“Uygarlık tarafından yok edilmek
tehlikesiyle karşı karşıya olan
bir uygarlık çağını yaşıyoruz.”[1]
Dünyada neoliberal talan ve çürümeye karşı 2019’da patlak veren ayaklanmalar, pandemi sürecinde verdiği arayı, 2021’den itibaren hızla kapatacaktı: Kolombiya, Şili, Arjantin, Belarus, Lübnan, Arnavutluk, Irak, Kazakistan, İran, Özbekistan, Kuzey Makedonya, Panama… Ateşteki mısır taneleri gibi birbiri ardı sıra patlıyorlar. Sistemin efendileri tedirgin… Artık yönetemediklerini, yönettiklerinin ise artık böyle yönetilmeyi istemediğini hissediyorlar. Gramsci’nin sözleri ile tariflenebilecek bir durum: “Kriz kesin olarak şundan oluşur – eskinin ölmesi ve yeninin doğamaması. Bu ara dönemde çeşitli hastalık arazları ortaya çıkar…”
Patlamaların bir kısmı, gerçekleştikleri coğrafyayı dönüşsüz bir yola soktu. (Şimdilik) sonuncu patlamanın yaşandığı Sri Lanka onlardan biri. Yakından bakılmaya değer.
“Kasım 2019’da döviz rezervlerimiz 7.5 milyar dolardı; bugün 1 milyon dolara zorlukla ulaşabiliyoruz. İki üç günde 75 milyon dolar bulmazsak bugünkü kuyruklar kısalmaz. Bir günlük benzin stokumuz kaldı. Elektriğin dörtte biri de petrolle üretiliyor; kesintileri günde 15 saate çıkarmamız gerekebilir. Dört aydan beri ilaç üreticilerine ödeme yapılamadı. Sri Lanka Havayolları’nı satmak zorundayız. Yurttaşlarımızı çok sancılı aylar bekliyor.”
Protestoların şiddetlendiği Mayıs 2022’de göreve getirilen Başbakan Ranil Wickremesinghe Sri Lanka isyanının arkaplanını bu sözlerle açıklıyor. Gerçekten de Hindistan’ın güneyindeki ada ülkesi, bağımsızlığa kavuştuğu 1948’den bu yana tarihinin en kötü ekonomik krizini yaşıyor. Sri Lanka uzun bir aradan sonra, bir kez daha IMF’nin kapısında… Ancak bu kez, devlet başkanı Gotabaya Rajapaksa’nın sarayını basan, onu önce bir askeri jete atlayıp ailesiyle birlikte soluğu Maldiv adalarında almasına, ardından da 13 Temmuz 2022 günü e-posta yoluyla istifasını açıklamasına yol açan halk ayaklanması durulacak gibi gözükmüyor. Başkanlık sarayından sonra başbakanlık konutunu ateşe veren ve (“bizden çaldıklarınızı geri alacağız!” sloganıyla) Merkez Bankası’na yönelen göstericiler, artık şimdiye dek olageldiği hâliyle yönetilmek istemediklerini en açık biçimiyle ifade ediyorlar.
Ekonomik kriz siyasal krize dolandığında işler egemenler açısından iyice içinden çıkılmaz hâle gelir. Sri Lanka’da da böyle oldu. “Demokrasi”si klanların partileştiği, siyasal pozisyonların ağabeyden kardeşe, amcadan yeğene devredildiği bir çürüme sergileyen bir ülkede, bu durum belki kaçınılmaz… Ama Sri Lanka’nın krizinin gerisinde daha derin ve yapısal nedenler yatıyor.
Etno-Milliyetçilik, Militarizm ve Kabilecilik
Sri Lanka’nın eş-dost demokrasisi”nden başlayarak açımlayalım.
2005 yılında, hâl-i hazırda Maldivler’e kaçan sabık başkan Gotabaya Rajapaksa’nın ağabeyi, milliyetçi Sinhala platforrmu adayı Mahinda Rajapaksa, devlet başkanı seçilmişti. Gotabaya, onun savunma bakanıydı[2] – Tamil soykırımı günleri… Tamillere karşı kazanılan “zafer”in de sarhoşluğuyla iki kardeş adın adım Sri Lanka Anayasası’na rejimi Başkan(cı)lık sistemine doğru evrilten müdahaleleri gerçekleştirdiler: Başkan’a fiili dokunulmazlık sağlayan, süre sınırlandırmalarını ilga eden ve yürütme erkini devlet başkanının elinde yoğunlaştıran düzenlemeler…
Rajapaksa Biradeler’in hükümranlığı, 2015 seçimlerinde “iyi yönetişim” vaadleriyle seçilen, ancak taahhütlerinden (Tamil soykırımı faillerinin yargılanması, bir kayıplar komisyonu oluşturulması, hasar tazmini, bir Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu oluşturulması) hiçbirini yerine getiremeyen (neoliberal Birleşik Ulusal Parti- UDP’den) Maithripala Sirisena’nın başkanlık paranteziyle kısa bir kesintiye uğrayacaktı. Ne ki neoliberal-teknokrat başbakanı Ranil Wickremesinghe’yi ani bir manevrayla azledip yerine eski devlet başkanı Mahinda Rajipaksa’yı ataması Sirisena’yı daha dönemini tamamlayamadan açığa düşürdü. Nitekim partileri Sri Lanka Podujana Peramuna (SLPP)’nın oyların yüzde yetmişini almasıyla 2020 seçimleri bir kez daha Biraderler’i işbaşına getirecek, bu kez Gotabaya devlet başkanı olurken Mahinda başbakanlık koltuğuna oturacaktı.
