Seçim bitti. Sandıklar açıldı ve sonuçlar belli oldu. Sandıktan ne II. Cumhuriyet, ne restorasyon ne de yeni kktc çıktı. Bildiğimiz kktc çıktı. Geleneksel merkez sol – liberal demokrat partiler (TDP-CTP) erirken geleneksel sağ ve milliyetçi unsurlar (UBP-DP-YDP) meydan okurcasına ‘bizi yenemezsiniz’ mesajı verdi. Öte yandan yeni sağ HP ise potansiyelinden çok daha fazla umut ve beklenti yaratmasına rağmen %16-17 gibi yine de azımsanmayacak bir oy aldı. Bu anlamda geleneksel merkez partilerin oy potansiyelini kendisine çekebilmiş ve TDP ve CTP’yi bir anlamda emmiştir.
Sonuçlarla ilgili olarak özellikle sosyal medyada herkes birilerine faturayı kesme arayışında. Hatta parti başkanları bile sandığa gitmeyenlere çatabiliyor. Bugüne kadar kendilerine dönüp ciddi kurumsal öz eleştiri yapmayan ve kendi nasırlaşmış kabuğundan sıyrılamayan partilerin başka türlü davranması beklenemezdi herhalde. Seçim sonuçlarından ne çıkar belli değil ama ortada bariz belli başlı konu başlıkları var. Bunları yeniden açmakta ve yenilemekte fayda var:
Merkez sol-liberal demokrat partilerin eriyişi devam etmekte. TDP, Akıncı’ya ve Harmancı’ya rağmen, Bağımsızlık Yolu’nun desteğine birlikte % 8’de kaldı. Bir anlamda kök tabanını korudu fakat toplumsal bir inandırıcılık ve güven sağlayamadı. Akıncı’nın ve Harmacı’nın seçilmesini en başından beri yanlış değerlendiren TDP kadroları bir anlamda bu seçimde de başarısız oldular. CTP ise TDP’den farksız olarak geleneksel seçmeninin alışkanlıkları ve Tufan Erhürman’da cisimleşen kişi kültünün avantajı ile gerileyişini %21’de durdurabildi. İlerleyişi veya yükselişi demiyorum. Çünkü her iki parti de erimektedir. Değerlerin, ideolojilerin ve siyasal etik – kültürün erimesiyle birlikte istatistiklerin de erimesi. CTP bu dönemdeki avantajı Tufan Erhürman’ın kamuoyu algısından kaynaklı özelliklerinin partiyi canlı tutabilmesi ve erime hızını yavaşlatabilmesiydi. Kısacası seçim dönemi boyunca gördüklerimiz sadece bir imaj idi. Hiçbir dayanağı olmayan, sanal bir ilizyon. Yoksa gerek TDP’nin gerekse de CTP’nin soyut, ahlaki ve ‘steril’ propaganda söylemlerinin çok bir karşılığı olmamıştır. Siyasal kavramların içinin boşaltılarak, ilkelerden arınarak, politikayı bir çeşit imajlar silsilesine, reklam-pazarlama endüstrisine ve ahlaki bir zemine çekmenin bir bedeli olmalıydı. Oldu da. Bu partilerden kurumsal ve köklü herhangi bir özeleştiri beklemenin bir karşılığı da yok. CTP de TDP de artık bir yanılgıdan öte anlam taşımamaktadır. Belki bu yanılgı kendisini sık sık tekrar edecektir. Belki bu yanılgıdan uzun bir süre toplumsal anlamda sıyrılamayacağız ve üreteceğiz. Fakat bir yanılgı olmaya devam edecekler.
HP’nin aldığı %17’lik oran yeni kurulmuş bir parti için ciddi bir orandır. Bir anlamda da başarıdır. HP, temsil ettiği hareket ve Özersay en başından beri yeni kktcnin, ikinci cumhuriyetin, geleneksel partilerden hayal kırıklıklarına uğrayanların adresi oldu. Kendileri inkar etse de en başından beri bu hareket sağda konumlandı. Fakat bildiğimiz anlamda geleneksel sağda değil, yeni sağda. Bunu yaparken de geleneksel partilerin konumlandığı merkez bağlam dışında, kendisinin kurmaya çabaladığı yeni bir merkez inşa etmeye çalıştı. Veya daha basite indirgersek merkezi dönüştürmeye ve orada konumlanmaya çabaladı. Bunda başarılı olmak için en azından ikinci parti olarak sandıktan çıkmaları gerekmekteydi. HP merkezin yeniden şekillenmesine bir müdahalede bulunabildi fakat bu ne kadar etkili olacak yaşayıp göreceğiz. Ancak burada altını çizmek gereken bir nokta da. HP en başından sistemle hesaplaşma değil, sistemi restore edip yeni bir toplumsal uyum yaratma arayışında olan bir partidir. Bu anlamda çok esnek bir hareket alanına sahip olmakla beraber, var olan yapı ile çok kolayca da uzlaşı sağlayabilecek bir potansiyele sahiptir. HP %17’lik bir oy ile bundan sonra ne yapacak bilinmez, fakat bir eğilim partisi olarak ciddi bir düşüş de yaşayabilir, olası bir kriz durumunda yükseliş de. Fakat her durumda HP var olan rejim ve tahakküm ilişkileriyle hesaplaşma veya bunlarla mücadele etme anlamında bir adres değil, o ilişkileri yeniden dizayn etmenin adresidir.
