“Konumuz arzu” deyip “dağılmışlar”.
Altı ay sonra, Atelier 5I2’nin bodrumunda —bir zamanlar buğday ambarı, ardından bir gömlek fabrikası olan o yeraltı katmanında— yeniden buluşmuşlar; buluşturmuşlar.
Bu serginin ardında, üretimi mümkün kılan ve tüm bu sürecin görünmeyen bağ dokusunu oluşturan bir ekip var: Küratörler Şelay Akkılıç ve Ürün Ekenoğlu, Teknik Destek: Turgut Öztüner. Bu sergi, mimarlığın bir yapı üretiminden ibaret olmadığını; düşüncenin, bedenin, arzunun ve mekânın birbirine dokunduğu geçirgen bir pratik olduğunu hatırlatıyor. Yedi mimar–sanatçının ortaklığı, meslek disiplininin güvenli sınırlarını çoktan aşmış bir üretim alanına işaret ediyor. İşler, mekânı bir sahne ya da kabuk olarak değil, karşılaşmaların yoğunlaştığı bir yüzey olarak düşünmeye davet ediyor.
“Arzunun Yüzeyleri” tüm sergiyi tek bir önermede birleştiriyor:
Arzu, her zaman bir yüzey ister. Bazen sızmak için, bazen taşmak için, bazen iz bırakmak için; bazen de hiçbir yüzeye sığmadığı için.
Aşağıda, serginin sunduğu yüzeylere —temas eden, çatlayan, açılan, sızan yüzeylere— doğru yavaşça ilerliyoruz.
İLK ÇARPIŞMA
İlk Çarpışma, izleyiciyi bakışın güvenli mesafesinden koparıp onu yüzeyle doğrudan bedensel bir karşılaşmaya itiyor. Arzu burada bir temsil ya da bir imge olarak değil; bedenin yüzeye çarpmasıyla üretilen bir deneyim olarak ortaya çıkıyor.
Karşılaşma kimi izleyici için çekici, kimisi için rahatsız edici —tam da arzunun doğasına uygun biçimde.
Arzu her zaman güvenli bir alan yaratmaz; kimi zaman tedirgin eder, kimi zaman politiktir, kimi zaman bedenle çarpışarak anlam üretir.
Bu iş, izleyiciyi arzunun kıyısına değil, tam merkezine yerleştiriyor.

Ürün Ekenoğlu, İlk Çarpışma/ First Collision
ÇEYİZLİK
Burada çeyizlik yorgan, henüz tanınmayan bir beden ve tanımlanmamış bir arzu için hazırlanan kültürel bir yüzey olarak beliriyor.
Yorganın parlak satenle dikenli tel arasında gidip gelen materyalliği, toplumun arzuyu kadın bedeni üzerinden nasıl kodladığını, süslediğini, gizlediğini, koşullandırdığını açığa çıkarıyor.
“Çeyizlik”, ‘hazırlanan bir gelecek’ fikrini hem kırılgan hem de rahatsız edici bir yüzey olarak konumluyor.

Safiye Özaltıner, Çeyizlik/Trousseau Piece
TEMAS HATTI / UN
Arzu çoğu zaman bireysel bir his gibi ele alınır, ancak bu iş onu açıkça jeopolitik ve ekonomik bir bağlamın içine yerleştiriyor. Kültürün neyin arzu edileceğini belirlediği; ekonominin arzuyu sınırladığı, coğrafyanın ise temel ihtiyaçları bile erişilmez kıldığı bir dünyada arzu, en sıradan nesnede bile yoğunlaşabilir.
Bugünün Gazze’sinde unun bir gıda maddesi olmaktan çıkıp bir tür mücevhere dönüşmesi gibi.
Unun bembeyaz yüzeyi, kaybedilmiş normaliteye, yaşama tutunma isteğine, yokluğun ortasında direnmeye duyulan arzunun metaforuna dönüşüyor.
Bu iş, arzunun yüzeyini bedende değil;
yıkımın, kırılmanın ve direnişin coğrafyasında arıyor.

