Fotoğraf : Gazedda Kolektif / AI Art
İnsanın kusurlarını, zayıf taraflarını gösteren yetişkin masallarını, tıpkı bir tenkitçinin her olayı başka bir olaya bağlama gayretiyle;
İnsanların yaşamı modern bir köleliğin tutsaklığında, kalplerini, bedenlerini, zihinlerini sömüren bu düzende, dünyaya kostu düşür satışları artır gibi bakan bu düzende, açlık sınırı otuz bin lira olmuş, on üç milyarderin varlığı kırk dört milyon insanın varlığına eşdeğer bir hale geldi.
Yirmi yıldır yaşadığımız vasat içinde gittikçe vahşileşen insan, intahara, şiddete, depresyona dönüştü. Vasatın içinden etik uçar, yargılar azalmaya başlarmış, dolandırcılığa, tecavüze dönüştük. İnsan ancak içindeki ışığı karanlığın içindeki vasata meteor gibi düşürürse eğer, insanların kıymetli yerlerini görmeye meyilli olabilirmiş.
Bugün Türkiye’yi ve Kıbrıs’ı demokrasiden olabildiğince uzaklaştıran, önce Ecevit’i kral ilan edip, sonra yerine Erdoğan gibi bir Padişah getiren süreçte, şu anda herkesin demokrasi yerine ne gibi bir geleceğe ikna edilmeye çalışıldığını Orhan Veli’nin çevirdiği La Fontaine’nin Masallarında eşdeğerlik bulabiliyoruz.
Haberimiz için seçtiğimiz Başlarına Kral İsteyen Kurbağalar şiiriyle açıp, yine bu anımıza eşdeğer Orhan Veli’nin birkaç sözü ile yaşadıklarımıza sorular bulup, ihtimallerle yüzleşerek açıklığa kavuşturmuş olacağız. En sonunda yer alan gerçek yaşam hikâyesi ise, tıpkı Dostoyevski romanlarında olduğu gibi önce önümüze fersah fersah karanlığı serip, sonra bizi oradan ışığa çıkarıyor.
Başlarına Kral İsteyen Kurbağalar
Bir gün bıkıp usanıp kurbağalar,
Demokrat bir şekilde yaşamaktan,
Hep bir ağızdan haykırıp ağlar,
Başlarına bir kral isterler Tanrılarından.
Gökyüzünde cansız, kocaman bir kral düşer.
Pek büyük bir gürültü çıkarır düşerken de.
Öyle ki kurbağalar üçer, beşer,
Korkudan ödleri kopmuş bir halde,
Kaçışırlar deli olmuşcasına,
Gölün içindeki kamışlar, sazlar,
Kavuklar, bataklıklar arasına.
Uzun zaman kralın yüzüne bakamazlar.
Onun korkunç bir dev olduğunu zannederler.
Oysa, aksine, tamamen sulhperver.
İlkin fazlaca korkarlarsa da, sonra sonra
İçlerinden biri cesaretlenir
Kavuğundan çıkmaya niyetlenir,
Yavaş yavaş yaklaşır krala.
Peşi sıra bir tane daha, sonra bir daha.
Meydana gelir kocaman bir katar.
Sonunda iyice yüz göz olurlar kralla;
Omuzlarına başlarına çıkarlar.
İyi kalpli kral gık bile demez, sabreder.
Kurbağalar: – “Bize kımıldayan kral gönder, Bunu istemeyiz,” derler. O zaman
Tanrı zalim bir turna kuşu yollar havadan.
Turna kuşu bunları teker teker,
Aklına estikçe yakalayıp yer;
Kurbağalar yine şikâyet eder.
O vakit Tanrıları der ki: – “Siz çok oldunuz!
Hep keyfinizle mi iş göreceğiz?
Pekâlâ bir hükümet kurmuştunuz;
Onu muhafaza edecektiniz;
Etmediniz. Hiç olmazsa ilk kralınızla
- Ne halim selim kraldı!- yetinseydiniz ya!
- Siz şimdi buna razı olun yine,
- Düşmemek için daha beterine.”
Birkaç Söz ~ Orhan Veli Kanık
Bu kitapta okuyacağınız şiirleri gerçi sizler için tercüme ettim. Ama hiçbir zaman onları çocukça bulmadım. Zaten sizi de küçük görmüyorum. Güzel şeyleri siz de büyükler kadar anlar, büyükler kadar seversiniz. Elbette , yaşınız ilerledikçe, bilginiz de artacaktır.
Ama bu, bilginiz artıncaya kadar kötü şeyler, basit şeyler okuyacaksınız demek değildir. Bilginizin, anlayışınızın artması, zevkinizin incelemesi ancak büyük eserler, kıymetli eserler okumakla olur. Bunu, pek sevdiğiniz Doğan Kardeş’iniz de düşünmüş olacak ki bana bu şiirleri tercüme ettirmiş, kitap halinde de sizlere sunmuş.
Bu şiirleri yazanın nasıl bir şair olduğunu kitabı okuduktan sonra kendiliğinizden anlayacaksınız. Anlayacaksınız ama belki bazı şeyleri yine bilemeyeceksiniz.
Mesela o adam hangi millettenmiş? Size biraz da bunları anlatırsan La Fontaine’in adı aklınızda daha iyi kalır. Küçük adıyla birlikte Jean de La Fontaine. Okunuşu: Jön dö la Fonten.
Bir Fransız şairiymiş. Doğduğu yıl 1621. Yani aşağı yukarı 17. yüzyılın başlarında doğmuş. Yüksekçe bir memurun oğluymuş. Çocukluğu dağlarda, kırlarda geçmiş. Konularını hep hayvanlar arasındaki vakalardan alması belki de bundan geliyor.
Ama belki de bu, Fransız tenkitçilerinin her olayı başka bir olaya bağlama gayretlerinin eseridir.
Doğru dürüst okuyamamış. Bir aralık, rahip olmak üzere, bir manastıra girmiş. Sonra, vazgeçip hukuk tahsili etmiş; onu da becerememiş. Evlenmiş, memur olmuş.
Savruk bir hayat geçirmiş. En çok sevdiği şey hürriyetmiş, ama bütün savrukluğuna rağmen de çok çalışmış, çok eser vermiş. Bir hayli para sıkıntısı çekmiş. Ancak ötekinin berikinin yardımıyla yaşayabilmiş. Bu kadar sıkıntıya rağmen kral on dördüncü Lui’ye dalkavukluk etmemiş.