6-7 Eylül 1955 olayları. Türkiye Cumhuriyeti’nin en utanç verici ve acı olaylarından biri.
Ellerinde kazma, balta ve sopalarla İstanbul sokaklarına dökülen binlerce kişi, Rum ve gayrimüslimlere ait evleri, işyerlerini ve kutsal yerleri yakıp yıkmış, birçok cinayet, tecavüz ve darp olayı gerçekleştirmişlerdi.
Osmanlı İmparatorluğu’nun çökmesinin ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus-devlet yaratma ve vatan topraklarını Türkleştirmek çerçevesinde yürüttüğü politikanın bir devamı olan 6-7 Eylül olayları, Ancak aynı zamanda Kıbrıs sorunu ile ilgili Londra Konferansı’nda bulunan Türk heyetine kamuoyu desteği sağlamayı hedefleyen Kıbrıs kaynaklı bir provokasyondu.
Ayrıca Kıbrıs’ın yeniden Türkiye’nin, devletinin ve kamuoyunun “Milli Sorunu” haline getirilişinin en önemli olaylarındandır. 6-7 Eylül olayları, öncesi ve sonrası yaşananlar bunu açıkça ortaya koymaktadır.
16 Ağustos 1954 tarihinde Yunanistan’ın Birleşmiş Milletler’e başvurarak, Kıbrıs’ın kendi kaderini tayin hakkını kullanmasını talep etmesi ve 1 Nisan 1955’de EOKA’nın, İngiliz Sömürge Yönetimi’ne karşı silâhlı mücadele başlatması İngilizler açısından bir kırılma noktasıydı. O güne kadar Kıbrıslı Rumların Enosis istemleri karşısında Kıbrıs Türk liderliğini kullanan ve böl-yönet politikasını ustaca uygulayan İngiltere, Londra Konferansı ile Türkiye’yi Kıbrıs sorununa yeniden taraf yapmayı amaçlıyordu.
İngiltere Dışişleri Bakanı Anthony Eden, 30 Haziran 1955’de Yunanistan ve Türkiye’ye gönderdiği notalarla iki ülkeyi “Kıbrıs da dâhil olmak üzere Doğu Akdeniz’i ilgilendiren siyasî ve savunma sorunlarını görüşmek üzere” üçlü konferans için Londra’ya çağırır.
23 Temmuz’da Konferansta izlenecek taktiklerin tartışıldığı bir Bakanlar Kurulu toplantısını yöneten İngiltere Savunma Bakanı Selwyn Llyod, İngiltere’nin çıkarlarını koruyabilmesi için Türkiye’nin Enosis karşıtı tutumunu kullanmaları gerektiğini belirterek, şu şekilde devam eder: “Müzakereler süresince amacımız, Yunanlıları, Enosis’i kabul etmeyi reddeden Türklerle karşı karşıya getirmek ve böylece hâkimiyeti bize bırakacak bir çözümü kabul etmelerini sağlayacak bir ortam yaratmak olmalıdır”.
Anthony Eden Konferanstan önce, Ankara hükümetine gönderdiği telgrafta, Türkiye’den Kıbrıs’ı Yunanlılara hiçbir zaman bırakmayacaklarını açık açık söylemesini ister. 1 Nisan 1954’de dönemin Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü bir milletvekilinin Kıbrıs’la ilgili sorusuna verdiği yanıtta, Türkiye’nin Kıbrıs diye bir sorunu olmadığı cevabını vermişti. Ancak, 29 Ağustos 1955’te toplanan Londra Konferansı ile Türkiye Kıbrıs sorununa yeniden resmen taraf yapılır.
