Direnmek, bu hayatta elimizde olan yegane güçlerden biridir.
İçinde bulunduğumuz dünya, bize dayatılan, bize normalleştirilen ve bizden alınmaya çalışılanlar karşı adeta bir savaş yeri.
Saldırgan politikalarla hayatlarımızı küçültmeye çalışan, özgürlüklerimizi elimizden alan, hem sosyal hem de kültürel anlamda yıkımlara neden olan, ekolojik talanın yaşandığı sistemlerde yaşıyoruz.
Bırakınız her şeyin insan için olmadığını anlamamız gerektiğini, insanlar için var olması gereken devletler neredeyse insanları birer köle haline getirmiş durumda.
İnsana zerre kadar değer vermeyen bu anlayışların elbette doğaya da, dünyayı paylaştığımız hayvanlara da zarından başka bir şeyi yok.
Hal böyle olunca direnmeyipte ne yapacaksınız?
Ya teslim olacak, size dayatılanlara boyun eğeceksiniz, ya da bedelini ödeyeceğiniz ama direnmekten de vazgeçmeyeceğiniz bir yolu seçeceksiniz.
Eğer onura, özgürlüğe, vicdana saygınızı kaybetmemişseniz de zaten direniyorsunuz demektir.
Çünkü tersi onursuzluk ve vicdansızlıktır.
Elbette bu bir tercih meselesidir, her kişi doğum ile ölüm arasındaki dönemde nasıl bir hayat yaşamak istediğine karar vermekte özgürdür… Ama böyle mi oluyor?
Ya herkes kendilerine öğretilen, ezberlettirilen, kısacası dayatılanlara “normal olan” diye yaklaşarak, yani sistemin içinde kalarak boyun eğiyor ya da bütün bu saçmalıklara hayır deyip “marjinaller” sınıfına katılıyor…