Kutay Bektaşoğlu, bugünden itibaren yazılarıyla GazeddaKıbrıs’ta. Bektaşoğlu, İstanbul Üniversitesi Matematik Bölümü mezunudur. Lefkoşa Türk Lisesi’nde Matematik öğretmenliği yapmaktadır. Bektaşoğlu’nun son 9 yıldır özellikle Ortadoğu ve Kıbrıs konularıyla ilgili internet gazetelerinde köşe yazıları da yayımlanmaktadır. Bektaşoğlu’nun, son olarak 2020 yılının başında “Ortadoğu Denkleminin Gönüllü Sabiti Kıbrıs” adlı kitabı yayınlandı.
İster bir komplo, isterse de kendiliğinden gelişmiş olsun, kapitalist sistemin bugünkü tıkanmışlığına ve bunalımına çok iyi gelmiş olan koronavirüs salgınıyla ve pandemisi ile karşı karşıyayız.
Aralık 2019’ da Çin’in Vuhan kentinde ortaya çıktığı söylenen , bütün dünyayı saran ve derinden etkileyen bu virüs , toplumların, bireylerin ve kapitalist sistemin, bundan sonraki yönelimi konusunda adeta yol gösterici oldu…
Bilindiği gibi günümüzde hiçbir sistem ‘’ medya ayağı’’ olmadan uzun süre ayakta kalamaz. Bu salgın sayesinde de ‘’kontrollü medya’’ , öyle bir görev üstlenmiş ki; sanki tek görevi, toplumlara korku şırınga etmek olmuştur… Kapitalist-emperyalist sistemin yarattığı savaşlarda, ayni zaman sürelerinde, sanki da, daha az insan ölmüş gibi, onların neden öldüğü konusundan bahsetmiyorlar, bahsetmediler.
Yine yaşadığımız ayni zaman diliminde, son senelerde , kapitalizmi girdiği bunalımdan kurtulmak ve daha fazla maddi kazanç uğruna, hayal ettikleri ‘’Büyük Ortadoğu projesi’ni’’ hayata geçirebilmek için ne kadar insanın öldüğünü , ne kadarının göçmen veya mülteci durumuna düştüğünü, hassas gözleri bir türlü göremedi…
Son dönemlerde, IŞİD vahşeti ile hem Ortadoğu’da hem de Avrupa’da oluşturmaya çalıştıkları korku imparatorluğunu , bir türlü istedikleri, noktaya getirememişlerdi. Özellikle Avrupa’da IŞİD’in yaptığı onca vahşete rağmen, ‘’korku ortamı’’ koşullarında , sosyal haklara getirmeyi düşündükleri kısıtlamalara başlamışlar ancak istedikleri düzeyde hayata geçirememişlerdi. Ve buna paralel olarak ırkçılık da yükselmeye başlamıştı… Ne var ki, kapitalist sistem, alternatifsiz olduğunu iddia ettiği süreçte , çalkantılı bir döneme girmişti…
Fransa’da ‘’sarı yelekliler’’ başta olmak üzere , Avrupa’nın birçok yerinde sosyal hakların kısıtlanmasına karşı tepkiler yükseliyordu. İngilterede ‘’breksit karşıtlığı’’ ve ABD’de Trump ile ivmelenen kapitalist yönelime karşı, yine kendi içinden oluşan tepkilerle birlikte, ABD’de dahi ekonomik krizin derinleştiğinden bahsediliyor. ‘’Büyük Ortadoğu Projesi’nin’’ başarısızlığından sonra; İran, Irak, Lübnan ve Tunus’ta sefalete ve işsizliğe karşı eylemlerin başlaması, kapitalist sistemin kendi ömrünü uzatabilmesi adına, projelerini hayata geçirebilecek ‘’yeni kapitalist yöntemlere’’ zorunlu ve mahkum olduğunun habercisiydi. Artık, kapitalist sistem kendi kendini yaşatabilme sürecine girmiştir. Önümüzdeki dönemde kapitalizmin ömrünün uzaması demek, doğal seyrinde olmayan ölümlerin daha da artacağı anlamına gelmektedir.
Kısaca , ortaya çıkan koronavirüs ile birlikte oluşan ortam sayesinde, kapitalist sistem, yeniden ancak çok daha otoriter bir şekilde ömrünü uzatmaya çalışacaktır. Bu süreçte, çalışanlar gittikçe daha da yoksullaştırılacak ki sermaye kesimi zenginliğini koruyabilsin. Böylece bizleri, yeni döneme boyun eğmemiz gerektiğine, koronavirüs ile birlikte oluşturdukları ‘’çaresizlik ortamı önlemleri!’’ sayesinde inandırmaya çalışıyorlar.
Sloven filozof Slavoj Zizek 31 Mart 2020 de, kendisi ile yapılan bir söyleşide ;
‘’Devletler en kötü krizlerde bile yapamadıklarını şimdi yapıyorlar… Kim Boris Jonson’un geçici olarak, British Airways’i kamulaştıracağını öngörebilirdi. Kim bizzat Trump’ın, özel şirketlerin neyi üreteceğini doğrudan kontrol edebilmek için soğuk savaş yasalarına başvuracağını düşünebilirdi?…Şu anda olanlara bakınca bu açık değil mi? İktidar olanlar panik içinde’’ diyor.