Londra Konferansı’na katılan Türkiye heyetine başkanlık eden Fatih Rüştü Zorlu, Kıbrıs’ın Türkiye için taşıdığı stratejik önemine değinir. Kıbrıs’ın tek bir devlete bağlanamayacağını, Türkiye’nin Kıbrıs’ta statükonun muhafaza edilmesi gerektiğini düşündüğünü söyleyen Zorlu, statükonun bozulması durumunda Ada’nın Türkiye’ye verilmesini ister. Londra Konferansı ile Türkiye soruna taraf yapılmakla kalmıyor, Kıbrıs, bir Türk-Yunan sorunu olarak dünya ve Türkiye kamuoyu gündemdeki yerini alıyordu.
İngiliz Dışişleri Bakanı Anthony Eden, Londra Konferansı’nı şöyle değerlendiriyordu;
“Biz onların arasında derin görüş ayrılığı olduğunu biliyorduk ama dünya bilmiyordu. Pek çok kimse, sorunun bizim modası geçmiş sömürgeciliğimizden kaynaklandığını sanıyordu. Şimdi görüş ayrılıklarının açığa çıkmasını sağladık ve sorunun gerçek nedenlerini göstermiş olduk.”
29 Ağustos 1955’de başlayan Londra Konferansı’nın bitmesinden bir gün önce Türkiye’de 6 -7 Eylül olayları patlak verdi. Türk Basını ve Kıbrıs Türktür Komitesi’nin hiçbir gerçekliği olmayan, 28 Ağustos’ta Rumların Kıbrıslı Türklere karşı katliam düzenleyeceği yönündeki provokatif ve yalan haberleri ve daha sonra MİT tarafından düzenlendiği mahkemelerce saptanan Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba konması haberi ile kışkırtılan halk sokaklara döküldü. Rumlara ve gayrimüslimlere ait birçok işyeri, ev ve kutsal yer yağmalanıp, yakıldı. Birçok insan öldürüldü ve yaralandı. Birçok kadına tecavüz edildi.
Türkiye’nin, 24 Temmuz 1923 Lozan Anlaşması ile üzerindeki tüm haklarından vazgeçtiği Kıbrıs, Londra Konferansı ve 6-7 Eylül olayları ile Türkiye kamuoyunda ve siyasetinde “millî bir sorun” olarak gündemdeki yerini yeniden aldı.
Olaylarla ilgili muhalefetin eleştirileri karşısında DP hükümeti suçu komünistlerin üzerine attı. Hükümet 7 Eylül gecesi yayınladığı bildiride 6-7 Eylül olaylarının komünistlerin düzenlediği bir hareket olduğunu öne sürdü ve “ülkenin ağır bir komünist düzen ve yakıp yıkmasının etkisinde kaldığı” başlığıyla tüm gazetelerin baş sayfasından duyuruldu. Hükümetin bu açıklamasının ardından olayları kışkırtmakla suçlanan 45 kişi tutuklandı.
Tutuklanan kişiler arasında Aziz Nesin, Nihat Sargın, Kemal Tahir, Hasan İzzettin Dinamo, Asım Bezirci, Hulûsi Dosdoğru ve Müeyyet Boratav gibi komünist ve ilerici aydınlar bulunuyordu. Olaylarla ilgili başlayan yargı sürecinde hazırlanan iddianamede 6-7 Eylül olaylarının, Kominform ve Komintern tarafından NATO’ya sabotaj amacıyla düzenlendiği iddia edilir. Sunulan kanıtlar ise Türkiye Komünist Partisi’nin broşürleri ile Nâzım Hikmet’in 1953 yılında AKEL MK Üyesi Derviş Ali Kavazoğlu’na gönderdiği ve Enosis’in desteklenmesini telkin ettiği iki mektuptur.
Olayların ardından yaşadıklarını Aziz Nesin “Salkım Salkım Asılacak Adamlar”, Hulûsi Dosdoğru ise “6/7 Eylül Olayları” isimli kitaplarında anlatmaktadırlar. Her iki aydın da olayların Londra Konferansı’nda bulunan heyete ve izlenen Kıbrıs politikasına zemin oluşturmak amacı ile DP hükümeti tarafından düzenlendiğini aktarmakta, dönemin hükümetini olaylardan dolayı eleştirmektedir.