Ekin Turgay, Un
ALGORİTMANIN TAŞIYAMADIĞI ARZU
Bu iş, çağın en görünmez ama en güçlü rejimine —veri mantığına— karşı arzunun nasıl direnç geliştirdiğini inceliyor.
Düzenli grid, gözetimin nefesini hatırlatan o kusursuz ölçülebilirlik iddiasıyla karşımızda dururken, alt katmanlarda hareket eden yoğunluklar bu düzenin asla tamamlanamayacağını duyuruyor.
Arzu burada irrasyonel bir taşma değil; sistemin içinde gerçekleşen mikro çatlakların yarattığı bir kaçak enerji. Makinenin hesaplayamadığı, modele sığmayan, veriye dönüşemeyen bir fazlalık.
Bu enstalasyon, her şeyin ölçülebilir olduğu varsayılan bir çağda arzunun ölçülemeyeni koruyan bir estetik ve politik kuvvet olduğunu hatırlatıyor.

Şelay Aykılıç, Algoritmanın Taşıyamadığı Arzu/The Desire the Algorithm Couldn’t Hold
ARZUNUN İKİ YÜZ(-EYİ)
Arzunun iki yüz(-eyi), Foucault’nun “baskıcı hipotez” kavramının bugüne sarkan gölgesini mekânsal bir dile dönüştürüyor. Cinselliğin bastırılarak değil, söylemselleştirilerek ve denetlenerek üretildiğini hatırlatan o iki katmanlı mekanizma burada beden kazanıyor.
Kesik panolar, burjuva cinselliğinin sterilize edilmiş yüceltilmiş yüzü ile damgalanan “öteki” cinsellik arasındaki ikili rejimi görselleştiriyor:
Bir yüzey yüceltirken, diğeri dışlar.
Bir yüzey korurken, diğeri açığa çıkarır.
Kurgusal tuvalet mekânı ise bu gerilimi bambaşka bir boyuta taşıyor. Mahremiyet ile kamusallık arasındaki o gri bölge, duvarlara yazılan anonim cümlelerle bastırılmış olanın yüzeye çıkma mekânı hâline geliyor. Tuvalet burada yalnızca bir mekân değil; sosyal kontrolün taşıyamadığı fazlalıkların, arzu fazlalarının bedenleştiği bir arayüz.

Burak Türsoy, Arzunun iki yüz(-eyi)/(-ü)/(-liliği)/(-lülüğü)/ Desire’s Two Faces / Duplicity / Hypocrisy
SİNAPTİK TOPOGRAFYA
Sinaptik Topografya, arzunun biyolojik ve duyusal başlangıç noktasını mekânda görünür kılmayı amaçlıyor. Arzunun beyindeki oluşumuna işaret eden kıvrımlı, içe dönen bir form —bir beyin— mekânın merkezinde yer alıyor.
Bu form yalnızca organik bir temsil değil; arzunun zihinsel akışlarının, bastırılmış dürtülerin, içe kıvrılan düşünsel hatların maddi bir izdüşümü.
Enstalasyonda kullanılan dört farklı beyin formu, arzunun tekil bir kaynaktan türemediğini; her bedenin kendine özgü deneyim, duygu, geçmiş ve travma tarafından şekillendiğini görünür kılıyor.
Her bir form, hem rengi hem de dokusuyla arzunun çok katmanlı, değişken ve sürekli dönüşen yapısına işaret ediyor.
Burada arzu, bedende beliren bir his olmaktan çıkarak bilişsel bir topografyaya, kıvrımlarıyla yüzeye çıkmayı bekleyen bir iç gerilime dönüşüyor.
Arzu, düşüncenin kıvrımlarında dolaşan bir elektrik: Kimi zaman yankılanan, kimi zaman sızan, kimi zaman da taşarak bedene yayılan bir akış.

