“Felsefe, hakikâtle ilişkiye geçmektir.
Bu ilişkisellik dünyayı yorumlamayı,
açıklamayı ve değiştirmeyi içinde barındırır.”[1]
‘Ümüş-Eylül Dergisi’ni tek kişilik hücrede “yaratan” Tekirdağ mahpusundaki Hasan Şahingöz yıllardır mektup yoldaşımızdır; ısrarlı bir militan, velût bir entelektüeldir.
Üç şiir kitabı ardından ‘Felsefe Nedir, Ne Değildir?’[2] başlıklı son yapıtı da bunun kanıtıdır.
Tıpkı “İnsan dört hakikât kapasitesine sahiptir -politika, bilim, sanat, aşk- ve felsefe bu hakikâtleri bir arada düşünme pratiğidir,” diyen Alain Badiou gibi hepimizi felsefe yapmaya çağıran Hasan; Epiktetus’un “filozof”u “Tiranın yüzüne dimdik bakabilen insan” olarak tanımlamasını çağrıştırır bizlere…
Tam da bunun için “tehlikeli”dir o; Albert Camus’nün, “Toplumu değiştirmek isteyenler toplumdan dışlanır. Felsefeciler gibi,” notunu düştükleri gibi…
“Felsefe, yeniden bir risk içerecektir.”
“Gerçekten de felsefe yapmak, kahramanlık zamanlarında olduğu gibi yeniden tehlikeli bir mesleğe dönüşecek.”
“Filozoflar yeniden gerçeğin dostları olacaklar, ama aynı zamanda tanrıların düşmanları, devletin düşmanları ve gençliğin yozlaştırıcıları olacaklar,” diyen Georges Politzer veya “Kralların meclisinde felsefenin yeri olmaz,” haykırışıyla Thomas More’un altını çizdiği üzere.
Kolay mı?
“Felsefenin Tanımı”ndan (s.16) hareketle; “Bilmek Neden Önemli, Neden Gereklidir?” (s.30) ve “Filozof Kimdir? Felsefe Neden, Nasıl Ortaya Çıkmıştır? Nasıl Filozof Olunur?” (s.52) soru(n)larını yanıtlayarak, “Felsefi Düşünme” (s.96) ve “Niçin Felsefe Öğrenmeliyiz?” (s.184) hakikâtlerinin altını çizen yazarımız; felsefe bilmek ve yapmak için onun üzerine eğilmek, “ne”liğini/ “nasıl”lığını ortaya koyar.
Hem de felsefe konusunda kaleme alınan “aktüel” yapıtlar, teorisist akademik tekrar noktasına çakılıp kalmış ve toplumsallaştırılmış felsefe ufku yitirilmişken!
Bu hâl, Stephen Hawking’in yaptığı gibi, “felsefenin ölümü” diye nitelenebilir mi? Elbette hayır; ancak “Felsefesiz bir dünyada yaşam mümkün değil,” notunu düşerek!
Hatırlatalım: Hepimizin öğretmeni George Politzer, ‘Felsefenin Başlangıç İlkeleri’nde[3] filozofu ayakları yere basmayan kişi, felsefeyi de ip cambazlığı olarak tanımlarken hiç de haksız değil!
İş bu nedenle Hasan Şahingöz’ün de dikkat çektiği üzere, felsefe sosyalleştirilmeli, hal-i hazırdaki “akademik felsefe” sınırlarını aşmalıdır!
Albert Camus’nün, “Eskiden filozoflar ve felsefeleri vardı ama şimdi felsefeler ve felsefe yorumcuları var,” betimlemesindeki üzere, “postmodern zamanlar”da felsefe, yerkürede ve coğrafyamızda önemi/ değerini yitir(til)miş konumdadır.
