Sosyolojik kavramlar, zamana ve mekâna göre farklı anlamlar taşıyabilirler. “Barışı kurmak” kavramı da bunlardan birisidir.
Edirne Cezaevi
Selahattin Demirtaş
Cezaevi koşullarında, kısıtlı imkânlarla avukatlarıma aktarabildiğim kadarıyla bazı röportajlara cevap olmaya çalışıyorum. Röportajların birinde kendim ile ilgili olarak “benim rolüm ve misyonum; savaşı büyütmek değil, barışı kurmaktır” demiştim. Bu tespitimin bazı tartışma ve değerlendirmelere konu edildiğini izliyor ve duyuyorum. Şüphesiz eleştiri mekanizması, örgütlü mücadelemizin temel harcı ve dinamizm kaynağıdır. Tüm bu eleştirilere saygı duyduğumu belirtmekle birlikte, bazı hususlara açıklık getirme ihtiyacı duyuyorum.
Her şeyden önce günümüzde barış kavramı, silahların sustuğu, çatışmanın durduğu anı karşılayan bir kavram değildir. Geçmişte savaşın bitmesi, barışın ortaya çıkması için yeterli görülüyordu. Ancak günümüzde barış hali, daha geniş olarak ele alınmakta, çatışma potansiyelinin de ortadan kalktığı durumu ifade etmektedir.
Savaşın durması, silahların susması ve hatta silahlanmanın bırakılması, başlı başına barışın gerçekleşmesi için yeterli değildir. Ekonomik, siyasal, fiziki ve psikolojik şiddetin hüküm sürdüğü devletlerarası ilişkilerde, devlet-toplum-birey, kadın-erkek, yöneten-yönetilen ve işveren-işçi gibi tüm ilişkilerde barışın kazanabilmesi, çatışma potansiyelinin de ortadan kalkmasına bağlıdır.
Prof. Dr. Mithat Sancar bu durumu, negatif ve pozitif barış olarak kavramsallaştırmıştır. Çatışmanın durduğu, ancak çatışmayı yaratan sorunun çözülmediği hale “negatif barış” derken; çatışma potansiyelinin de ortadan kalktığı eşitlikçi, adil bir çözümün üzerine inşa edilmiş hale de “pozitif barış” demiştir. Dolayısıyla günümüzde barış, savaşın bittiği durumlarda kendiliğinden ortaya çıkmadığı gibi çıkması da mümkün değildir. Barış, ancak inşa edilebilir. Bir yandan çatışma ve savaş devam ederken, diğer yandan barışı kurmak, inşası için de özgün ve kararlı bir mücadele yürütmek gerekir.
Demokratik siyaset, kadın hareketi, özgür basın alanı, kültür alanı, demokratik gençlik hareketi, emek hareketi vb. sivil alanlar, barışın inşasından bir bütün olarak ilk elden sorumludurlar. Toplumu ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal açıdan kendi yeterliliğini sağlayabileceği örgütlülükler aracılığı ile bir tür “toplumsal öz savunma” disiplinine kavuşturmak, barışın inşasının bir parçasıdır. Bununla birlikte, sosyo-psikolojik ortamı hazırlamak, uluslararası diplomatik ilişkileri barışın inşası için değerlendirmek, toplumu barış konusunda kitlesel olarak harekete geçirebilmek, barışın inşası konusundaki diğer gereklilikler ve aynı zamanda sorumluluklardır.
Hiç şüphesiz, Kürt Halk Önderi Sayın Öcalan’ın koşulları ve imkânları uygun olsaydı, barışın kurulması ve inşası konusunda herkesten daha etkili ve sonuç alıcı bir çalışma ortaya koyabilirdi. Sayın Öcalan, ağır tecrit koşullarına rağmen 19 yıldır “barışın inşası” konusunda son derece güçlü perspektifler ortaya koymuş, fırsat buldukça da avukatları veya heyetler aracılığıyla bunları pratikleştirmeye çalışmıştır. İmralı’da kendisiyle defalarca yüz yüze görüşme şansı bulanlardan biri olarak, bu muazzam çabaya ve derinliğe bizzat tanıklık ettiğimi de belirtmem gerekir.
Bütün bunlarla birlikte “barışı inşa etme” görev ve sorumluluğunun da Sayın Öcalan’a yüklenmesi hakkaniyete ne kadar uygundur? Sayın Öcalan, ağır tecrit koşullarındayken, “barışı da sen kur” diyerek, sorumluluğu kendisine atmak ne kadar ahlakidir?
Elbette ki, Sayın Öcalan’ın bir önderlik rolü ve misyonu vardır. Bu rol tarihseldir, kurumsaldır ve mücadele içinde emekle şekillenmiştir. Sayın Öcalan, önderlik misyonu ile barışın muhatabıdır. Olası müzakerelerin de “baş müzakereci”sidir. Başka muhataplar yaratmaya çalışmak, sonuçsuz ve anlamsız kalmaya mahkûmdur.
Barışı kurmak ve barış sürecinin muhatabı olmak, birbirini tamamlayan, bütünleyen, iç içe geçmiş ortak bir barış mücadelesiyle mümkündür. Kavramları yerli yerine oturtmak, kişileri de buna göre değerlendirmek daha doğru olacaktır.
Son zamanlarda açık ve kapalı imalar yolu ile şahsımı ve Sayın Öcalan’ı karşı karşıya getirmeye yönelik sergilenen tutum ve çabalar iyi niyetli değildir. En hafif değerlendirmeyle “gaflet”tir.
Demokratik siyaseti, halkın seçilmiş iradesi olarak hak ettiği saygın konumuna layık bir tutumla değerlendirmek, bütün dostlarımızdan en büyük beklentimizdir. Demokratik siyaseti ve öncülerini hiçleştiren, değersizleştiren anlayışlar sorgulanmaya muhtaçtır.
Her kavramın başına “demokratik” yazmakla demokrat olunmuyor. Demokrasi bir kültürdür, yaşam tarzıdır. Kendinden başlayarak herkesin ve bütün alanların demokrasi ölçüleri çerçevesinde kendini özeleştiriye tabi tutması ve halka hesap vermesi, mücadelemizin hamlesel çıkışları açısından bir lüks değil, zorunluluktur. Niyet okumalar üzerinden değil, pratiklerimiz üzerinden eleştiri geliştirmek, özeleştirilerimizi de pratikte vermek daha anlamlı olur. İçeride ve dışarıda kahramanca direnen tüm arkadaşlarıma en içten selam ve sevgilerimle.