6-7 Eylül olayları Londra Konferansı’nda bulunan Türk heyetine kamuoyu desteği sağlamak için DP hükümetinin talimatı ile önceden planlanmış ve Özel Harp Dairesi tarafından uygulanmıştı.
27 Mayıs 1960 darbesinin ardından Yassıada Yüksek Adalet Divanı’nda görülen Ekim 1960 tarihli duruşmada, 6-7 Eylül olaylarının tertibine iştirak etmekle suçlanan dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar şu cevabı verir: “Ortada bir Kıbrıs davası var. Türk milletinin her ferdi bu dava ile alâkadar olmuştur. Yunanlılar da, Kıbrıs’ın ilhakı için azami gayret sarf etmişlerdir. Tezimizi meşru bazlar içinde dünya umumi efkârına kabul ettirmek vazifemizdir. Bunun için gayret sarf ediyorduk”.
Aynı duruşmada, olaylardan önce 24 Ağustos’ta yaptığı kışkırtıcı konuşma ile ilgili dönemin Başbakanı Adnan Menderes şu ifadeleri kullanıyor: “Londra’daki heyetimizi de desteklememiz lâzımdı. Heyet o sırada Kıbrıs’la alâkalı müzakerelerde bulunuyordu. Ben nutku tahrik maksadı ile değil, çıkacak mühim hadiseleri önlemek için söyledim. Liman Lokantası nutku o zamanki Kıbrıs Türk tezinin bir nüvesidir”.
Tuğgenerallik rütbesinde Özel Harp Dairesi başkanlığı yapmış, Genelkurmay İstihbarat başkanlığı ve Millî Güvenlik Kurulu’nda üst düzey görevlerde bulunmuş Sabri Yirmibeşoğlu ise gazeteci Fatih Güllapoğlu’na olaylarla ilgili şunları aktarıyor: “6-7 Eylül de, bir Özel Harp işiydi. Ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amaca da ulaştı. Sorarım size, bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi?”
6-7 Eylül olayların arkasındaki fikir babasının İngilizler olduğuna yönelik veriler bulunmaktadır. 1954 Ağustos ayında Atina’daki İngiliz Büyükelçisi şu öngörüde bulunmuştu:
“Zannediyorum ki Türkler durumdan endişe duymaya başladılar. Aynı zamanda yakın bir arkadaşım da olan Türk meslektaşımı dün akşam gördüğümde, olayların gidişatından kaygı duyduğunu açıkladı. Mesajımda da belirttiğim gibi ilişkiler şu anda pek de iyi değil ve görünürdeki Yunan-Türk dostluğunun kırılgan olduğu çok açık, çok küçük bir şok bile yetebilir. Atatürk’ün Selanik’te doğduğu evin duvarına tebeşirle slogan yazmak gibi önemsiz bir olay bile bir kargaşanın çıkmasına yeter”.
Bu çerçevede, olaylardan önce İngiliz Dışişleri Bakanlığı’nın bir memuru şu düşüncesini dile getirmişti: “Ankara’da birkaç ayaklanma çıksa, bizim işimize gelirdi”.
İstanbul’daki Alman ve İngiliz Başkonsolosluklarının raporlarına göre, hükümet tarafından Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Andan Menderes, İçişleri Bakanı Namık Gedik, Dışişleri Bakanı Fatih Rüştü Zorlu ve İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay, 6 -7 Eylül saldırılarına katılmışlardı. Amaçları Londra Konferansı üzerinde baskı oluşturmaktı.
1960 Mayıs’ındaki askeri darbeden sonra, Cumhurbaşkanı Bayar, Başbakan Menderes, Dışişleri Bakanı Zorlu ve Bakan Köprülü diğer suçlamaların yanı sıra, 6 -7 Eylül 1955’teki olaylar nedeniyle de Yassıada’daki askeri mahkemede yargılanır ve suçlu bulunurlar.