İnternet verileri depremzede çocuklarla alakalı on dört milyon 900 bin haber, otuz yedi milyon içerikli paylaşım yapıldığını ortaya koyarken, henüz bireysel paylaşım hesaplanamıyor. İngilizce yapılan haber ve içerik üretiminin açık kaynaklarda on beş milyon olarak görülüyor.
Kıbrıs ve Türkiye alt başlıklarına baktığımızda, evlat edinme, öksüz, yetim, enkaz altında, diyanetin çocuk istismarını görebiliyoruz. (bknz. haber sonu grafik)
Çocukların haysiyetini ayaklar altına alan bu haberler, adeta yetişkin masalları üzerinden duygu sömürüsünün vahşiliğine varan birer merhamet öyküsüne benziyor.
İsias Otel ile alakalı çocuk sömürüsü yükselip ilgi tüketildikten, yetişkinler kendilerini yeteri kadar rehabilite ettikten sonra çocukların gerçekte yaşadığı haksızlıkların üzerine 21 Şubat itibariyle her zamanki gibi örtü örtülmüş. (bknz. haber sonu grafik)
Sevilen öyküler biliyoruz, birer ağlatı gibi, ağlatı kadar sevilen güldürü gibi öyküler biliyoruz. Hem ağlatı hem de güldürü değil mi hayat?
Bütün bu haberler çocukların birer birey olarak gerçekte yaşadığı haksızlıkları açık seçik ortaya koyması gerekirken, onların iç dünyasını, titreyen yüce gönüllerini vahşiliğe muhtaç kılıyor.
Edebiyat, merhamet öyküleriyle çocuk sömürüsü üzerinden yetişkinlerin kendilerini rehabilite ettiğini savunuyor.
Yaşar Kemal: “Benim için çocuk, çocuk değildir, bizim gibi insandır. Ben, ‘Çocuklar İnsandır’ diye de bir kitap yazdım. Çocukları, çocuk diye bunlar küçümsüyorlar, nefret ediyorum bundan. Çocuklar da küçük görünerek normal insan olamıyorlar. Doğal insan yetişmiyor çocuklar. Böyle bir dünyada savaş da durmuyor.”
Edebiyat, Türkiye’de yetişkin bilincinin çoğunlukla böyle çalıştığını, her şeyin gösterilerek saklandığı bu çağa yetişkinlerin çoktan ayak uydurduğunu belirtiyor.
Şefkat merhametten daha kıymetlidir.
Yaşar Kemal’in Yatak öyküsünde: “Köyde zar zor geçinen dul annelerinden uzakta, şehirde yatacak yerleri olmaksızın okuma mücadelesi içindeki iki çocuk…. Ortaokula giden çocuklardan biri yasaklanana kadar geceleri fabrikada çalışır. Diğerinin umudu parasız yatılı sınavını kazanmakta. İstasyonda, sıtma ağaçlarının altında uyumaya çalışırlar geceleri. Okuldaki saatleri ise ortada kalan yataklarından olmak endişesiyle geçer. Dersteyken ola ki yağmur başlarsa çocuklardan biri hemen fırlar, damdaki yataklarını saçağın altına çekmeye koşar. Bir arkadaşlarının onlara tek odalı evlerinin damını açmasıyla umutlu günler başlar. Yağmurlar başlayana dek “Damın üstünde bir ev sıcaklığı, bir baba ocağı sıcaklığı…” Soğuk gecelerdeki ışıltılı gökyüzü umudu artırır. Ne de olsa “Sabahlar karanlıklardan sonradır.” Derken “bir kara çul gibi, kapkaranlık Çukurova yağmurları…” gelir.
Yaşar Kemal belki de hikayelerinde kendi çocukluğunu bulmuştu.
Yaşar Kemal İstanbul’a ilk geldiği yıllarda Dolmabahçe Sarayı’nın denize açılan kapısının kenarına kendisi için karton kutulardan yatak yapmış, hem yağmurdan korunmuş hem de uzunca bir süre orada yatmıştı. Evi orasıydı.
