Uyuyup uyanıyorum. Kaç kez bilmiyorum. Gözlerimi her açışımda pencereden farklı farklı dünyalar görüyorum. Topraktan ülkeler, betondan ülkeler, denizin mavisinden ülkeler, karın beyazından dağlar, ormanın yeşilinden ovalar… Kabuslarımdan ve hayaletlerimden kaçarken bir rüyaya mı düştüm yoksa? Ne kadar naifim, hâlâ? Uçaktan indiğimde yüzüme buz gibi bir hava vuruyor. Islak, keskin, kesik kesik bir rüzgar. Gri bir gökyüzü, bulut kaplı. Garip bir sessizlik, aşina olmadığım. “Ben ne yaptım?” diye soruyorum kendime; uçaktan adımımı attım, geri dönüş yok; “Her ne olursa olsun devam edeceksin, her ne olursa olsun devam edeceğim!” Hoşçakal Lefkoşa!
***
“Hayatlarımız artık eskisi gibi olmayacak!” Çok ötelerden, öte zamanlardan gelip beni bulan bir fısıltı gibi kulağıma çalınıyor. Bir fısıltıdan ziyade bir hayalet uğultusu. Belki de koskoca bir yalandan geriye kalan tek gerçek. Benim ağzımdan çıkmış olmalı. Yıkılmış bir hayatın enkazından çıkıp gelip buluyor beni, kirli paslı! Yoksa ben mi kaybolduğum yersizlikten sıvışıp o sese mi dadanıyorum. Hâlâ, çok naifim! Artık eskisi gibi bir hayatım yok. Çünkü eskiden olan hayatım yok! Bunu ben yok ettim. Katman katman çoğalan koca bir yıkımı ve travmayı kendi ellerimle örgütleyip üzerime boşalttım. Aferin bana! Bir insanın üzerinden bir yıkım, bir travma geçmişse o insan artık aynı kişi olamaz. Aynı kişi değilim ama kimim?! Bunu görmek, anlamak, yasını tutmak, kabul etmek, sorumluluğunu üstlenmek ve yola devam etmek… Çok kanlı bir süreç. Kendi içinden geçen insan artık aynı kişi olmaz! İyileşebilmek için devam etmek gerekiyor, yeniden başlamak! İnsan oluş hiç de kolay değilmiş!
***
İyileşebilmenin, devam edebilmenin, yeniden başlamanın kapsadığı yüzleşme ve kabullenme aşamaları vardır. Belki de en kanlı süreç yıkım anında değil de, burada, sonrasında başlıyor. Kişinin kendisiyle hesaplaşmasında! Başıma ne geldi? Ne yaşadım, ne yaptım, kime ne yaşattım? Kanadım, kanattım… Ne oldu? Ben ne yaptım?! Kendisini affedebilen insan devam etmeye hazır hale gelen insandır. Yıkımın fırınında pişen ruh, kül olan değil, yeni bir hayatın hamuruna bürünen iradedir. Acının ve yaranın sağladığı konforlu bir alan var. Orada kalıp, aynı duygusal hezeyanları tekrar eden insanın yeniden başlayabilme potansiyeli azalıyor. Acıdan beslenen kişi hayattan korkar. -Hayat korkutur, evet!- Bazı insanların hayattaki kayıplarının yankısından kurtulamayıp orada travmatik bir varoluş döngüsüne teslim olduklarını gözlemledim. Gözlemlediklerimden ürktüm. Kimisinin gözlerinin içinden yaşamın ışığı sönmüş, kimisinin gözleri görmez olmuş. İyileşebilmenin yolunu bir başkasında arayanları gördüm; iyileşebilmenin yolunun sadece ve narsistçe kendini sevmekten geçtiğine inananları da gördüm. Gördüklerimi anlamaya çalıştım. Uzaklaştım! Mesafeleşmek bana çok şey öğretti. Ne yaşıyor olursam olayım hayatı yeniden sevebilmeyi öğrendim! Ve bunu ilk önce kendimde buldum.