Batuhan Bayramoğlu, Sinaptik Topografya/Synaptic Topography
TEMASIN OLMADIĞI TEMAS
“Temasın olmadığı Temas”, Kıbrıs’ın bölünmüşlüğünü bir arzu mekânı olarak okuyor.
Birbirine neredeyse değecek kadar yakın ama asla temas etmeyen iki mekân parçası, arzuya dönüşen o ulaşılamazlık hissini mekânsallaştırıyor.
Burada arzu bedenden taşarak toprağa, eve, geçmişe, karşı tarafa ve birliğe yöneliyor.
Sınırın kendisi hem travma hem fantezi — her iki tarafın özdeşleştiği ama asla tam olarak sahip olamadığı bir bütünlüğün sürekli yeniden arzulanması.
Bu yüzey, temasın yokluğunun bile arzu üretebildiğini gösteriyor.
“Arzunun Yüzeyleri”, tasarımın yalnızca maddi bir üretim değil; arzu ile mekân arasındaki görünmez diyaloğun maddileşmiş hâli olduğunu hatırlatıyor. Sergi, bedeni merkeze alırken mekânı bir yüzey olarak yeniden kuruyor—kırılgan, geçirgen, sızdıran bir yüzey.
Serginin sonunda yeniden bodrumdasınız.
Buğdayın, gömlek makinelerinin, yeraltı duvarlarının ve şimdiki arzuların izleri üst üste binmiş durumda.
Arzu her zaman bir yüzey buluyor:
bir duvarda, bir grid boşluğunda, unun tozunda, bir yorganın kıvrımında, bir sınır çizgisinde…
Bazen sızıyor,
bazen taşarak geliyor,
ama hep orada — dokunmak isteyen, dokunulmayı bekleyen, ya da hiçbir yüzeye sığmayıp etrafta dolaşan bir kuvvet olarak. Ve belki de bu serginin en güçlü önerisi şu:
Arzu yalnızca yüzeylerde değil; insanlar arasındaki bağlarda, ortaklaşa kurulan düşüncenin kendisinde de yaşamaya devam eder.

Nezire Özgece,Temas Hattı/Line of Contact
KOLEKTİF ÜRETİMİN YÜZEYİ: BİRLİKTE DÜŞÜNMENİN ESTETİĞİ
Serginin işlerinden bağımsız olarak altını çizmek gereken bir başka katman daha var:
Bu üretimin kolektif niteliği.
Atelier 5I2, bu anlamda yalnızca bir sergi mekânı değil; birlikte üretmenin nasıl mümkün olabileceğine dair yaşayan bir örnek.
Yedi mimarın ve iki küratörün ortak çabası, farklı pratikleri ve farklı kişisel dünyaları tek bir düşünsel yüzeye dönüştürüyor.
Bu kolektif tavır, günümüz sanat ortamında sıkça ihmal edilen bir gerçeği hatırlatıyor:
Sanat, yalnızlaşmanın değil; birlikte düşünmenin, birlikte var olmanın, birlikte üretmenin alanı olduğunda daha güçlüdür.
“Arzunun Yüzeyleri” bunu yalnızca söylemiyor; bedenliyor.
Arzuyu bir yüzey gibi ele alırken, kendi üretim sürecini de bir yüzeye —paylaşılan bir zemine— dönüştürüyor.
Bu birliktelik, farklılıkların birbirine temas ettiği noktada ortaya çıkan yaratıcı gerilimin, tekil bir ifadeye göre çok daha yoğun, çok daha etkili olabileceğini gösteriyor.
Serginin ardındaki bu ortaklık, hepimize dair bir şey söylüyor:
Birlikte düşünmek, birlikte üretmek, birlikte hareket etmek mümkündür ve dönüştürücü bir güç taşır.
Hani hep kavga eder, dağılır, yeniden başlarız ya…
İşte tam da bu yüzden, bu girişimin örnek alınması gerektiğine inanıyorum. Çünkü burada olan, dağılmaya ve ayrışmaya alışmış bir topluluğun, yeniden bir araya gelmenin mümkün olduğunu göstermesi. Bu sergi, birlikte kalmanın, birlikte üretmenin, birlikte düşünmenin yalnızca romantik bir ideal değil, somut bir pratik olabileceğinin kanıtı.”
Sergi 5 Ocak 2026’ya kadar açık. Pazartesi, Çarşamba, Cuma: 16:00-20:00, Cumartesi: 10.00-16:00