkla sonuçlanması ve sorunun çözümsüz kalması yönünde mevcut tüm olanaklar Rusya tarafından değerlendirilecektir.
Bu bağlamda, Suriye krizi çerçevesinde Türk-Rus ilişkilerinin gelişmesinin, Kıbrıs’ta çözüm sürecine etkisinin olumsuz olması büyük ihtimaldir. Umarım, Erdoğan liderliğinde batıdan uzaklaşan ve Rusya’ya diyet borcu katmerleşen Türkiye, Mont Pelerin zirvesinde masayı devirmez…