Evet, her yerde iktidarda olanlar panik içinde.
Dikkat edersek, sürekli olarak koronavirüse karşı mücadelenin Çin’de başarılı olduğunu, ancak Avrupa’da başarısız olduğunu söylüyorlar. Özellikle televizyonlar, her saat başı İtalya, İspanya ve Fransa’daki ölü sayısını veriyorlar. Bu ‘’yarışta!’’ Çin’i çoktan geçtiklerini hatırlatıyorlar. Ve virüs salgınına karşı ‘’başarıyı!’’ esas olarak ‘’otoriter sistemlerin’’ uygulamalarına bağlıyorlar. Ve bilinç altına daha otoriter rejime ve yasaklara ihtiyaç olduğunu yerleştirmeye çalışıyorlar. Bu yaklaşım , bundan sonraki süreçte virüs salgınının oluşturduğu ortamı kullanarak, baskıcı ve daha da yoksullaştırıcı uygulamaların hayata geçirileceğinin habercisidir.
Artık, insanların özgürlük alanını belirleyen değer yargılarında, bu virüs sayesinde sarsıntı yaratmayı amaçlıyorlar. Bir gerçek var ki, bu virüs tüm dünyaya yayılmış ve bizi tehdit ediyor. Tıp bilimine güvenerek, yaşam alanlarımızda oluşan sınırlamalar sayesinde, mecburen evlerimize kapanıyoruz. Çaresizlik korkusuyla, hem korunuyoruz hem de kendimizi korurken, medya’nın bombardımanı ile bir bakıma gelecek günlere de alıştırılıyoruz.
Önümüzdeki dönemde , başta sağlık olmak üzere , ‘’özelleştirme-kamulaştırma’’ tartışmaları tüm dünyada yoğunluk kazanacaktır… İktidarları da zor günler bekliyor. Ondandır ki, fark ettirmeden ‘’demokratik ve sosyal yaşam şekli’’ de tartışma konusu yapılıyor. Böylesi bir sağlık konusunda, sokağa çıkma yasağının gereklerini ve sorumluluğunu, doğası gereği, halka karşı yerine getiremeyecek olanlardan sokağa çıkma yasağı talep etmek, sistemin anti-demokratik anlayışını gölgelemeye hizmet eder… Biz sokağa çıkmamamız gerekirse çıkmayız. Ancak sokağa yasaklar nedeniyle çıkmamayı da meşrulaştırmamalıyız. Bugün kendimizi ve sevdiklerimizi korumaya odaklandığımız için, koronavirüs fırsatçılığı ile hedeflenenleri gözden kaçırabiliriz. Ancak, ‘’bizim sokağa çıkmamızı yasaklayın’’ dememeliyiz… Bakın, dünya basınından öğreniyoruz ki; ‘’31Mart günü Brezilya Devlet Başkanı Jair Bolsonaro yetkilerini, anlaşmalı olarak, eski Genel Kurmay Başkanı ve şu anda bakan olan, General Walter Neto’ya devretti. Brezilya Savunma Bakanı ve üç kuvvet komutanı’nın imzasıyla açıklanan belgede de, yeni yönetimin (yasal darbenin!?) , COVİD-19 pandemisinin yol açtığı kriz döneminde, yeni bir yönetim biçimine duyulan ihtiyacın zaruriyetinden kaynaklandığı ifade edildi…’’
Bu salgın geçecek, başka salgın gelecek. O zaman ne yapacağız. Yasakların artırılmasını mı isteyeceğiz? Koronavirüs tedbirleri sayesinde, oluşan ortam ile dünya kapitalist sisteminin tüm dünyada uygulamaya çalıştığı ve özellikle Avrupa insanını da alıştırmaya çalıştığı , ‘’yeni Ortadoğu’dan’’ sonra ‘’otoriter Avrupa projesi’’ ile de karşı karşıyayız.
Unutmayalım ki , toplumsal yaşam ve hayatımız devam ediyor. Bizler, tüm olumsuz gelişmelere rağmen, kendiliğinden veya doğamızın yağmalanmasından oluşan veya oluşturulan , bu ‘’lanetli koronavirüsü’ne’’ bir de teşekkür borçluyuz. Bu konoravirüs salgını, tüm toplumlara , çalışanlara, emekçilere çok önemli bir şeyi hatırlattı ve şöyle dedi : Hayatın ve sistemin işleyebilmesi senin elindedir. İstersen sistemi çalışamaz hale getirebilirsin . Gücünün farkına var. Virüse karşı önlemler sayesinde, çalışma hayatının 15 gün veya 30 gün durması bile, sermaye kesimini nasıl da panikletti. Kapitalist sistemin çarklarını nasıl da durdurdu.
Bunun farkına varalım.
Demek ki elimizde ne kadar önemli bir güç varmış, bu ‘’laneti virüs’’, o gücü ve üretilen değerlerin nasıl tek elde toplandığını ve paylaşımının ne kadar eşitsiz olduğunu da hatırlattı…