“Felsefe” denildiğinde çoğunluğun aklına Platon’un, Socrates’in hayatı, yani felsefe tarihi gelir. Ancak felsefe, akıl yürüterek beşeri hayata ilişkin sorulara yanıt bulmaya çalışmaktır. Aksi, sorunludur! Çünkü felsefe objelerin düşünce ile görülmesinin bir adım ötesine geçmezse; metafelsefe olmanın yani felsefenin kendisi üzerine bilgi edinmek, düşünmek, bir anlamda felsefenin felsefesini yapmak olmanın ötesinde bir değer taşımazken; herhangi bir kıymet-i harbiyesi de ol(a)maz!
Mesele Karl Marx’ın, “Nasıl ki dünya soyutlamalar yoluyla felsefe hâline gelmişse, felsefe de somutlaşarak dünya hâline gelecektir,” tanımlamasındaki üzere ele alındığında evreni ve varlığı anlama çabası olarak felsefe bitmez, tükenmez ve teslim alınamaz.
* * * * *
Ne olduğunu tanımlamak için binlerce yıldır, milyonlarca sayfa yazılmış disiplin olarak felsefe düşünen, anlamları sorgulayan, itiraz eden her insanın gözlerini açarken; ‘Feuerbach Üzerine Tezler’inde (XI. Tez) Karl Marx, “Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir,” diye uyarır hepimizi.
Kolay mı?
Felsefe, dünyayı biçimlendirme uğraşısının ileri mevzisidir, vazgeçilemezidir.
“Felsefe, uyuyanları ayağa kaldırmak için verilen savaştır.”[4]
“Felsefe, insan açısından, daha ziyade, temellerinde karanlık güçlerin vahşi ordusunun bozguna uğramış hâlde yattığı yeni bir özgüvenin en büyük basamağıdır.”[5]
Onunla dilimiz, dünya görüşümüz hasılı tüm algılayışımız değişip, biçimlenir.
Ancak belirtmeden geçmeyelim: Felsefe, bir şeyler biliyor gibi gözükme uğraşısı olmamalı; ama asla küçümsenmemelidir de!
Kuşkusuz; “Felsefe yapma” tepkisine maruz kaldığınız olmuştur.
Malum; “Felsefe yapmak” bir tür dalga geçme deyimidir.
Eklemeden geçmeyelim: Kavram yaratma sanatı felsefe ile “alay etmek”, onu “küçümsemek” de bir felsefedir ve “Felsefesiz yaşam” dedikleri şey de açmayı denemeden, gözü kapalı yaşamaktır…
“İyi de felsefe neye yarar” mı?
Socrates’in, “Felsefe, neleri bilmediğini bilmektir”…
Platon’un, “Doğruyu bulma yolunda, düşünsel çalışmadır”…
Aristoteles’in, “İlkeler ya da ilk nedenler bilimidir felsefe”…
Epikuros’un, “Mutlu bir yaşam sağlamak için, tutarlı eylemsel bir sistemdir”…
Victor Hugo’nun, “Felsefe, düşüncenin mikroskobudur”…
Thomas Hobbes’un, “Felsefe yapmak doğru düşünmektir”…
Giordano Bruno’nun, “Felsefe çeşitlilikte birliği, maddede zihni, zihinde maddeyi algılamaktır”…
Tommaso Campanella’nın, “Eleştiridir”…
Jean Jacques Rousseau’nun, “Felsefe, özgürlüğü gözeterek, bireysel özerklik ile toplumsal bağımlılık arasında çatışmaya bir çözüm bulmaktır”…
Friedrich Nietzsche’nin, “Felsefe bir inşa etme faaliyetidir; hakikâti, varlığı kurma, yapılandırma faaliyetidir.” “İnsanın değiştirilebilir kavrayışının iyileştirilmesidir” tanımları…
Ya da tüm bunların da ötesidir.
Özetle Cicero’nun, “St profecto animi medicana, philosophia/ Ruhun asıl şifası felsefedir” notunu düştüğü hakikât arayışıdır; soru sormaktır.
Veya “Felsefe” Lucius Annaeus Seneca’ya göre, “Doğrunun, erdemin, yaşamın ve ölümün çalışması”dır.
