Arif Hasan Tahsin Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Şener Elcil, son günlerde, kendini “çözümcü” diye tanımlayan bazı çevrelerin ağız birliği yaparak Kıbrıs Sorunu’nun çözümüne yönelik 17 Mart tarihinde İsviçre’de yapılacak olan konferansta, Kıbrıslıtürk toplumunun gaspedilen siyasi iradesinin Türkiye’nin atadıkları tarafından temsil edilemeyeceği gerçeğini öne çıkarmak yerine, Kıbrıslırum liderliğinin çözüm istemediği söylemine sarıldıklarına dikkat çekti.
Elcil, söz konusu “çözümcü” çevrelerin, 1950’li yıllardan beri yürürlükte olan “Kıbrıs İstirdat Planı” çerçevesinden hiç sapmayan Türkiye’nin, her görüşme süreci sonunda, Kıbrıslıtürk toplumunu 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti haklarından geriye götürdüğünü, uluslararası hukukun dışına çıkardığını, adanın kuzeyinde azınlık durumuna düşürdüğünü ve Kıbrıs’ın kuzeyini kolonileştirdiğini ağızlarına bile almadıklarını hatırlatarak “bunun yerine, daha zirve başlamadan, koro halinde Rum liderliğini suçlayarak “suçlama oyununu” yeniden tedavüle sürmekte, adeta zirvenin başarısız olması için zemin yaratmaya çalışmaktadırlar” vurgusunda bulundu.
Arif Hasan Tahsin Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Şener Elcil yazılı açıklamasında “Siyasi iradesi gasbedilmiş bir toplumun kendi geleceği ile ilgili karar vermesinin mümkün olmadığını bile bile tek yanlı söylemlerde bulunmak Türkiye’ye yağ çekmek ve çözümsüzlüğe hizmet etmektir” dedi.
Açıklamanın tamamı:
Kıbrıs’ın kuzeyinde yapılan her seçime Türkiye tarafından açıkça ve hoyratça müdahale edildiği bir sır değildir! Özellikle son yıllarda, Türkiye yalnızca toplum liderliği seçimlerine değil, parti başkanlığı seçimlerine bile müdahale etmekte, kurulan her hükümette yer alacak bakanların isimlerini bile Ankara belirlemektedir. Kıbrıs’ın kuzeyine 1974 yılından beri sistematik olarak nüfus taşınıp vatandaşlık dağıtıldığı için; Türkiye’nin üniversiteleri, öğretmenleri, imamları, medyası, banka, otel, market, elektrik ve hava meydanı işletmecileri ve benzerlerinden oluşan sermayesi, ve neredeyse bütün devlet kurumları buraya taşındığı için bu müdahalelerin yapılması çok kolaylaşmıştır. Bunlar yetmezse, gerektiğinde milletvekillerinin bile burada köy köy, kapı kapı gezip seçim çalışması yaptıkları da herkes tarafından bilinmektedir. Özetle Kıbrıs Türk Toplumu’nun siyasi iradesinin Ankara tarafından gasbedildiği, Kıbrıs’ın kuzeyinde siyaset yapan herkesin bildiği somut bir gerçektir.
Hal böyle iken, son günlerde, kendini “çözümcü” diye tanımlayan bazı çevreler ağız birliği yaparak Kıbrıs Sorunu’nun çözümüne yönelik 17 Mart tarihinde İsviçre’de yapılacak olan “Zirve Toplantısı”nda, Kıbrıs Türk Toplumu’nun gasbedilen siyasi iradesinin Türkiye’nin atadıkları tarafından temsil edilemeyeceği gerçeğini öne çıkarmak yerine, Rum liderliğinin çözüm istemediği söylemine sarılmışlardır.
Sözü edilen “çözümcü” çevreler, 1950’li yıllardan beri yürürlükte olan “Kıbrıs İstirdat Planı” çerçevesinden hiç sapmayan Türkiye’nin, her görüşme süreci sonunda, Kıbrıs Türk Toplumu’nu 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti haklarından geriye götürdüğünü, uluslararası hukukun dışına çıkardığını, adanın kuzeyinde azınlık durumuna düşürdüğünü, Kıbrıs’ın kuzeyini kolonileştirdiğini ağızlarına bile almamaktadırlar. Bunun yerine, daha zirve başlamadan, koro halinde Rum liderliğini suçlayarak “suçlama oyununu” yeniden tedavüle sürmekte, adeta zirvenin başarısız olması için zemin yaratmaya çalışmaktadırlar.
Kıbrıs Rum Liderliğinin, 1963 yılındaki toplumlararası çatışmalardan sonra, 4 Mart 1964’te Türkiye’nin de onayladığı 186 sayılı Birleşmiş Milletler kararı ile cumhuriyete tek başına sahip olduğunu hatırlatmakta yarar görüyoruz. Bugün Kıbrıs Cumhuriyeti sadece Kıbrıslı Rumlara ait bir devlet haline gelmişse, bunun sorumlusu, Kıbrıs Rum Liderliği’nin resmi hükümet olarak tanınmasına onay veren garantör ülke Türkiye değil midir?
Kıbrıs Cumhuriyeti iktidarının, iki toplum tarafından, siyasi eşitlik temelinde paylaşılmasına dayalı görüşmeler 1968 yılında başlamıştır. Ada’ya 1974 sonrasında nüfus taşıyarak ve tapu dağıtarak Kıbrıs Sorunu’nu çözme görüşmelerini nüfus, toprak, mülkiyet meseleleriyle daha karmaşık hale getiren Türkiye değil midir?
Avrupa Birliği ile, 1994 yılında, “Gümrük Birliği Antlaşması karşılığında” Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB’ye üyeliği sürecine devam etmesine, 2009’da ise Helsinki’de “AB’ye aday ülke olma karşılığında” Kıbrıs Cumhuriyeti’nin çözüm olmadan AB’ye tam üye olmasına onay verip, Kıbrıslı Türklerin sürece dahil olmasını engelleyen ve Kıbrıs Türk Toplumu’nu Avrupa Birliği’nin dışında bırakan Türkiye değil midir?
Annan Planı’nda onaylanan anayasayı uygulamaya koymak yerine, bugünkü anayasanın geçici 10. Maddesini kullanarak Kıbrıs’ın kuzeyini askeri bölge yapan ve yeni geçiş kapıları açılmasını bile engelleyen Türkiye değil midir?
“Gayrı resmi” statüde olsa bile yeni bir görüşme süreci başlarken tek taraflı yaklaşımlarla yeni bir “suçlama oyunu” başlatmanın Kıbrıslı Türklerin çıkarlarına hizmet etmediği açıktır. Siyasi iradesi gasbedilmiş bir toplumun kendi geleceği ile ilgili karar vermesinin mümkün olmadığını bile bile tek yanlı söylemlerde bulunmak Türkiye’ye yağ çekmek ve çözümsüzlüğe hizmet etmektir.