Kıvrımlı, uzun bir yolda gidiyordum…
Gecenin karanlığı belli saatlerden sonra…
Derinleştikçe derinleşir…
İnsan o derinliğin içinde arabayı nereye sürdüğünü unutur…
Kaybolur…
Arabanın ön camına kelebekler çarpar…
Kelebekler, gözlerimin önünde parçalara ayrılır…
Kelebeklerin cesetlerinin arasından bakarım yola…
Yol, ölülerinin arkasından yas tutmayacaklarla dolar…
* * *
Uzun yıllardır seni düşünüyordum…
Bu gece seni, kelebeklerin arasından bakarak düşünüyorum…
Yazdığım yazıları, şiirleri kelimesi kelimesine okuyan…
Onlardan çeşit çeşit anlamlar çıkaran…
Elinde kalemiyle notlar alan…
Belki yazılarımı, şiirlerimi bir makasla kesip biriktiren…
Ya da onları fotoğraflayan…
En sadık okuyucum sen olmalısın…
* * *
Seninle hiç tanıştık mı?
Oturup bir kenara, bira içtik mi?
Belki uykusuz bir gecenin ardına buluştuk seninle…
O yüzden arka arkaya ikişer tane kahve içtik…
Neden uykusuz kaldığımı bilirsin sen…
Neden mercimek çorbası içmediğimi…
Çiçek lahanasını neden yemek istemediğimi…
Bilirsin…
Sen benimle ilgili her şeyi bilir misin sahiden?
Arkamda bıraktığım bunca eylemi, dergiyi, gazeteyi…
Seninle bir sokakta tanışmış olmalıyız…
Ben sana bahsetmişimdir…
Yazmak istediğim hikâyelerden…
Kafamdaki şiirlerden…
Tanrıyla yaptığım konuşmalardan…
En fazla yer yüzündeki bu esaretten, konuşmuş olmalıyız…
* * *
Neyi merak ediyorum biliyor musun?
Bana bu kadar yakın olup, bu kadar uzakta duran başka biri var mıdır hayatımda?
Neyi anlamaya çalışıyorum biliyor musun?
Yazdığım bunca şeyden sonra yaptığın işe dair bir şüphe oluşmadı mı hiç?
Hiç mi önüne serdiğim bunca sözcükten birine tutunmak istemedin?
İnsan insanlara tutunur…
Hayvanlara…
Dağlara tutunur…
Bazen siyah bir denize…
Yanan bir oduna…
Küle tutunur insan bilirsin, öyle değil mi?
İnsan en çok sözcüklere tutunur…
Sözcüklerdir bütün bu âlemi anlamasını sağlayan…
Sen hiç benim sözcüklerime tutunmadın mı?
* * *
Sevdiğin erkeklerin vardır…
Sevdiğin kadınların…
İşten yorgun gelirsin…
Sırtında taşıdığın, topladığın bilgilerin cehennemiyle gelirsin…
Gelirsin o eve, o evde kim bilir kaç yazar vardır?
Kaç sendikacıyı biriktirdin raflarında…
Kaç gazeteci üst üste duruyordur rüyalarında…
En çok korkularını merak ediyorum senin…
Nasıl rüyalar görüyorsun kim bilir?
Sen yaratık mısın?
Etten kemikten yapılmış bir insan mısın?
Aşk nedir, bilir misin?
Çocukken, arabanın arkasında terk ettiğin o kente dönüp hiç baktın mı?
Sen özgürlüğü arzuladın mı hiç?
* * *
İlk kez sana bu yazıyı yazdım…
Seninle ilk kez konuşmak istedim…
Bunca yıldan sonra, benim için bunca emek harcadıktan sonra senin için yazmamak olur muydu?
Biliyorum, uzaktan bakıyorsun bana…
Bir gün yanıma gel, elimi canımı acıtırcasına sık…
Sonra bırak… Ben senin kim olduğunu göreyim…
Kimselere söylemem, merak etmeyin… Bu devletin istihbaratına çalışmaktan yorulmuş olmalısın?
Biliyorsun sen de bu dikenli teller, bu kapılar, savaş barış değil asıl mesele?
Var olmaya çalışıyorum…
Var olmanın bana dayattıkları bunca yorgunluk, bunca hüzün, mutluluk…
Sınıfta Halil Hoca soruyor? Kimliklerden arınmış bir yaşam mümkün mü?
Bu yaşamı mümkün kılmak bütün bu çaba… Anlıyorsun beni, öyle değil mi?
Bu devletin istihbaratına çalışmaktan yorulmuş olmalısın…
Bunca şiiri, yazıyı, kitabı, yazarı, şairi, sendikacı ve gazeteciyi sırtlayabilir mi bir insan?
Diğer dostlarım ne der, bilmiyorum ama benim yazdıklarıma sığınabilirsin…
Soluklanırsın, dinlenirsin, yükünü azaltırsın biraz…
Nerede olduğumu biliyorsun zaten…
İnsan topladığını, biriktirerek ağırlaşır…
İnsan topladığını dağıtarak hafifleyebilir ancak…
* * *
Gecenin karanlığında sen de araba sürmüşsündür…
Gözlerinin içinde patlayan, parçalara ayrılan kelebekleri sen de görmüşsündür…
Kelebeklere yas tutulmaz, bilirim…
Kelebekler hatırlamaz, bilirim…
Beni fillerle bırakın, biraz da onları seveyim…