***
İyileşebilmenin araçları vardır. Daha doğrusu belki de kaybın yerine konabilecek anlamlı uğraşlar. -Kaybın yerine onun yitirilenin eksiliğini dolduracak bir şey konabilir mi ki? Bir kayıpla yaşamayı nasıl öğrenebiliriz? Kayıp ile yaşamayı öğrenebilmek için neye ihyacımız var? İyileşmek artık biraz da yaralar ve izileriyle yaşamayı öğrenebilmek değil mi?- Bu sadece bir uğraş değildir. Aynı zamanda kişinin kendi kendiyle uğraşmasını hafifletecek de bir araçtır. Bir terapi biçimi. Hayatla olan ilişkimizi, potansiyelimizi dönüştürüp zenginleştirebilecek bir uğraş.
Kendimi güvende hissetmediğim tüm zamanlarda, kaygı ve hayaletlerimle baş edebilmemi kolaylaştıran uğraş, fotoğraf ve yürümek oldu. Hayatın ve varoluşun ilişkisel olduğunu yeniden ve daha derinden kavradım. Dublin’i yürürken sadece bir kenti yürümüyordum, kendimi de yürüyordum. Fotoğraf ve fotoğrafla kurduğum ilişki, fotoğraf vasıtasıyla hayat ve insanlarla, yaşadığım yer ile kurduğum ilişkiler, kendimi daha güvende hissettirmedi fakat güvensizlik, kaygı ve hayaletlerimle barışabilmemi, onlarla baş edebilmeyi ve onlarla birlikte yaşayabilmeyi kolaylaştırdı. Bu hala böyle. Fotoğraf çekerken sadece bir anı değil aynı zamanda kendimden bir şeyleri de fotoğraflıyorum. Hangi dalında olursa olsun sanatın, edebiyatın ve yaratıcılığın insanın iyileşme ve kendisiyle barışma, affedebilme süreçlerinde önemli rolü olduğunu kitaplardan okuyarak değil, yaşayarak ve deneyimleyerek öğrendim. Bunun bir reçetesi yok, herkesin kendi özgün deneyiminde farklılaşabilir fakat önemli olan onu bulup hayatın, yaşamın ve iyileşme sürecinin bir parçası haline getirmek. Kimisinde bu gelip geçici bir sığınak kimisinde tutkuya dönüşen kalıcı bir yaratıcı yaşam haline gelebilir. Bende ikisincisi oldu. Fotoğraf vesilesiyle kendime dair anladığım bir başka unsur daha var; hayatım boyunca ne yaptıysam kalbimle yapmışım. Bir yerde kalbim atmıyorsa da orada durmamışım. Bugün çektiğim tüm fotoğrafları kalbimle çekiyorum. Yaşadığım kenti kalbimle seviyorum! İyileşme sürecinin insana öğrettiği bir şey daha var, bir kalbimiz olduğu!
