Fotoğraf : Gazedda Kolektif / AI Art
Fikret Demirağ uzak bir görüntüyü bilinçli olarak beraberindeki anlamlarla kurardı. Aslında böylece şiirin daha fazla problemiyle uğraşmak zorunda kalıyordu. Sanki bizi başka kitaplara götürüyordu Demirağ.
Cesur Yeni Dünya kitabına, Yarınki Yüzün – Ateş ve Mızrak kitabına, Kayıp Kentin Radyosu kitabına, Bütün İnsanlar Yalancıdır kitabına, Demir Ökçe kitabına götürüyordu sanki bizi Fikret Demirağ.
O kitaplar kadar içinde yaşadığı felaketi anlamlı kılmış. Cümleleri bozup cümleleri kurmuştu.
Sizi Fikret Demirağ’ın içimizdeki hislere benzeyen iki şiirine götürüyoruz. Okudukça, anlattıkça arındırsın.
Kayıp Oğlunun Yollarını Gözleyen
Bir Fenike kadını gibi gizemli
bir yörük kadını kadar sabırlı
bir Yunan dağlısı kadar acılı ana,
defne, mersin ve sevgi dallarından
bir çelenk yaraşır alnınaÖlüm yaşıma girdim, üşüyorum eşiğinde kapımın;
götürülen ciğerköşem oğlumdu, bir yazıydı ömrümün,
tüfekler alıp gitti, ömrümüze vuran karanlık.
Bir zeytin fidanı gibi büyütmüştüm onu ben;
silindi gitti izleri, her şeyi örttü zaman.Ölüm yaşıma girdim, ağlıyorum eşiğinde kapımın.
Mum adadım, fal baktırdım, zeytin yaprakları kuruttum;
mumlar kaldı, fal çıkmadı, yapraklar kimi tütütmek için?
Bir kuyuya düşer gibi düştüm dibine acının.
Çan ve ezan sesleri başka bir dünyanın sesleri gibi.
Kapıma dayandı sonyaz, sanki bir ören yeriyim!Ölüm yaşıma girdim, ıssız bir kır gibi yüreğim.
Umut beslenemez artık, ve tansık beklenemez
baklavalı kazaklar örüp beklediğim fidanım için
(çıkıp gelse mersin dallarıyla döşerdim yollarını!)
Artık salkım vermeyen asma, meyve tutmayan zerdaliyim!
Ben bir anayım, deliyim, ağlıyorum eşiğinde kapımın.Dışımda kışın yakın rahmeti, içimde sonyazın hüznü.
Kötü Zamanlar
Ne omzu kalabalıklar geçti, asfalt ezen bandolar
acının çökerttiği zayıf ana omuzlarımın yanından!
Bundan sonra olsa olsa ne olur artık kadınlığımdan!
Bir dal bulmak istiyorum, barış açan bir dalcık,
son bir kez bakmak için giderken buralardan.Duruyorum eşiğinde kapımın, içimde sonsuz sonyaz!
Bir akşam a ç ı l d ı y d ı k* … gene ‘ağır’ bir yıldı
-Kan orkestralarını çaldırıyordu ‘maestrolar! ’-;
hafif müzik gibi çıkıp, ‘ağır’ bir vakaya
savrulduyduk (Gençlik ‘hafif müzik’tir, Aşk ‘ağır’) :
O akşam az kalsın Aşk’ın ‘tak’ı altından
geçecektik; ama sen, üstüne titreyenlerin
gözaltında, nazlıbörek bir gündüz kızıydın,
ben kimdim, bilmiyordum (sanki şimdi çok biliyorum!)
belki daha o zamandan gözden çıkarılmış
bir ‘alacakaranlık kuşağı şairi’ydim!
gene de binbir özenle seçilmiş sözcüklerle
-o kargaşa yıllarında, kaçamak, fısıltıyla-
aceleci bir telâşla neler neler konuştuyduk;
çünkü henüz bilmesek de seziyorduk,
Aşk, evlenince konuşmadan kesilir,
İŞGAL’e uğramış hayatlar gibi…Sonra araya daha siyah bir Hayat girdi
(doğru çıktı her anlamda İŞGAL kehaneti!)
ve zaten o akşam da, benim gençliğime
son bir düşgezimdi! Sonra Hayat’ın ay’ı battı!
Zaten artık ‘komik’ karşılanıyor Aşk da;
‘ağır’ bir vakayken ‘hafif bir müziğe’ dönüştü,
kan orkestralarına çeşit-türlü haramiliğin
eşlik ettiği bu açgözlü, şamatalı zamanda…NOT: Bir zamanlar ‘açıldıydık’, bu yüzden
‘üşüyoruz’ kanayarak, o gün bugündür…