LEFKOŞA BİENALİ İÇİN BİR ELEŞTİRİ
Bölünmüş bir şehrin bir yarısında bienal olur mu?
Sözcük anlamı fransızca bir kökenden gelen bienal, her iki yılda bir tekrarlanan uluslararası kültürel ve sanatsal bir etkinliktir. Genellikle çağdaş sanatın sergilendiği büyük sanat etkinlikleri olan bienaller dünyanın farklı şehirlerinde, o ülkenin sanatçılarıyla farklı ülkelerden gelen sanatçıları, eleştirmenleri, gazetecileri, sanatseverleri bir araya getirerek, kültürel ve sanatsal etkileşim sağlar. Seyircileri düşünmeye ve tartışmaya yönlendirir. Böylece uluslararsı birleştirici özellk kazanır. Şehirde genellikle bienale paralel başka sergilerle etkinlikler de yapılır ve oluşan bu kültürel hareketlilik, bienal süresinde, o şehri dünyanın kültür merkezi durumuna getirir. Dünyada bianal olgusuna gelen eleştirileri ayrı bir konu olarak dışarda bırakıyorum.
Bölünmüş bir kentin tek tarafında düzenlenmesi bienalin en önemli özelliklerinden biri olan birleştiriciliği ortadan kaldırmaktadır. Lefkoşa’yı sadece kuzeyin Lefkoşa’sı olarak kabul edip, Lefkoşa’nın başka bir yarısı yokmuş gibi davranmak, mevcut siyasi ayrılığı ve sınırları da daha çok pekiştirmektedir. Normalde yapıldığı şehrin adıyla anılan bienaller, farklı mekanlarda şehrin tüm coğrafyasına yayılır. Lefkoşa bienali de, bienal katagorisine girmesi için, sergi ve etkinlik mekanları ile şehrin tamamını kapsayan, iki tarafın sanatçı ve küratörlerini de bir araya getiren bir etkinlik olmalıydı. Tek yanlı Lefkoşa’nın adını kullanmak diğer yarısına haksızlık olmaktadır. Tersi olsaydı bu eleştiri yine aynı şekilde olacaktı. Güneyin Lefkoşa’sı da tek başına bütün Lefkoşa’yı temsil edemez.
Başka bir bölünmüş şehir örneğine bakacak olursak, Berlin bienali, duvarın yıkılması ve şehrin birleşmesinden sonra gerçekleşmişti. Farklı mekanlarda, şehrin tüm coğrafyasına yayılan ‘Berlin/Berlin’ başlığıyla gerçekleşen bienal, birleştirici gücüyle şehirdeki siyasi, kültürel bölünmüşlük izlerine karşı durmaya çalşmış, aynı zamanda birleşmeden sonra şehrin genel kültürel coğrafyasına bir bakış oluşturmuştu.
Lefkoşa bienali de sanatçılar aracılığı ile geçmişle yüzleşebilen, tarihsel travmayı sorgulayabilen, yarım olmasına vurgu yapılabilen bir platform olabilseydi, tek taraflı veya yarım olsa bile belki Lefkoşa için birleştirici bir anlam kazanırdı…belki Berlin’deki gibi Lefkoşa/Lefkoşa olarak şehrin iki tarafına yayılabilir, bütün şehri kapsayabilirdi. Ancak kentin öteki yarısını yok saymak bienal ruhuna aykırıdır.
Seçilen tema ile de bu durum, yani ‘bölünmüş kent’ göz ardı edilmiştir. Merhamet kelimesinin ‘tanrının merhameti’ gibi dini çağrışımlar yapmasının sıkıntılı oluşu bir yana, seküler bir kavram olarak kullanılsa dahi, merhamet eden ile edilen arasında hiyerarşik bir ilişki kuran yanı olduğundan ‘Merhamet’ teması şehrin gerçekliğinden uzaktır. Bienal şehirle bütünleşememektedir. Zira adada yıllardır yaşanan anlaşmazlıklar, savaşlar, ölümler, kayıplar sonucunda oluşan travmalarımız, çocuklarımıza aktarılarak devam ediyor. Siyasi belirsizlik, asimilasyonlar, gelecek kaygıları yaratıyor. Tanınmamış olmanın sıkıntılarını yaşıyoruz. Dünyanın başka yerlerinde yaşanan acılarla elbette empati kurabilir onların acılarını paylaşabiliriz ancak kendi ülkemizdeki bu büyük sorunu, acıyı ve travmayı gündeme getirmeden, bunları çözmeden başkalarının acısına merhem olmamız mümkün değildir. Biz merhamet eden değil, bu sorunlu coğrafyada ancak dayanışma gösterebiliriz. Bunu da kendi geçmişimizle yüzleşerek yapabiliriz.