Henri Lefebvre’e göre de, “Felsefe parçalı düşünceleri ve ayrışmış bilgileri birbirine bağlayan şeydir.”
Karl Jaspers’in, “Felsefe yolda olmaktır,” dediği hâldir.
Özetin özeti: Sonsuzdur felsefe; özgürleştirir. Çünkü dogmatik düşünceleri kırarak onlar hakkında eleştiri yapmayı mümkün kılan bir yöntemdir.
O, her duyduğunuzu hemen kabullenmemeyi öğretir size, neden sonuç ilişkileri kurmaya sevk eder, zihninizi özgür bırakır.
Sürekli aktif, hareketli ve araştırandır; düşünmeye, yanıtlar bulmaya, sorular sormaya zorlar.
* * * * *
‘Philo/ Sevmek’ ile ‘Sophia/ Bilgelik’ sözcüklerinden türemiş felsefe, bilgi peşindedir.
“Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir,” derken; kendini bilinç hâline getiren düşüncedir o.
Yolda olmak, kavram yaratmak, gerçeği anlamak, gizliği açığa çıkartmak vb’leri gibi pek çok tanımı olan felsefe tüm bilimlerin çoğulculuğunu mümkün kılan -tarifi zor bir- tektir.
Bir tümleyici olarak, bilimler arası bütünlüğü sağlar.
Ana planı hazırlar ve hatırlatır.
Keşfeder, eleştirir, yıkar, düzenler, paradigmayı biçimlendirip yolu açar.
Kuramsal çerçeveyi oluşturur.
Düşünmenin ne demek olduğunu; tarihe yön verenlerin nasıl düşündüğünü anlatır.
Sebep ile sonuçlara dikkat çeken düşünbilimdir; hakikât(ler)in ya da bilimlerin bilimi, sözcüsüdür.
Felsefe uyanıştır.
Malum felsefe “uyanmak” ile mümkünken; sorma, itiraz etme sanatıdır.
Felsefe yapmak cesaret ister; “Kişiyi filozof kılan şey her tür soru karşısında içini olabildiğince dökebilme cesaretine sahip olmasıdır,”[6] ifadesindeki üzere Rollo May’ın…
Tekrarlayalım: Fikir eylemi olarak tehlikeli değil ise felsefe, felsefe ol(a)maz. Felsefenin akademiye endekslenmesi onun a priori yok edilmesi anlamı taşır. Çünkü felsefe, kalıpları yıkmakla yükümlüdür; kalıba dökülemez.
Bir sözcüğün sadece bir sözcük olmadığının farkına varma eylemi olarak sistemli düşünebilmektir felsefe.
Sadece düşünme eylemi değil; yapmayı sağlayan; boyun eğmemeyi öğreten; tez-antitez-sentez bütünlüğünü yakalayandır.
Yaşamı, insanı, geçmiş ile geleceği hasılı her şeyi sorgulayan “varlığın ilmi”dir
Doğru sorulara doğru yanıtlar verebilme uğraşıdır; düşünmeyi düşünmek/ öğrenmektir.
Tıpkı Walter Benjamin’in, “Felsefe, bilginin edinimi için bir rehber olarak değil, hakikâtin temsili olarak kendi biçiminin yasasına uymalıdır. Felsefi araştırmanın yöntemi de bu biçim gereği temsil olmalıdır”…
Max Horkheimer’ın, “Felsefe, insanların durumunu tekil bireyler olarak değil, bir topluluğun parçaları olarak yorumlama çabasıdır. Konusu da, her şeyden önce, ancak insanların toplumsal hayatıyla bağıntılı olarak anlaşılabilecek olgulardır”…
Ludwing Wittgenstein’ın, “Felsefenin amacı, düşüncelerin mantıksal açıklığıdır. Felsefe bir öğreti değil, bir etkinliktir. Felsefe, başka türlü sanki bulanık ve kaypak olan düşünceleri, açık kılmalı, keskin olarak sınırlamalıdır”…
Jean-Paul Sartre’ın, “Felsefe, şeyleri bilinçten atarak, bilinçle dünya arasındaki asıl ilişkiyi yeniden kurup, bilincin, dünyayı konumlandıran bilinç olduğunu göstermektir,” tanımlarındaki üzere anlamın taçlandırılmasıdır; direnmenin temel biçimidir.
