Kıbrıs meselesinde, herkesin herşeyi söyleyebileceği aşikar bir durumdur. Özellikle söz konusu ne zaman ki, üst düzey ziyaretler olur, söz düelloları temsil ettikleri topluma değil, öteki toplumun gazete manşetlerini hedefler. İşte bu söz düelloları arasında, herkes aynı anda haklı, herkes aynı anda doğruyu söylemektedir.
Ancak, mesele basın açıklamalarından yazılı metinlere ve yazılı metinlere verilen tepkilere geldi mi, o zaman işler değişir. Ortalığı velveleye veren haklılıklarının evrensel bir gerçek olduğunu söyleyen tarafların maskesi aslında o zaman düşer.
Böylesi zamanlarda, yıllarca emperyalizmin uşaklığını yapanlar haksızlıklarından dolayı bir numaralı anti-emperyalist kesilebilir. Milliyetçi nutukla beslenenler, bir anda insan haklarının öneminin farkına varabilirler.
Adalet üzerine kılını kıpırdatmamış olanlar, demoklesin kılıcı olup adalet dağıtmaya yeltenirler.
Kıbrıs sorununda, bugünlerde tam da buna benzer bir süreç yaşıyoruz. Bir süredir yaşadığımız gerginlik siyasetinin meyvelerini Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2561 kararında toplamaya başladık. Ancak, beklediğimizin aksine umut değil nefret ekince, hasat da istenileni vermedi.
Önce gelin ilgili Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararının dikkate değer satırbaşlarını yeniden hatırlayalım.
- Kıbrıs sorunun çözümü öncelikle Kıbrıslılara ait olduğunu altını çizerken, Birleşmiş Milletlerin birincil sorumluluğunun Kıbrıs sorunu ve adanın bölünmüşlüğü ile ilgili olarak taraflara aciliyetle kapsamlı ve kalıcı bir çözüm için yardımcı olmaktır.
- Tarafların, kalıcı, kapsamlı ve adil iki toplumlu iki bölgeli siyasi eşitliğe dayalı federal bir çözüm için çabalarını yenilemerini teklin ederken, sürerdurumun sürdürebilir olmadığını belirtir.
- Hibrokarbon araştırlmaları ile ilgili olarak Doğu Akdenizde artan ve yoğunlaşan gerginliğe dair, derin kaygılarını belirtirken, kapsamlı ve kalıcı bir çözümün tüm Kıbrıslılara ekonomik faydalarda dahil olmak üzere, önemli katkılar sağlayacağına ikna olmuştur.
- Bir diğer önemli madde ise Kıbrıs Türk tarafının ve Türk güçlerinin, Strovilia (iki buçuk mil) bölgesindeki askeri statükoyü 30 Haziran 2000 tarihine göre düzeltmesi ve Maraş’ın durumu ile ilgili olarak ilgili kararlara göre düzenlenmesi çağrısı yapmaktadır
- Genel Sekreterin, BMGK Özel Temsilcisi Elizabeth Spehar ve kıdemli Birleşmiş Milletler yetkilisi Jane Holl Lute’un çabalarını takdir ederken
- 25 Kasım 2019 tarihinde Berlin2de gerçekleşen üçlü zirvede, iki tarafın iki toplumlu, iki bölgeli, siyasi eşitliğe sahip olan federasyona, 11 Şubat 2014 Deklerasyonuna, önceki yakınlaşmalara ve Genel Sekreter tarafından 30 Haziran 2017 Kıbrıs Konferansında sunulan 6 noktalık çerçeveye olan bağlılığı olumlu karşılar
- Kıbrısla ilgili tüm kararları yeniden doğrular ve özellikle 1251 numaralı kararı hatırlatır.
Burada vurgusu yapılan 1999 yılına ait 1251 numaralı karar önemlidir. Çünkü atfedilen kararda vurgulanan noktalar aslında esas rahatsızlıkla ilgili mesaj vermektedir. Burada 1251 numaralı karardaki geçen bazı noktaları hatırlatmakta yarar vardır:
a) tüm devletlere Kıbrıs Cumhuriyetinin egemenliğine, bağımsızlığı ve toprak bütünlüğüne saygı duyulması gerektiği hatırlatılmakta ve onlardan ilgili taraflarla birlikte egemenlik, bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne zarar verebilecek her türlü eylemden kaçınmalarını talep ederek, adanın herhangi bir şekilde bölünmesi veya başka bir ülke ile birleştirilmesi girişimlerinden uzak durulması telkin edilmektedir.
b) İlgili tarafları, savunma harcamalarını azaltmaya, Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki yabancı askerlerin sayısının azaltılmasına ve Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki tüm asker ve silahların seviyesini sınırlandırmaya çağırır ve asker sayısını önemli ölçüde düşürmeyi amaçlayan aşamalı bir süreç, yabancıların geri çekilmesine yönelik ilk adım olarak, taraflar arasında güveni yeniden tesis etmeye yardımcı olacağı vurgulanırken; Kıbrıs Cumhuriyeti’nin genel kapsamlı bir çözüm bağlamında bir amaç olarak nihai askerden arındırılmasının önemini vurgulamaktadır.
