1974’te yaşanan bölünme ve işgalin ardından 21 yıl önce 23 Nisan 2003’ta Kıbrıs’ta karşılıklı kontrollü geçişler başlamıştı. Barikatların açılmasıyla Kıbrıslıtürkler bazı “bireysel özgürlüklerine” kavuşurken”, Kıbrıslırumlar kendi topraklarında halen her türlü haktan mahrum bırakılıyor.
Kıbrıslılar barikatların açılmasıyla 29 yıl sonra ilk kez doğup büyüdükleri ve terk etmek zorunda bırakıldıkları toprakları ziyaret etme fırsatına kavuşurken, Kıbrıslıtürkler ayrıca Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşlığından kaynaklanan bir çok haktan bireysel olarak yeniden yararlanmaya başladı.
Barikatların açılması Kıbrıs sorununun çözümünü beraberinde getiremedi. 20 yıl önce bugün 24 Nisan 2004’te Kıbrıs’ta referandumlara sunulan çözüm planı “Annan Planı” Türkiye’nin adadaki varlığı ve garantiler nedeniyle kabul görmedi. Yeniden çözüme yaklaşılan 2017’de gerçekleşen Crans Montana görüşmeleri de benzer nedenlerle garantiler başlığında çöktü.
Bölünmüşlüğün ve işgalin 50. yılında Kıbrıs’ta barış engellenmeye devam ederken, Kıbrıs sorununda 20 yıl önceki çözümsüzlük siyasetine geri dönüldü. Kıbrıs’taki duvarlar ve barikatlar ise, hem fiziksel hem de zihinsel varlığını sürdürmeye, insan hakları ihlalleri yaratmaya ve toplumları bölmeye devam ediyor.
Ne olmuştu?
Kıbrıs’ın kuzeyindeki hükümet E-762-203 sayı ve 21 Nisan 2003 günü almış olduğu çok dramatik bir kararla 23 Nisan 2003 tarihinden itibaren kuzeyden güneye ve güneyden kuzeye karşılıklı geçişleri getirdiği akıl dışı uygulamalarla başlatma kararı almıştı.
Sadece Ledra Palas’tan başlayan geçişlere pasaport ve kimlik ibrazı zorunluluğu ile geçişlere gece 12’de geri dönme kuralı getirilmişti. Buna göre kuzeyden güneye, güneyden kuzeye geçen yurttaşlar gün bitmeden, en geç gece 12’de geri dönmeye mecbur bırakılmaktaydı. Ayrıca her geçişte forum doldurtularak kuzeye giriş yapanlara vize verilmekteydi.
Neden olmuştu?
Kıbrıs’ın kuzeyinde 2000 yılında bankaların batmasının ardından büyüyen rejim karşıtı protestolar ve sokak gösterileri 2002 yılında başlayan Kıbrıs sorunuyla ilgili müzakereler ve hemen ardından sunulan Annan Planı’yla doruğa ulaşmış, Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ve dönemin hükümetleri toplumsal desteklerini kaybetmişlerdi.
Bir çok siyasal yorumcu o dönem yaşanan kitlesel toplumsal protestoları Kıbrıs’ta barikatların açılmasına yol açan olan önemli bir neden olarak gösterse de aynı zamanda gerek Titiana Loizidou’nun Girne’deki mülküyle, gerekse Ahmet Cavit An’ın Kıbrıs’ta seyahat özgürlüğüyle ilgili AİHM’de açtığı davalar da etkili olmuştur.
Eski kktc başsavcılarından Zaim Necatigil’in “Kıbrıs uyuşmazlığı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kıskacında Türkiye: Avrupa İnsan Hakları Komisyonu ve Mahkemesi’nde Kıbrıs Rum yönetimi ve Kıbrıslı Rumlar tarafından Türkiye aleyhine getirilen davalar” başlıklı kitabında “Yeşil Hat”taki kapıların 23 Nisan 2003 tarihinde açılmasına Djavit An (Ahmet Cavit An) başvurusunun Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 20 Şubat 2003 tarihinde vermiş olduğu hükmün büyük etkisi olmuştur. Kapıların bu hükümden sonra açılmasını bir rastlantı olarak görmek mümkün değildir.” Demişti.