* * * * *
Louis Althusser’in “Teorik pratiğin teorisidir” tanımlamasıyla bilim, politika ve ideoloji alanlarının arasından sıyrılan muazzam bir kavga alanı[7] olarak felsefenin yaptığı, yapması gereken şey praksistir.
Malum Georges Bataille’ın, “İmkânsızın anlamıdır,” notunu düştüğü felsefenin temeli, başka açıdan düşünmek ve itiraz etmektir.
Skolastik “felsefe fetişizmi”nden de uzak durmak praksis felsefesinin “olmazsa olmazı”yken; nedenler ile nasılların harmanlandığı merakın itirazıdır o.
Gilles Deleuze’ün, “Kavramların fidanlığı” dediği felsefe var olanı ve varlığı anlamlandırma etkinliği olması yanında; Alain Badiou’ya göre de, “Dünyanın durumuna ve adaletsizliğine karşı mantıksal bir isyandır.”
Bunlara rağmen hâlâ Michel Montaigne’in ‘Denemeler’inde, “Felsefeye hâlâ gereksiz bir olay gibi yaklaşıyorlar ama yanıldıklarının farkında değiller,”[8] notunu düştüğü yaygın yanılgı yanında bir de “akademik felsefe”nin vahim açmazı karşımızdadır; Andre Vltchek’in, üniversite duvarlarının arkasına hapsedilen felsefenin, akademi tarafından nasıl hiçleştirildiğine dikkat çektiği üzere!
Malum “modern zamanlar”da felsefe, tekelci kapitalist despotizm tarafından susturuldu; kitlelerden gizlendi.
Geriye yüzeysel, etkisiz, yersiz ve anlaşılmaz bir felsefe(loji) söylencesi kaldı: Çok küçük sayıda entelektüel snobun uğraştığı teorisist bir alana hapsedildi.
Oysa praksis felsefesi önceleri, insanlığın entelektüel edinimlerinin içinde değeri en yüksek bir mücevher gibiydi. Daha iyi bir dünya için verilen mücadelelerin neredeyse tamamında bir öncü kuvvet gibi yer alıyordu. Antonio Gramsci bir filozoftu ve V. İ. Lenin, Mao Zedung, Ho-Chi-Minh, Ernestro Che Guevara, Fidel Castro, Frantz Fanon vd’leri de keza öyleydi.
Düşünürlük, filozofluk yani felsefe; antik zamanlarda saygı duyulan duruştu.
Bilgi, maddi servetten ya da çıplak iktidardan çok daha değerliydi.
Örneğin antik Grek’te, Çin’de halk, filozoflarının çoğunu anlayabiliyordu. Dünyayı anlama ve yorumlama arzusu hiç de ‘ayrıcalıklı’ bir durum değildi. Filozoflar halkla, halk için konuşurdu.
Bazıları hâlâ aynısını yapıyor. Ancak, felsefeyi üniversite duvarlarının arkasına hapseden, sefil akademinin memur filozofları, yerkürenin acil sorunlara işaret etme yerine; mevkilerini kaybetmemek için susuyor/ susturuyorlar!
En iyi ihtimalle yaptıkları; durmadan birbirlerini geri dönüştürmek, dipnotlar eksik olmamakla birlikte milyonlarca sayfayı boşa harcamak, turşusu çıkmış tartışmalarda debelenip durmak; o kadar!
En kötüsü de, devrimci felsefi düşünceleri tamamen anlaşılmaz bir hâle sokarak, silip yok etmek!
