En büyük korkusu insandı; insan tarafından zarar görmek. Ama en büyük açlığı da insandı. İnsan ile kurmaya ihtiyaç duyduğu gerçek bağ. Samimiyet o yüzden çok önemliydi onun için. Samimiyetsizlik, güvenini kırmaya yetebilirdi. Çünkü güveni kırılmaya müsaitti. Çok hassas bir yapısı vardı. Bu dünya ise hassas olan için zor bir yerdi. Kendini bildiğinden beri tüm yaptığı herşey, tüm içindeki itici güçler, kendisini kırılgan olma pozisyonundan kurtarmak içindi. Bu çok da mümkün değildi ama bunu anlaması bayağı bir zamanını alacaktı. Kendisini güçlü kılmaya çalışırken yaptığı tüm çalışmalar, onu kendi özünün hassasiyetine, kırılganlığına götürüyordu. Ama o bunun farkında değildi. Onun hediyesi hassasiyetinde gizliydi, kırılganlığında gizliydi. Fakat o, bu parçasını dışlamak istemişti bilinçsizce ve yıllarca bunu başarmıştı da. Çok suçlamıştı kendisini bu özelliğinden dolayı. Oysa ki istemediği kırılganlığı ve hassasiyetiydi, ona bahşedilen hediyesi. Çünkü onu, samimiyete, güvene, gerçek iletişime, dürüstlüğe, sevgiye, paylaşıma, yardım etmeye önem veren biri yapmıştı bu özellikler. Ama o, çok üzülmüştü. Kendisini koruyamamıştı. Çevresindekiler kendi algılarının içinde onun normalin üstündeki hassasiyetini fark edememişlerdi. Bu farkedilmeyişin bedeli ağır olmuştu onun için, kendi içinde yetersizlik inancı güçlenmişti. O kendisinde birşeylerin yanlış olduğuna inanmış ve bu durum üzerinden hem kendisini korumak için, hem de kendisini geliştirmek için çok güçlü mekanizmalar oluşturmuştu. Bu mekanizmalar ona sürekli hem ‘yetersiz’ olduğunu hatırlatıyor hem de kendisini ‘korumasına’ yardımcı oluyordu. “Otoriter fügürler zarar görmeyenlerdir” gibi bir inanca sahip olmuştu. Otoriter figürleri, güçlü olmakla bağdaşlaştırmıştı bilinçaltında. O yüzden de içindeki otoriter figürü uyandırmak için elinden geleni yapmayı denemişti. Ama onun gerçeği bu değildi. Onun içindeki özü, bilindiği anlamındaki otorite figürlerin tam tersi yönündeydi.
Onun için en önemli olan halen daha en önemli olandı; insan ile kurma ihtiyacı duyduğu derin ve gerçek bağlar. Yazı yazmak ona, kendi hikayesini anlamasına yardımcı olurken, ona en çok arzuladığını da sunuyordu; tanıdığı ve tanımadığı bir sürü insanla bağ kurmak. Bunun da ötesinde, yazı yazarken kurduğu görünmez bağlar, bedeninin derinlerine işlemiş zarar görme korkusunu da her gün biraz daha gün yüzüne çıkarıp, iyileştirmesine yardımcı oluyordu. Onun en büyük korkusu, ona hayatının en güzel hediyelerini de sunuyordu. Yıllarca hor gördüğü parçasını da artık kabullenmeyi öğreniyordu.