Başka bir açıdan bakarsak, uluslarası hava alanı veya uluslararsı limanı olmayan bir yerde, uluslararsı olması gereken bienal nasıl yapılabilir!…bütün dünyadan katılması beklenen sanatçılar, sanat eleştirmenleri, sanatseverler v.s adaya hangi yolla girecek! Demek istediğim, kktc uluslararası tanınırlığı olmayan bir yer. Ellbette tanınmamış olsa da, yarım olsa da burada sanat üretilmeli ve üretilmektedir de…sanat özgür, sınırların, siyasetin üstünde değil mi zaten!…en karanlık çağlarda bile varlığını sürdürdü. Burada eleştirilen sanatın kendisi değildir.
Uluslararsı olduğunu kanıtlamak için bazı yabancı sanatçılar çağırıp ‘uluslararsı etkinlik’ yaptığımızı söylesek de, gerçekliği inkar etmiş, bir düş, bir illüzyonun içine düşmüş oluyoruz.
Siyasi bir çözüme kavuşmadan, şehrin öteki tarafına pasaportsuz geçemeden Lefkoşa bienalinden söz edebilir miyiz? Bienal olmasa sanat olmaz mı? Tabi ki her zaman olduğu gibi sanat, üretmeye devam edecek, koşullar ne olursa olsun…ben de bunu yapanlardan biriyim.
İlle de bir Lefkoşa bienali yapılacaksa belki başka yaratıcı çözümler bulunabilirdi. Örneğin gezici Gazze Bienali alternatif bir bienaldir…belki yukarda değindiğim gibi, bölünmüş olsa da iki tarafın ortaklaşa gerçekleştirebileceği bir bienal olabilirdi, ne de olsa LTB tanınmış bir belediyedir. Belki bölünmüşlüğü vurgulayan yarım Lefkoşa bienali…veya başka yeni yaratıcı düşünceler geliştitirilebilir. Geçmişte bütün Lefkoşa’yı kapsayan sanat etkinlikleri yapmıştık. Çözüm olmadan da bunlar yapılabilmişti. Ben de hem katılımcı hem de bu etkinliklerin bazılarını organize edenlerden biriyim. Örnek verecek olursam kapıların açılmasından bir süre sonra ‘Açık Atölyeler diye bir etkinlik yapmıştık. Lefkoşa sur içinde atölyesi olan Türk, Rum veya başka etnik kökenli sanatçılar atölyelerini halka açmış, buralarda kendi veya başka sanatçıların eserlerini de sergilemişti. Bu etkilik için Lefkoşa sur içinin bütün bir haritasını çıkarıp atölyeleri bu haritada işaretlemiştik. Yani bir izleyici, bu haritayla kuzeyde ve güneyde, yaya olarak atölyeleri dolaşabiliyordu. Lefkoşa suriçini sanatla birleştirmiştik. Bunun gibi ilk aklıma gelen, Lidra Palas ara bölgesinde yapılan ‘Çizgi Dışı’, ‘Art Aware’, ”Gerçeğin Rengi’, ‘Acıdan Umuda’ gibi benim hem organizesinde çalıştığım hem de katılımcı olduğum pek çok etkinlikten söz edebiliriz. Daha sonraları da buna benzer etkinlikler yapıldı. Hala yapılmaktadır. Ancak hala şehrin öteki yarısına pasaportla geçiyoruz.
Burada yanlış olan bölünmüş bir şehrin adının kullanılıp diğer yanı yokmuş gibi davranmak, afişlerde arsızca ‘Lefkoşa’nın her yerine yayılacak olan kültür sanat organizasyonu’ diye yazmak ve bunu bienal olarak nitelemektir.
Zamanın ruhunu yansıtan dünyadaki bianellere bakıp biz de bugün zamanın ruhunu yansıttığımızı söyleyebilir miyiz?
Adına bienal denmeseydi, yapılan bu çaba belki güzel bir sanat etkinliği olarak yerini alırdı.