Yaşar Kemal her nasıl kendi çocukluğuna acınmasını istemiyorsa, onun öykülerindeki çocukları da acınası durumda değildi. Tıpkı kendi haysiyetini koruduğu gibi çocuk haysiyetini korumuştu.
Babasının gözlerinin önünde üvey kardeşi tarafından öldürülmesinden, tek gözünün yaralanmasından, çocukken baba parasını elinin tersiyle itmesinden, zulüm görmesinden, içselleştirdiği her şey yüzünden hayatında çok fazla duygusal savruluş olmuştu Yaşar Kemal’in. O yüzden öykülerindeki çocukların duygusal savruluşlarını, utançlarını iyi anlatırdı.
Hor görülmeye direnen çocuk haysiyetiydi edebiyat…
Orhan Kemal’in Çikolata öyküsünde: “Bir şekerci vitrinin önünde dikilen üç çocukla başlar öykü. Kamyon şoförünün kızıyla oğlu biriktirdikleri parayla uzun zamandır hayalini kurdukları rengârenk kâğıtlara sarılı çikolatalardan alacaklardır. Yoğurtçunun hiç çikolata yememiş kızı ve iki kardeş arasında bir çekişme başlar. İki kardeş bir şeye sahip olabilmenin üstünlüğüyle hava atarcasına sohbete girişirler. Yoğurtçunun kızı ise imrenmekle beraber ezilmemeye, hiç çikolata yemediğini karşısındakilere belli etmemeye kararlıdır. Hikâyenin sonunda yoğurtçunun kızı aldıkları çikolatayı yiyerek uzaklaşan kardeşleri görmemek için gözlerini yumar. Tam yoluna gidecekken kaldırımda yenmiş çikolatanın kâğıdını görür. Top yapılmış kâğıdı ayağıyla kimsenin onu göremeyeceği bir yere varana dek sürükler ve kâğıdı açıp yalar.”
İmrenmek insan ruhunu hırpalamasın diyeydi edebiyat…
Orhan Kemal başka yaşamlara belki çok imrenen bir insan değildi. Fakat o, yanı başındakilerin imrendikleri olur diye kendi ruhunu çok hırpalamıştı. O cezaevindeyken üç çocuğu ve eşi olması, cezaevinden çıkıp üç çocuğu ve eşiyle İstanbul’daki bir arkadaşlarının balkonunda uzunca bir süre ailecek yaşamak zorunda kalmışlardı. Hayatın içinden geçmiş, sokakları iyi gözleyen, işçi kahvehanelerinin müdavimiydi Orhan Kemal. Fakat bir gün olsun yazdığı öykülerde imrendirmenin çocuk ruhunu hırpalamasına, çocukların sömürülmesine izin vermedi.
Haberimizi Nazım Hikmet’in mısrasıyla bitirelim.
“en fazla bir yıl sürer yirminci asırlarda ölüm acısı.”
İsias Otel ile alakalı çocuk sömürüsü yükselip ilgi tüketildikten, yetişkinler kendilerini yeteri kadar rehabilite ettikten sonra çocukların gerçekte yaşadığı haksızlıkların üzerine 21 Şubat itibariyle her zamanki gibi örtü örtülmüş.
Türkiye’ye gelirsek;
Depremzede çocuklar başlığının ve altındaki trend konuların daha çok verideki beş ilde toplandığını görüyoruz. Çocuk sömürüsünü artıran bilinçsiz paylaşımlar da daha çok yine aynı ilk beş şehirden.
Çocuk sömürüsü de en büyük yükselişini 9 Şubat ile 17 Şubat tarihleri arasında devam ettirdikten sonra, her konuda olduğu gibi 21 Şubat itibariyle depremzede çocuklara karşı üretilen haber ve paylaşımlar üzerinden ilgi tüketildikten, yetişkinler kendilerini yeteri kadar rehabilite ettikten sonra, ilgi sıfırlanmış, çocukların gerçekte yaşadığı ve yaşayacakları haksızlıkların üzerine her zamanki gibi 21 Şubat itibariyle örtü örtülmüş.