Bugünkü yazımda hangi konuya deyinsem acaba diye düşünürken, yazmak için geldiğim kafede yerde öylece yatan ölü bir arıcık gözüme çarptı. Hayat devam ederken, bu arıcık için hayat belirli bir süre önce sona ermişti. Bir an için hüzün hisettim. Bilinmezlikten mi kaynaklı yoksa bir ‘son’ algısından mı kaynaklı bilemedim. Ama biraz hislerimi sorguladıktan sonra, aslında hüznümün onun kırılganlığıyla ve kimsenin onu fark etmeden görünmez bir şekilde orda yatıyor olmasından olduğunu idrak ettim.
Bu minik arıcık beni duygulardan duygulara götürdü cansız bedeniyle. Sevgi, hüzün, teslimiyet gibi duyguları yaşattı bana. Ders verdi, sorgulattı bana hayatı varoluşuyla. Ölüm, günün sonunda her birimizin barış yapması gereken somut olan soyut bir kavramdı. İnsanın sanki de o anı yaşamayacakmış gibi yaşaması da ilginç bir haldi.
Ne kadar da mükemmeldi bu arıcık. Cansız bedeni hala mükemmeliyetini korumuştu. Gözünde sanki de ruhundan ve saflığından bir parça bırakıp gitmişti.
İnsan da öyleydi aslında; saftı. Ama unutmuştu maalesef. Arıcık insanın aksine muhtemelen özünde ve görevlerini bilerek yaşamıştı kısacık hayatını. Bu arıcığın cansız bedeninde bile dışarıya sızan mükemmeliyeti, insan da taşıdığını unutmuştu. Kendi yarattığı ‘karanlığına’ yenik düşmüştü. Kim olduğunu unutmuş, kendinden ve herkesten ayrışmış, yalnızlaşmış ve yetersizlik kaygılarından, kendini kanıtlamaya kadar bir çok illüzyonik algının hegemonyasında yaşamayı seçmişti.
Evet, günün sonunda her birimiz bu arıcık gibi o ‘son’ anı deneyimleyecektik. O zaman o ‘son’ ana kadar ne yaşamak istiyoruz? Mutsuz ve taminsiz olduğumuz bir hayat yaşayıp mı o ‘son’ anı deneyimlemek istiyoruz? Yoksa muhteşem tutkulu, kendimizi gerçekleştirdiğimiz, hayallerimizi yarattığımız, başkalarının hayatlarına dokunduğumuz, macera, heycan ve her türlü duyguyu dolu dolu deneyimlediğimiz ve içimizdeki ustaya uyandığımız bir hayat deneyimleyip mi o son ‘anı’ deneyimlemek istiyoruz? Peki o ‘son’ an dediğimiz noktaya, içimizdeki ustaya uyanmayı başarıp varmışsak, o durumda o ‘son’ nokta dediğimiz durumun bambaşka bir hale dönüşme ihtimali varsa? Bunu hiç düşündünüz mü? Günün sonunda arıcık ve insan ayniydi. Tek farkları arıcık arı olduğunu bilerek yaşamıştı. İnsan ise kendini olmadığı bir şey zannederek yaşamaktaydı.