Sanırım boykotçular süreç boyunca partilerin seçim programlarından daha çok tartışıldı. Bir birlerini eleştiren partiler ve onların destekçileri, boykotçuları eleştirme ve hatta linç etme noktasında ittifak bile yaptılar. Seçim sona erdiğinde de kendi başarısızlıklarıyla yüzleşmekten kaçarak, bütün suçu boykotçuların üstüne atma telaşına girdiler. Seçime katılım 65.3 civarında gerçekleşti. Seçime katılmayanların kaçta kaçı politik nedenlerden dolayı boykot etmekte, kaçta kaçı başka nedenlerden dolayı –belki de politik olmayan- sandığa gitmemekte bilinmez. Açıkça ifade etmekte fayda var. Boykotun hele hele mutlaklaştırılmış boykotun kurucu bir siyasi fonksiyonu veya dönüştürücü bir etkisi olduğunu düşünmüyorum. Sadece argümanları, verdiği mesajı ve protestosunun anlaşılması için çaba harcanması gerektiğini düşünüyorum. Parlamento seçimlerinin bir mücadele aracı olabileceği gibi boykot da bir mücadele aracı olabilir. Sandığa gidenler arasında bu rejimden rahatsız olan ve rejime karşı olanlar olduğu gibi sandığa gitmeyenler arasında da rejimden ve sistemden memnun ve mutlu olanlar vardır. Fakat hayatın ve politikanın merkezine sandığı koyduğumuzda bir kesim mutlak bir şekilde seçimci (sistemci), diğer bir kesim de mutlak bir şekilde boykotçu (sistem karşıtı) olabilir. Bence her ikisinin de bir getirisi yoktur. Öyle olsaydı parlamentocu partilerimiz bu durumda olmazdı ve öyle olsaydı bugün YKP de böyle acizane bir duruma saplanıp kalmazdı. Sol bir mücadelenin canlanabilmesi için bu kısır ve sonuçsuz tartışmaların dışında yeni bir bağlam yaratılması gerekmektedir. Mücadelenin merkezine sandığı değil, hayatı yerleştirmeliyiz.
Seçim sonuçlarının en ürkütücü tarafı YDP’nin %7 gibi bir oyla barajı geçmiş olması. Açıkça liderliği ırkçı, milliyetçi ve faşist bir parti olan YDP, Türkiyeli göçmenlerin huzursuzluğunun, öfkesinin, beklentilerinin ve aidiyet duygularının karşılık bulduğu bir adres haline gelmiş gözükmekte. Bugüne dek göçmenlerle kurumsallaşmış ilişkiler kurmayan ve emek ekseninde onları kazanamayan Kıbrıslı Türk solu bundan sonra Türkiye’den gelen göçmenlere dair ciddi ve inandırıcı girişimlerde bulunmalı. YDP’nin düşüncesinin artık parlamentoda da temsil edilmesi, önümüzdeki dönmelerde Kıbrıslı-Türkiyeli ayrımlarının ve gerginliklerinin de yaşanmasına kapı açabilir. Böyle bir durumun korkunç sonuçları olabileceği gibi, solun da böyle bir gerilimi kaldırabilecek potansiyelden yoksu olduğunun altını çizmekte fayda var. Dolayısıyla bundan sonra yapılması gereken, bir milliyetçilik türüne başka bir milliyetçilik türü ile (Kıbrıslı milliyetçiliği) cevap vermek değil, bu ülkede yaşamlarını sürdüren yurttaşların hakları ekseninde ortaklaşmasını sağlamaktır.
Tartışılması gereken son bir notada bu seçimlerin gizli mesajını açık hale getirmektir. O da temsili parlamenter rejimin artık meşruluğunu yitirdiği, işlevinin de daha güçlü sorgulanması gerektiğidir. Toplumsal anlamda bir temsil kriziyle karşı karşıyayız. Karma oylar, sandığa gitmeyenler, sandıktan çıkan sonuç beraberinde yeni meselelerin tartışılmasını açmalı. Muhtemelen egemenler ve Türkiye başkanlık sistemi tartışmasını tekrardan alevlendirecektir. Önemli olan solun ve sistemden huzursuz olanların bundan sonra ne yapacaklarıdır. Yüzünü mutlak bir şekilde parlamentoya ve devlete dönen ve iktidarı arzulamaktan başka kaygısı olmayan bir çeşit ‘devletlü solun’ hiçbir şekilde yeni bir yol açabileceğine inanmıyorum. Yaşadığımız güven bunalımı sadece geleneksel partilerden kaynaklı değil, temsili parlamenter rejimden ve tahakküm ilişkilerinden de kaynaklanmaktadır. Toplum ve bireyler özne olma potansiyelini, iradi bir varlık olma becerisini neredeyse kaybetmektedir. Bu rejimin ve parlamentonun temsil potansiyeli neredeyse sıfırlanmıştır. Bizim önümüze pişirilip getirilecek olan başkanlık rejimi tezi de egemenlerin bu krize bir çözüm reçetesi olacaktır. Fakat bizim çözümümüz olmayacaktır. Solun parlamenter temsili demokrasiyi aşacak şekilde öz yönetim odaklı ve yeni bir demokrasi ve kurumlar pratiğini inşa edecek şekilde uzun erimli bir toplumsal proje için kolları sıvaması gerektiğini düşünmekteyim. Bunun için de kolektif bir sol siyasal liderliğe ihtiyaç vardır. Bu krizden çıkmanın yolu bilindik siyasal iktidardan değil, toplumsal anlamda yeni bir iktidar inşa etmekten geçmektedir.