Necatigil’in “Kıbrıs uyuşmazlığı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kıskacında Türkiye: Avrupa İnsan Hakları Komisyonu ve Mahkemesi’nde Kıbrıs Rum yönetimi ve Kıbrıslı Rumlar tarafından Türkiye aleyhine getirilen davalar” başlıklı kitabında şöyle diyordu:
“Yeşil Hat”taki kapıların 23 Nisan 2003 tarihinde açılmasına Djavit An (Ahmet Cavit An) başvurusunun Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 20 Şubat 2003 tarihinde vermiş olduğu hükmün büyük etkisi olmuştur. Kapıların bu hükümden sonra açılmasını bir rastlantı olarak görmek mümkün değildir.” (s.189)
“Cavit An’a tazminatını ödemek gerekirdi. KKTC Başsavcısı Cavit An ile temasa geçti, KKTC’de bir bankada Euro hesabı açıldı ve tazminat ile yargı masrafları o hesaba yatırıldı. Mahkeme’nin kararından sonra geçiş kapılarının karşılıklı olarak açılmasıyla kararın amaçları yerine getirildi.” (s.190)
Zaim Necatigil, Ahmet Cavit An’ın AİHM’de TC aleyhine açtığı davada TC’yi savunmuştu.
Ahmet Cavit An Davası
Ahmet Cavit An, AİHM’ye 1992’de yaptığı başvuruda Kıbrıs’ın güneyi ve BM kontrolündeki ara bölgeye geçmek için 24 Eylül 1989’dan 8 Eylül 1992’ye kadar yaptığı 87 başvurudan 62’sinin hiçbir gerekçe gösterilmeden reddedildiği gerekçesi ile Türkiye’ye karşı dava açmıştı.
Mahkeme altıya karşı bir oyla, Türkiye’nin AİH Sözleşmesi’nin toplantı yapma özgürlüğünü düzenleyen 11’inci maddesi ile etkinlik yapma hakkına ilişkin 13. maddesini ihlal ettiğine karar verdi. Türkiye, mahkemede Ahmet Cavit An’a 15 bin Euro manevi tazminat ve 4 bin 715 Euro’da dava masrafı ödemeye mahkum edildi.
Alınan bu karar, Titina Loizidu davasındaki argümana uygun olarak, Türkiye’nin Kıbrıs’ın kuzeyini işgali altında bulundurmasına dayandırıldımıştı.
Titina Loizidu Davası
Loizidu Davası, eski evlerine ve mülklerine dönmek isteyen mültecilerin haklarına ilişkin tarihi bir davadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Loizidu ve dolayısıyla diğer tüm mültecilerin eski mülklerine dönme hakları olduğuna karar verdi. AİHM, Türkiye’nin Loizidu’nun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin I. Protokolünün I. Maddesi kapsamındaki insan haklarını ihlal ettiğine, evine dönmesine izin verilmesi ve Türkiye’nin Loizidu’ya tazminat ödemesi gerektiğine karar verdi. Türkiye başlangıçta bu kararı görmezden geldi.
22 Temmuz 1989’da Kıbrıs uyruklu bir Titina Loizidu adlı bir Kıbrıslırum, avukat Ahilles Demetrides tarafından temsil edilen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne Türkiye aleyhine başvuruda bulundu. Loizidu, 1974’te, yaklaşık 200.000 Kıbrıslırum ile birlikte evinden çıkmaya zorlanmıştı. 20 yıldan fazla bir süre boyunca Girne’deki evine dönmek için bir dizi girişimde bulundu, ancak Kıbrıs’ın kuzeyine girişi yerel otoriteler tarafından reddedildi.
Loizidu’nun başvurusu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye’yi, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin genel kontrolü altındaki Kuzey Kıbrıs’taki insan hakları ihlallerinden sorumlu tutan üç kararıyla sonuçlandı.
Mahkeme ayrıca, hükmedilen zararların mülkün başlı başına bir tazminat olmadığını, sadece mülkün mülkiyetinin ve kullanımının reddi için olduğunu ve Loizidu’nun mülkünün tam yasal mülkiyetini elinde tuttuğunu açıkça belirtmiştir.
2003 yılında Türkiye, Loizidu’ya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından hükmedilen tazminat miktarını (1 milyon doların üzerinde) ödedi.