Şimdi BMGK kararlarına yeniden bakarsak, aslında gerçekler son derece net bir biçimde ortaya konulmuş, iki devletli siyasetin yada eşit egemenlik iddiasının iflas ettiği daha kimse uçağa binip New York’a gitmeden açıklanmıştır.
Çünkü BM daha önce aldığı kararları önce doğrulayıp ardından da iki temel noktaya vurgu yapmıştır. Bunlar 1) Kıbrıs Cumhuriyetinin bölünmez bütünlüğü, egemenliği ve bağımsızlığı esastır 2) Adadaki yabancı orduların azaltılarak, federal bir Kıbrıs modeli ile gerçekleşebileceğidir.
50 yıldır çözümsüzlükten şikayet edenlerin, çözümsüzlükte hiç sorumlulukları yokmuşçasına takındıkları pişkinlik balonunu ipneyi batıran BM Güvenlik Konseyi, kararlarına bağlılığı yinelerken, yarın Kıbrıs’ta çifte egemenlik rüyası görmek gerçekçi bir politika olmadığı açıktır.
Üstelik Güvenlik Konseyi bir mesaj daha vermektedir. Açıkça, alınan kararda hidrokarbon konusu, Kıbrıs sorunu ile ilişkilendirilmiştir. Yani sadece Kıbrıslı Türklerin hibrokarbon kaynakları üzerinde söz hakkı değil, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin bölgedeki “Mavi Vatan” hedefinin gerçekleştirilmesi için öncelikle Kıbrıs Sorunun çözülmesi gerekmektedir. Net bir biçimde ortaya bir sonuç çıkmaktadır: Türkiye bölgesel bir güç olduğunu kanıtlamak istiyorsa, Kıbrıs sorunundan kurtulması gerekmektedir. Aksi halde uzun yıllar boyunca Türkiye’nin iddia ettiği bir hedef olarak kalır, ancak gerçekleştirilmesi için yapıcı bir diplomatik ortamın yaratılması mümkün olmayacaktır.
Bu kadar sarih olarak ortaya konulan durum karşısında gelin bir de sırasıyla, Kıbrıs Türk liderliğinin, Dışişlerinin ve Türk dışişlerinin tepkilerine bakalım. Sanırım bu çerçeve içinde tepkileri okumak çok daha anlamlı olacaktır.
30 Ocak 2020 tarihinde açıklanan Güvenlik Konseyi kararı ile ilgili olarak, Kıbrıs türk toplum liderliği iki açıklama yaptı.
Birinci açıklamanın satır başları şunlardır :
- Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin bugün almış olduğu ve BM Genel Sekreteri’nin İyi Niyet Misyonu ve BM Barış Gücü Operasyonları raporlarını onayladığı karar, raporlarla çelişmektedir.
- BM Güvenlik Konseyi ise bahse konu kararında yarım asrı aşkın bir süredir başarısızlığa uğrayan zemine atıf yapmakta, yıllardır hapsolunan kabul edilemez statükoyu kırarak uzlaşı zeminini hazırlayacak açılımları sınırlamaktadır.
- Kapalı Maraş’ın açılması konusunda aldığı inisiyatifle başlayan sürece dair BM Güvenlik Konseyi kararında yer alan talihsiz ifadeler de statükonun muhafazasına yöneliktir.
İkinci açıklamada ise dikkate değer noktalar şunlardır:
- Bazı çevrelerin de bu kararı bilinçli olarak “egemen iki devletli çözüm önerisi ortadan kalktı” şeklinde değerlendirmeleri kabul edilemez.
- Halkımız da Cumhurbaşkanlığı seçiminde büyük bir çoğunlukla egemen iki ayrı devlete dayalı çözüm şekline destek verirken, Güney Kıbrıs’ta bazı çevreler ile Rum Yönetimi Başkanı Nikos Anastasiadis’in de iki egemen devlete dayalı çözüm şeklini dillendirdiği de unutulmamalıdır.
