Sürekli olarak, hiç durmadan acaba kendini buldu mu sancısıyla yürüdüğü hayatı gözlerinin önünden geçerken, ‘Beni’ kovalamanın kaygısında hapsolmuştu. Durmadan dayanılmaz bir acı, kendi olma arzusu ve kendi olmamak için verdiği müthiş enerji kaybı. Sonunda ‘bırakılış’.
Kalbindeki en derin gerçeği bilip de korkunun içine sığınan ruhu, sonunda pes etmişti. Korku da karşısında yenik düşmüştü. Özgürlük içinde yaşanılmayan bir hayatta zaten kaybedecek pek de bir şey yoktu. Korkacak ne vardı ki? Zaten yaşamıyordu. Yaşarmış gibi yapıyordu. Içindeki güçten, olduğu kişiden korkma hali ve korkmazmış gibi yapma halindeki sıkışmışlık ve perişanlık. ‘Bırakılış’ lazımdı. Hiç olmadığı kadar lazımdı. İçindeki bütünlüğü yakalamanın arzusuyla ‘Koş Lola, koş’ filminin yaratıcısı gibiydi. Korkudan gelen yorgunluk, sonunda yorgunluğun verdiği ağır hislerle hafiflemişti. Korku bile usanmıştı korkmaktan. İllüzyonlar kazanmıştı şimdilik bir çok oyunu. Hem kendini bulma yolundaki illüzyonlar hem de dünya oyunundaki ilLüzyonlarda sıkışmıştı benliği. Hapsolmuştu.
‘Saçmalık’, dedi. ‘Ben mi hapsettim kendimi? Yoksa sadece çocukluğumda kontrolümde olmayan yaşanmışlıkların kurbanı mıyım? Bunları nasıl kontrol edebilirdim ki? Saçmalık’. Öfke içinde patlamalar. ‘Çocukluğundaki olayları sen kontrol edemezsin ama artık kendine zulüm etmeyi bitirmeyi seçebilirsin’. ‘Bilmediğim bir şeyi nasıl yapabilirim ki?’ ‘Biliyorsun’. Öfke patlamaları yükselmeye devam ediyordu.
Diğer insanlar ona korkunç görünüyordular bazen gözüne. Özellikle hiç sorgusu yokmuş gibi, hiç bir şeyi sorgulamak gerekmezçesine, her şeyi çözmüşçesine yaşayanlar. Ona tam bir uzaylı gibi görünürlerdi. Bu uzaylılık durumuna bir türlü anlam vermezdi. Anlayamazdı.
Hassasiyet ruhunun temeliydi. ‘Güçlü olmalısın. Asla hassas olduğunu gösterme. Sakın. Yoksa daha da tehdit altında olursun. Fark edilirsin ve ezilirsin.’ Yenik düşmüştü zihni bu programlara. Davranışları da bu programların eseri olmuştu. Oysa ki içinde taşıdığı cevherini daha fazla yalanlarla örtemeyeceği kadar yorgundu artık ve ‘bırakılış’. Bu cevher artık dışarı çıkmak istiyordu ve baskılanmaya karşı tek bir kez daha tahammülü kalmamıştı. Özgürlük yakasına yapışmıştı artık. Kaçamazdı. ‘Özgürlük, özgürlük, özgürlük diye haykırdı bedeninden gelen tiz ses’. O artık hiç bir şey olmak ya da yapmak zorunda değildi. O sadece ‘Ben’di. Başına geleceklerden habersizdi. Çünkü ‘Ben’ olanın sorumluluğu hiç olmadığı kadar büyüktü. İlk kez sorumluluk ne gerçekten öğrenmek üzereydi. Gerçek özgürlükte ‘Biz’ gizliydi. O ilk defa yaşamaya hazırlanıyordu.