“Bütün insanlar doğaları gereği bilmek isterler”.
Aristoteles başyapıtı ‘Metafizik’i bu cümleyle başlatır. İnsanların yaşadıkları dünyayı, toplumu ve diğer canlıları doğal olarak anlama arzusu içinde olduklarını anlatmaya çalışır. Bir anlamda demek istediği insanların gerçekliği, doğruyu, yanlışı, varlığı neredeyse içgüdüsel olarak bilmek istedikleri.
Aristo bugün Kıbrıs’ta yaşıyor olsaydı yine aynı fikirde olur muydu emin değilim doğrusu. Ama bir an için de olsa yanılmadığını düşünürsek, buralarda bir şeylerin ters gittiği açık. Aristo’nun anladığı anlamda merak etme özelliğimizden gittikçe uzaklaşıyor, bilmek istemiyoruz. Bilme arzumuz bir tür “kim kiminle nerede ne yapıyor”dan ileriye gitmiyor. Bilmek istediğimiz tek şey diğerlerinin ne yaptığı. Dahası, bilmeyi gerçekten arzulayanlarımızı da marjinal ve garip insanlar olarak algılıyor, başkalarının özel hayatı dışında hiçbir şeyin merak edilmediği bir tür “meraksızlık hastalığı”nın pençesinden kurtulamıyoruz.[i]
Hastalık sadece hastalık olarak kalsa iyi ama kalmıyor. Meraksızlığa yakalanan bir topluma en demokratik yasaları, en iyi politik ve ekonomik koşulları sağlasanız bile bütün bunlar uzun vadede bir fayda sağlamıyor, çünkü öğrenme arzusu olmadan, var olan pratikler de değişmiyor. Bilmek isteğinin ortadan kalktığı bir toplumda siyasi, ekonomik ve hukuksal yapılar gökteki yıldızlar gibi güzel olmaktan öteye gidemiyor. Bilme arzusunun öldüğü bir yerde yaptığımız tek şey bisiklet kullanmayı öğrenmek istemeyen bir çocuğa iyi bir bisiklet alma arzusundan öteye gitmiyor. Yıllardır yaptığımız şey de zaten bu. Hep bisikleti yapmaya veya birilerine bisiklet aldırmaya çalıştık; yapacağımız veya aldırtmak istediğimiz bisikleti kullanmayı öğrenmek isteyen var mı diye sormadık. Ve sonuçta kimsenin kullanmayı bilmediği, bilmek de istemediği bisikletler çıkardık ortaya. Yakın tarihimiz, kullanmayı öğrenmek istemediğimiz, amaçlarını bilme arzusunda olmadığımız araçları yaratma çabasıyla geçti.
Bir de hep söylerizdir, “biz sustukça, isyan etmedikçe, hiçbir şey değişmeyecek”. Haklıyızdır da bunu söylerken çoğu zaman. Ancak bir türlü kıramayız şeytanın bacağını, isyan edemeyiz vasimize, siyasi rejimimize, ataerkiye, geçmişimize…
“Gerçek başkaldırı, değerler yaratmada başarılı olduğu zaman başarılı ve anlamlıdır” der Albert Camus. Eğer Camus haklıysa meraksızlık hastalığından kurtulmadan gerçek bir başkaldırı da sergileymeyeceğimiz açıktır. Çünkü değer yaratacak kadar merak etmiyor, bilmek istemiyoruz. Bir gün başkaldırıyor, ertesi gün susuyoruz. Neden mi böyle yapıyoruz? Çünkü üzerine basıp başımızı kaldıracak değerler yaratamıyoruz bir türlü. Bilme isteğinin olmadığı bir kültürde yaratamazdık da zaten.
Peki, hiç mi ümit yoktur diye sorabilirsiniz şimdi. Aslında vardır. Hem de ne Aristo’nun ne de Camus’nün görebildiği bir yerdedir ümit; insanın bir diğer doğal eğiliminde: İnsan, sıkılan bir varlıktır – diğer bir değişle insan, homo-sıkılgandır. Yazdıklarından, yaptıklarından, düşündüklerinden, söylediklerinden ve duyduklarından sıkılabilir. Hele de Kıbrıslıysanız veya Kıbrıs’ta yaşıyorsanız bu hâletiruhiyeyi yaşamanız herhangi birisinden çok daha olasıdır. Her gün aynı şeyleri duyma, aynı siyasi kavgalara tanıklık etme, aynı sorunlarla uğraşma, aynı yüzleri görme olasılığınız çok fazladır Kıbrıs’ta.
Sıkılmışızdır sıkılmasına ancak bir türlü de sıkılmaktan kurtulamıyoruz diyeceksiniz belki şimdi. Haklısınız da hani, kurtulamıyoruzdur. Çünkü Kıbrıs’ta yaratıcılık ölmüştür her şeyden önce; yaratmaya, ortaya çıkarmaya karşı bir kin doğmuştur çoğumuzun içinde. Yaratmanın kökeni olan merak ve bilme arzusundan yabancılaşmış bir kültür yaratabildik geçen onca yılda. Kim kiminle nerede ne yapıyor oyunlarına dönüştürdük merakı.
Fakat artık zamanı gelmedi mi? Bilmek istemeyenlerin, değer yaratamayacağını, başkaldıramayacaklarını anlamanın zamanı gelmedi mi? Kurduğumuz siyasi rejimin bilmek istemeyenlerle dolu olduğunu, yaşadığımız bu kültürde merak etmenin anlamını yitirdiğini görmeyecek miyiz?
Ben çok sıkıldım dostlar. Siz sıkılmadınız mı hala? Yeni bir yol aramanın ve yaratmanın vakti gelmedi mi sizce de?
[i] Yalnız bunu bir hastalık olarak nitelerken yanlış anlaşılmasın. Kişisel değil toplumsal bir hastalıktan söz etmeye çalışıyorum; hem de akademisyeninden doktoruna, öğretmeninden hademesine kadar yayılmış bir hastalıktan.