***
Sevmek bir sorumluluk biçimidir. Ötekine ve kendine karşı! Kalbimi açtığımda onun içine kalbimi kurutup parçalayacak bir şeytanı yerleştirdiğimi bilmiyordum. Günün sonunda ben de parçalanan kalbler cemiyetindeki yerimi almıştım. Bunu bana en çok da ben yaptı. Bunu anlamak ve kabullenmek zaman aldı. -zaman alıyor, zaman alacak…- Fakat bir kalbin parçalanması bir yana; bununla beraber hayatımda kalıcı başka bir kapı daha açıldı. Angst! Geçmiş hayatımda konforlu ve ‘güvenceli’ odamda, raflar dolusu kitabın arasında oturup Heidegger’in angst kavramını, yani kaygıyı anlamaya çalışıyordum. Kaygıyı içime aldığımda işler değişti. Artık onunla entelektüel bir faaliyet ilişkisi değil, hayatımın sarsıcı bir parçası olarak ilişki kurmaya başladım. Heidegger’i anlamaktan daha zor bir şey varsa o da angst ile ne yapacağını öğrenebilmektir! Her sabah uyandığında güne onunla başlamak, gün içinde ansızın seni nefessiz bırakırcasına boğazında hissetmek, iki göğsünün ortasında bir ağırlıkla yaşamak, akşam çöktüğünde uyku nedir bilmemek! Angst ile savaşılamayacağını ve onun artık benden bir parça, benim de artık ondan bir parça olduğumu anladığım günün akşamı uyuyabildiğimi hatırlıyorum. Angst kulağına hayaletler fısıldadığında kabullendiğin sandığın tüm yaralanmalarını yeniden ve yeniden kabullenmek gerektiğini öğrendim. Her gün yeniden başlayabilmeyi öğrendim. Angst hayatın katalizör gücü aslında, bize her zaman devam etmek zorunda olduğumuzu hatırlatan, seni zehirleyeni tükürüp atmak, derin bir nefes almak… Hayatı yeniden anımsatan bir katalizör. Angst ile başedemezsin! Angst ile yaşarsın, yaşamayı öğrenirsin. Angst doğmuş olmanın, eksik kalmanın ve henüz ölmemiş olamanın yarasından sıvışan sıvıdır, yaşam ırmağına ister istemez karışan sıvı. Angst bana her zaman devam edebilmenin erdemini hatırlatıyor!
***
Kaygı ile yaşamak bana en çok kaygı ile yaşamayı kabullenmeyi öğretti. Evsiz olmak bana en çok evsiz olmayı kabullenmeyi öğretti. Bir başkasına yaşattığım üzüntü ve yıkım, kendi yıkımımla birlikte yasını tutmayı ve kabullenmeyi öğretti. Güvenceli bir alanınım olmaması, güvenceli bir alanım olmadan yeniden başlamak zorunda olmamı kabullenmemi sağladı. Yol evim oldu. Ev kavramı ile kurduğum ilişki biçimi kökten değişti. Kalbimle birlikte parçalanan ve dağılan yalandan gülümseyişleri tükürüp atmayı, içimdeki şeytanı unutmayı öğretti. Hayata dair beklentilerim değişti. Artık kendimi var ettiğim ve başkalarıyla ilişkilendiğim koşulların içinde değildim, değilim. Kendime bir yol açtım, yapmam gereken şey yürümek ve yürüyerek öğrenmekti. Başka bir ülkede, başka bir şehirde, hiç tanımadığım insanların arasında sıfırın da altında başladım, yürüdüm ve öğrendim. Benimle gelen kötücül duygulardan arınmaya çabaladım. Yol aldım! Dinledim. Birçok ülkeden birçok insanın hikayesini dinledim. Hangi coğrafyadan olursa olsun acı ile yoğrulmuş bakışları görebildim. Yürüyorum ve öğreniyorum. Kendimi affetmek zaman aldı. Daha da alacak! Ne halde olduğumu, neler yapabileceğimi ve neler yapamayacağımı anlamak zaman aldı. Yapabileceklerime odaklandım. Yapamayacaklarımın kaygısından sıyrıldım, geride kalanları kendi acizliklerinde bıraktım. Öfkelendim. Öfkemle ne yapacağımı, bununla da nasıl başedeceğimi düşündüm. Kaygı ile, parçalanmış bir kalp ile, yok olan bir geçmiş hayatın ve yıkılan evlerin enkazı altında yeniden başladım, hayaletlerimden kurtuldum, içimdeki zehiri, beni zehirleyeni tükürdüm ve bunu yapabildiğim için kendim ile gurur duyuyorum.
Yeniden başlayabilme cesaretini gösterebilen tüm dostlara selam olsun!
Fotoğraf: Hasan Yıkıcı, Howth/İrlanda

