Avukat Cansu Nazlı, kişisel sosyal medya hesabından yayımladığı açıklamada, depremde hayatını kaybeden bir çocuğun ağzından, öldükten sonra bir yetişkin tarafından mektup yazılıp paylaşılması konusunu değerlendirdi.
Nazlı, ölen bir çocuğun ağzından öldükten sonra bir yetişkin tarafından mektup yazılıp paylaşılmasının hiç doğru ve etik olmadığını ifade ettiği açıklamasında, yazıyı yazan kişinin, çocuğun yakınlarıysa travmatik bir durumda olduklarından bunun ayırdını yapamadıklarını ancak haber sitelerinin aileden farklı olarak bunun ayırdına varıp içeriği olduğu şekilde servis etmemesi gerektiğini kaydetti.
Yazıda önemli iddialar olduğunu da ifade eden Nazlı, ailenin birçok sıkıntı yaşadığı ve ayrımcılığa maruz kaldığı konusunun gerçek olabileceğini ve zaten yeterince zor durumda olan bir ailenin, evladın yitip gitmesinin ardından sağlıklı düşünemeyeceğini belirtti.
Nazlı açıklamasında şunları kaydetti:
“Durumu anlamaya, yardımcı olmak için konuya olgusal yaklaşmaya ve içerik teyit edilince de bu ve benzer durumları yapısal olarak nasıl çözebileceğimizi konuşmaya ihtiyaç var. Yaşananların ölen bir evladın ağzından kaleme alınması durumu dramatize edip duygu patlaması yaratmak dışında bir işe yaramaz. Çok maraz etmemiz ve durumu kınamamız ne dershane patronunun ne de devlet yetkililerinin utanmasına neden olmayacak.
Çalışma izinli işçilerin çifte sömürüye maruz kalması da, 20-30 yıl burada yaşayan, emeğini satarak geçinen, geleceğini burada gören, evlatlarını burada dünyaya getiren insanların vatandaş yapılmamasına karşılık istisnai vatandaşlık kisvesiyle 2 günde siyasi kararlar ile tarikatçisinden, zengin iş adamına, siyasetçisinden şarkıcısına vatandaşlık verilmesi de ideolojiktir. Yaşananlar ne kadar üzüntü verici olsa da, akılcı yaklaşmamız gerekir olanlara.
Patronlara yasada bir yükümlülük olarak verilen duruş bildirimini, uygulamada işçinin ensesinde bir kılıca döndüren, işçinin bilgisi ve beyanı sorulmadan patron 10 defa beyan değişse de sorgulamadan patrona itimat eden idari uygulamanın değişmesi gerek. Vatandaşlığın somut yasal kriterlere bağlı olduğu ve her yıl ne kadar verilebileceğnin yasa ile sınırlandırıldığı çağdaş bir vatandaşlık yasası gerek.
Patronlar da, patronların paravanı, TC egemenlerinin işbirlikçisi konumundaki hükümetler, bakanlar da bütün bunları insanlara “kötülük olsun” diye değil; sermayeden taraf politikaları icra etmeyi aklıyla mantığıyla seçtiği için, bilerek ve isteyerek yapıyor. Bu yüzden beklenen utanma, sıkılma, istifa olmayacak. Onlar çıkarlarına uygun ve akılcı davranıyorlar.
Biz de hakkı gasp edilen ve çıkarları ortak olan emekçi halk olarak örgütlenmemiz gerek. Biz çoğuz, onlar az; ancak örgütlenirsek değiştirmeye gücümüz yeter. Ahlaklı davranmalarını beklemek saflık olacak. Direnişçi bir kadının çok sevdiğim bir sözü var: “Dünyada, tarihte hiçkimse özgürlüğünü kendisine zulmedenlerin ahlaklarına hitap ederek ele geçirmemiştir.”