Oysa felsefe entelektüel bir öncü olmakla yükümlüdür. Başka bir dünya üzerine kafa yorup, bunun için mücadele yürüten filozofları filozof yapan duvarlarındaki diploma ve belgeler değildir!
Çünkü Georges Politzer’in, “Dünyayı, olduğu gibi, gerçek yüzüyle görmek, materyalizmdir.” “Aklımızda tutmamız gereken esas şudur ki, biz, duygulara, düşüncelere, fikirlere, gördüğümüz ve duyduğumuz için sahibiz.”
“Materyalist felsefe, işte buradan, yani fenomenleri bilime dayanarak açıklama isteğinden doğmuştur”; Friedrich Engels’in, “Diyalektik felsefe karşısında hiçbir şey sonal, mutlak, kutsal değildir.” “İnsanlar yaşadıkları gibi düşünür,” uyarılarındaki vazgeçilemezliktir felsefe…
* * * * *
Evet Sokrates’in, “Kendini tanı” vurgusuyla “insan”a yönelmiş bir vazgeçilemezliktir felsefe.
İnsana ait her şey felsefeyle alâkâlıyken; o hayattır, insandır…
Öte yandan da Aristoteles’in, “Felsefi kavrayış, daha çok kendi ciddi çabalarımızın ve felsefenin bize arattırdığı şeyleri aramanın bir ürünüdür,” deyişine; Georg Wilhelm Friedrich Hegel’in, “Felsefe her şeye dair ‘soru sormaktır’ ve felsefenin ortaya çıkması için özgürlük bilinci gereklidir… Yani felsefenin içinden çıktığı halk ilkece özgürlüğe sahip olmalıdır… Bu özgürlük ancak bireyin kendini birey diyebildiği, öznenin kişilik bilincine eriştiği yerde başlar,” diye eklediğidir.
Tekrar pahasına belirtirsek; felsefe insan(lık)ın algılama ve anlatma biçimidir. Her an her şeyi sorgulamaktır. Dünyanın yorumlanmasıdır. Olur olmaz yerlerde olur olmaz sorular sormaktır. Bir yaşam biçimidir.
İnsan olmanın, yaşayabilmenin ve yaşadığını anlamanın gereğidir soru sormak, karşı çıkmak.
Ancak derin ve sınırsızca sorgulamak basit ve sıradan değil; o, geçmişi, bugünü ve geleceği kapsar…
Felsefe, eleştirerek sorgulayarak doğru bilgiye ulaşma çabasıdır.
“Felsefe uğraşının her aşamasında olduğu gibi, başlangıcında da tanım ve özel terimleri sona atıp, sorunu anlaşılabilir bir biçimde ortaya koyarak felsefe etkinliği içine girmek, bu konunun doğasının kavranılması yönünde yararlı ve etkili bir yol olabilir.”[9]
Felsefenin bilim olup olmadığı konusunda tartışmalar hâlâ devam ediyor olsa da; felsefe, diğer bilimler henüz dünyaya gelmemişken koşup oynayan bir çocuktu.
Özetle Immanuel Kant, “Bilimlerin bilimi” notunu düştüğü; bilgi esasında düşünme aktivitesidir.
İnsanın kendini bilmesini sağlama amacı güden, düşünmeye iten, yanıtın yollarını arayan felsefe Sokrates’in belirttiği üzere “kendini bil”menin praksisidir.
Kolay mı?
“Felsefeye inanmak, insanın düşünme yetisinin korku yüzünden körelmesine karşı çıkmak demektir.”[10]
“… ‘Her zaman öteye’, dünya ve diğer insanlarla ilgili zorunlu olarak taraflı görüşlerimizin ötesine, kendi sınırlarımızın ötesine ulaşma çabasıdır. Bu yüzden Aristoteles, felsefenin merak duygusuyla başladığını ve öyle devam ettiğini söylüyordu. Bundan daha azı da felsefe adına yakışmaz.”[11]
* * * * *
Diyeceklerimizi noktalarsak…
Wilhelm Reich’a, “Sana güvenmeden önce senin hayat felsefeni bilmek istiyorum,” notunu düşürecek kadar yaşamsal bir sorunsal olarak -somut gerçeklikten yola çıkıp, tekrar somut gerçekliğe dönmesi gereken- felsefe, lüks değil, gereksinimimdir.