- Bu yeni fikir ve yeni politika büyük bir yankı yaratırken, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres de düzenlediği 2021 yılının ilk basın toplantısında gündemi değerlendirirken, “yeni fikirlere açık ve tarafları dinlemeye hazır olduğunu” belirtmiştir.
- BM Güvenlik Konseyi’nin söz konusu son kararında bazı çelişkili ifadeler egemen iki eşit devlete dayalı çözüm önerimizi geri çekeceğimiz veya bundan vazgeçeceğimiz anlamını asla içermemelidir
- Bir kez daha belirtmek gerekir ki 5+1 gayri resmi toplantıda, duruşumu, irademizi ve yeni politikamızı ortaya koyacağız. Rum-Yunan ikilisi ile bu ikiliye destek veren ülkelerin baskı ve dayatmalarına asla boyun eğmeyeceğiz.
Bu açıklamaların yanında kktc dışişleri bakanlığı tarafından yapılan açıklamalardaki vurgulara da bakmak önemlidir. Dışişleri tarafından yapılan açıklamanın satır başları şunlardır :
- Geçmişte de vurguladığımız üzere, Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün Ada’daki varlığına dair Kıbrıs Türk tarafının rızasının yine alınmamış olması önemli bir eksikliktir ve Birleşmiş Milletlerin barışı koruma operasyonlarına ilişkin temel ilkelerini dahi göz ardı etmektedir.
- BM Güvenlik Konseyi’nin sözkonusu kararında Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin görüşlerini göz ardı ederek, başarısızlığı defaten ispatlanmış sözde çözüm önerisine atıfta bulunması kabul edilemezdir.
- Güvenlik Konseyi’nin Ada ve bölgemizde giderek artan gerginliğin nedenini Kıbrıs konusunda bir anlaşmaya varılamamış olmasına dayandırması da kabul edilemezdir.
- Kıbrıs Türk tarafının KKTC topraklarının bir parçası olan kapalı Maraş’a ilişkin kararları uluslararası hukuka saygı çerçevesinde alınmaktadır. Ada’daki statükonun sembolü haline gelen Maraş konusunda yapmakta olduğumuz açılımın olumlu bir gelişme olarak görülmesi gerektiğini düşünmekteyiz.
Bunların ışığında TC Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamayı da eklemek Türk tarafı görüşünü anlamak için bütüncül bir fırsat verir. TC Dışişleri Bakanlığı’nın yaptığı açıklamanın satır başları :
- Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) sözkonusu kararla ilgili yaptığı açıklamaları destekliyoruz.
- Konsey’in elli yılı aşkın süredir çözümü mümkün kılmayan iki kesimli, iki toplumlu federasyonda ısrar etmesi ve esasen Ada’daki iki tarafın üzerinde uzlaşı sağlaması gereken çözüm hakkında peşin hüküm vermesi kabul edilemezdir.
- Güvenlik Konseyi’nin çözüm üretmeyen, denenmiş ve tüketilmiş bir süreci taraflara dayatmak yerine, çözümü mümkün kılabilecek yeni fikirlerin ele alınmasını izin verecek zemini sağlaması yararlı olacaktır.
- Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 2561 sayılı karara karşı Kıbrıs Türk ve Türkiye’nin verdiği tepkileri alt alta koyduğumuzda, aslında ciddi bir başarısızlığın söz konusu olduğu görülmüştür. Türkiye ile birlikte Kıbrıslı Türk tarafı gelinen noktada uyguladıkları tüm politikalarla aslında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyini karşılarına almış durumdadırlar.
Sonuç olarak, (Kıbrıs) Türk tarafının tepkileri birbiri ile benzeşmektedir. Uluslararası gerçekleri görmek yerine, Mesarya’nın ötesinde kabul görmesi muhtemel dahi olmayan bir propagandaya dayalı iddialarla uluslararası hukukta haklılık yaratacağına inanmıştır. Kendi yarattığı mite inanıp, mitin BM Güvenlik Kurulunu ikna edilebileceği varsayımına dayanan bir yanılsama içindedir.
Oysa şahinleşen siyasetin tek somut getirisi, uluslararası bağlamda, konjenktürün de getirdiği faktörlerle birleştiğinde, uzlaşmazlığın sorumlusu olarak Kıbrıslı Türklerin ve Türkiye’nin olduğu bir resim yaratılmıştır.
Hal böyleyken ciddiyetle düşünmesi gereken soru bence şu olmalıdır: geri dönülmeyecek bir söyleme (Kıbrıs) Türk tarafını hapsederek, kim(ler)e, ne fayda sağlanması hedeflenmektedir?