Yakın zamanda özel bir toplantıya katılmak için gerçekleştirdiğim bir iş gezisinde birisiyle tanıştım.
Toplantının ardından katılımcılarla birlikte akşam yemeği yemek üzere bir Hint lokantasına gittik.
Yeni tanıştığım kişiyle birlikte oturduğumu masada menüden yemek seçerken bir şey dikkatimi çekti.
Yemeklerden birinde ‘Burrata’ peyniri vardı. Manda sütünden yapılan bu yağ oranı yüksek mozzarella peyniri, İtalyanlara has olarak bilinir.
İtalyan mutfağının temel unsurlarından biri olan bu peynirin bir Hint’in sunduğu yemeklerde bulunması tuhafıma gitti ve sipariş vermeyi önerdim.
Yanımdaki kişi mutfağın orijinalinde olmayan bir yemeği tüketmeyeceğini söyledi.
“Peki” dedim; “Bir şeyi orijinal olarak değerlendirmek için kriteriniz nedir?”
Sınırların ortadan kalktığı, kültürlerin birleştiği, kimliklerin şaşırtıcı ve heyecan verici bir şekilde geliştiği küreselleşmiş bir dünyada, halen orijinal kimlik ve saf ırk inancı arayışında olanlara hayret ediyorum.
Özellikle başarılı kalkınma hikayesinin önemli bir parçası olan göçmen toplulukların katkılarını önemseyen bir şehirde olduğumuz için konuyu daha derinlemesine düşündüm.
Şehirde Çinli, Hintli ve Afrikalı mahalleleri var. Hükümet bu durumdan memnun ve bu mahallelerin ziyaretçileri bu çok kültürlü karmaşadan hoşnut…
Britanya’da olup bitenler, özellikle dünyanın dört bir yanındaki Büyük Britanya kolonilerinden gelen göçmenlerin yeni nesil çocuklarının rollerinin belirginleşmesiyle birlikte oldukça ilgi çekicidir.
Bugün, farklı orijinlerden olan insanların en önemli hükümet pozisyonlarında, ekonomik kurumlarda ve büyük akademik kuruluşlarda yönetici pozisyonlarını işgal ettiğini görmek sıradanlaştı.
Muhafazakar Parti liderliği dolayısıyla başbakanlık için en önde gelen adaylardan birinin de Hintli göçmenlerin çocuklarından olması tuhaf karşılanmıyor.
Bütün bunlar beyaz adamın ülkesinde oluyor!
Dünyanın dört bir yanından gelen göçmen beyinlerden yararlanmanın önemi, ABD, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda ve Brezilya gibi yeni dünyanın birçok ülkesi tarafından biliniyor.
Bu göçmen beyinler ilerleme ve kalkınmanın en önemli unsurlarından biri olarak değerlendiriliyor.
Bu ‘farklılıkların ve çeşitliliğin’ saygı gördüğü örnek, Nazi Almanya’sının dünyadaki diğer ırklara kıyasla ırk üstünlüğünü ve saf ırk fikrini savunmasının tam tersidir.
Nazi Almanya’sı bu çerçevede diğer ırklara ve farklılıklara yönelik bir savaş açmıştı.
Yeni ve değişen dünyada kimlik kavramına değinen, bu çok önemli konuyu romanlarında ve makalelerinde işleyen belki de en önemli kişi Fransız-Lübnanlı yazar Amin Maalouf’tur.
Maalouf; “Doğmak, şu ya da bu ülkeye ya da şu ya da bu eve gelmek değil, dünyaya gelmektir” demişti.
Yine Maalouf, ‘bizim dar görüşümüzün başkalarını dar kimlikleri içinde hapsettiğine’ vurgu yapmıştı.
Amin Maalouf, değişen bir dünyada kimliğin yeni gerçekliği hakkında kişisel deneyimlerinden hareket ederek önemli gerçekliklere ışık tuttu.
Maalouf’un ailesi Lübnan, Brezilya, Küba, Avustralya ve Fransa’ya yayılmış durumdadır.
Ailesinin hüviyetindeki bu zenginlik ve çeşitlilik, kişisel kimliğinin oluşumuna, yaratıcı üretimine ve muhtelif konulardaki özgün görüşlerinin gelişimine pozitif olarak yansımıştır.
Maalouf, özellikle değişen bir dünyada yeni kimlik meselesiyle ilgili olarak okuyucusunu şu soruyla baş başa bırakıyor:
Eğer onun gibi bir kişi, geniş ve çeşitli aile yapısından dolayı muazzam yararlar elde edebilmişse, bu olgunun ülkeler tarafından benimsenmesi nasıl bir resmin ortaya çıkmasını sağlar?
Şu an farklı kültürlerin etkileşimlerini önemseyen ve çeşitliliğin önemini tam anlamıyla kavrayan modern teknoloji alanlarında dev şirketler var.
Çünkü bu şirketler, yaratıcılığın ve ‘kutunun dışında’ düşünmenin ancak bu şekilde teşvik edilebileceğini biliyorlar.
Değişen dünyada yeni kimlik kavramı, dinlerin getirdiği hoşgörü söylemlerinin, insanlığın kazandığı hakların ve bu hakları korumak için çıkarılan yasaların bileşimi, birikmiş kolektif bir ürünüdür.
Bu kazanımlardan geri adım atmak ise sağlıklı bir bedeni yok edene kadar durmayan kanser benzeri bir ırkçı tepki göstermek anlamına gelir.
Yazar: Hüseyin Şubukşi
Çeviri: Beyan İshakoğlu
Kaynak: Şarku’l Avsat / IndyTurk