Epikuros’un, “İnsanlar ne gencim diye felsefeyle uğraşmayı geciktirmeli, ne de yaşlandım diye felsefeden usanmalı: çünkü ruh sağlığı söz konusu olunca, hiçbir yaş ne fazla gençtir ne de fazla yaşlı. Felsefenin henüz zamanı değil ya da artık geçti demek, mutluluğun zamanı daha gelmedi ya da geçti demeye benzer. Dolayısıyla, gençlikte de yaşlılıkta da felsefeyle uğraşmalı: yaşlılıkta geçmiş günlerin hoş anılarının verdiği keyifle gençleşmek için, gençlikte de gelecek karşısında korku duymadan aynı zamanda yaşlıymış gibi olabilmek için”…
Marcus Aurelius’un, “İnsan ömrü bir an sürer. Özümüz artsız aralıksız bir akış, algımız belirsiz, tüm bedenimiz bozulmaya yazgılı, ruhumuz bir kargaşa, yargımız öngörülmez, ünümüz güvenilmezdir. Tek sözcükle, bedenimize ait olan her şey akan bir ırmaktır, ruhumuza ait olan her şey de salt düş ve yanılsamadır; yaşamımız yabancı bir ülkede savaş zamanı ve yolculuktur, ölümden sonraki ünümüz ise unutuluştur. Bizi koruyacak ne kalıyor geriye? Tek, biricik şey, felsefe”…[12]
Ve nihayet Hasan Şahingöz’ün, ‘Felsefe Nedir, Ne Değildir?’ de ifade ettikleri gibi…
25 Mart 2022, 15:05:26, İstanbul.
N O T L A R
[*] Kaldıraç, No:249, Nisan 2022…
[1] Karl Marx.
[2] Hasan Şahingöz, Felsefe Nedir, Ne Değildir?, Kora Yay., Aralık 2021, 190 sahife.
[3] George Politzer, Felsefenin Başlangıç İlkeleri, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1969.
[4] Roger Garaudy, 20. Yüzyıl Biyografisi, 20. Yüzyılın Biyografisi Garaudy’nin Felsefi Vasiyeti, çev: Cemal Aydın, Timaş Yay., 2015.
[5] Werner Jaeger, İlk Yunan Filozoflarında Tanrı Düşüncesi, çev:Güneş Ayas, İthaki Yayı., 2012, s.43.
[6] Rollo May, Kendini Arayan İnsan, çev: Kerem Işık, Okuyan Us Yay., 2017.
[7] “İdeoloji, insanlar ile onların dünyası arasında yaşanan ilişkidir. Ya da bu bilinçsiz ilişkinin yansıtılmış bir biçimidir. Sözgelimi bir felsefedir. Kaynaşmış ve mantıksız olabileceği için yanlışlığı ile değil, üzerinde toplumsalın baskın olması ile bilimden ayrılır.” (Louis Althusser.)
[8] Michel Montaigne, Denemeler, çev: Hatice Maya Yıldız, Anonim Yay., 2017.
[9] Arda Denkel, Düşünceler ve Gerekçeler, Doruk Yay., 2003, s.17.
[10] Max Horkheimer, Akıl Tutulması, çev: Orhan Koçak, Metis Yay, 1986, s.169.
[11] Robert C. Solomon, Kathleen M. Higgins, Felsefenin Kısa Tarihi, çev: Mustafa Topal, İletişim Yay., 2013, s.386.
[12] Marcus Aurelius, Düşünceler, çev: Şadan Karadeniz, Yapı Kredi Yay., 2004.