Ancak rejimi çürüten, bu eş-dost yönetimi değil, Sri Lanka’nın bunu mümkün kılan iç savaşıydı.
Sri Lanka nüfusunun ana gövdesi üç etnik-dinsel gruptan oluşmakta: Budist-Sinhallar, adaya Hindistan’ın güneydoğusundan göç eden Tamiller ve 8. yüzyılda adaya ulaşan Arap tacirlerden artakalan Müslümanlar. Nüfusun kabaca yüzde 75’ini Sinhallar oluştururken, adanın kuzey kesimlerinde yaşayan Tamiller yüzde 15, Müslümanlarsa yüzde 7.5’luk dilimini oluşturmakta.
Sri Lanka’nın “Tamil sorunu” ülkenin bağımsızlığıyla birlikte başlar. Kurucu parti Birleşik Ulusal Parti (UNP) hükümetinin ilk icraatlarından biri, kendilerine oy vermeyen (çoğu plantasyon işçisi) Tamillerin oy haklarını ellerinden almak olur. 1951’de UNP’den ayrılarak Sri Lanka Özgürlük Partisi’ni (SLFP) kuran ve 1956’da iktidara gelen S. W. R. D. Bandranaike bir adım daha atarak Sinhala dilini devletin tek resmi dili ilan eder. Tamillerin tepkileri karşısında geri adım atan Bandranaike Sinhala milliyetçisi Budist keşişler tarafından öldürülür.
Neredeyse kesintisiz süren anti-Tamil politikalar, 1977’de UNP’den J. R. Jayewardene’nin oyların üçte ikisiyle iktidara gelmesiyle zirve yapacaktır. Tamillere karşı pogromlar düzenleyen, Tamil gençlerin keyfi gözaltılarla işkencelere uğratılmasını olanaklı kılan yasal düzenlemeleri yapan Jayewardene rejimi karşısında 1983’de Tamil isyanı patlak verir.
26 yıl süren iç savaş, 60 ila 100 000 kişinin hayatına mal oldu ve Rajapaksa kardeşlerin yönetiminde 2009 yılında sivil halka uygulanan soykırımla sonlandı – dönemin savunma bakanı, hâl-i hazırdaki kaçak ve müstafi devlet başkanı Gotabaya Rajapaksa aleyhine ABD’de işkence suçlamasıyla iki dava açılmasına yol açan bir soykırım. Sivil bölgelerin bombalanması, zorunlu göç ettirme, tecavüzler, keyfi gözaltılar, gözaltında kaybedilenler… Birleşmiş Milletler verilerine göre savaşın sadece son yılında sivil halktan ölenlerin sayısı 40 bini bulurken, Tamil kaynakları kayıp ve faili meçhullerle birlikte bu sayıyı 146 679 olarak veriyor.[3]
Ne ki, Tamillere karşı yürütülen savaşın tek maliyeti, yitirilen yaşamlar değil. Savaş bir yandan ülkenin bütçesinde devasa açıklara ve büyük çaplı borçlanmaya yol açarken (ülkenin 2022 bütçesinin yüzde 12.3’ü askeri harcamalara ayrılmış durumda[4]) bir yandan da etnik milliyetçiliği zirveye tırmandırdı, siyaseti çürütüp militarize etti: Çatışmaların ertesinde ordu yeni bir rol üstlenecekti – Kuzeydoğudaki Tamil yurdundaki işgali sürdürmenin yanısıra, iktisadi faaliyet alanlarındaki rollerini de güçlendirdi: turizm, tarım, ticari faaliyetler gibi sektörlerde ordunun payı ve gözetimi yoğunlaşırken, Gotabaya Rajapaksa gümrüklerin, limanların, kalkınma ajanslarının, yoksullukla baş etmenin, hatta pandemiyle mücadelenin başına generalleri getirdi. 2018’e gelindiğinde Sri Lanka ordusu bir dizi lüks otelin, golf alanının, havayollarının ve doğal rezervlerin işletmecisiydi… İşsizlikten kırılan Sri Lankalıların ise ordunun ülkenin başlıca işvereni konumundaki ordunun bu pozisyonuna itirazları yoktu – tabii yalnızca ordunun istihdam ettiği Sinhalların. Tamiller, Müslümanlar ve diğer azınlıklar askeri ekonomiden tümüyle dışlanmış durumdaydı.[5]
İç savaş ve kırımların bir başka sosyal bedeli ise, ülkenin popülist/faşizan bir etnik milliyetçilikle rehin alınmasıydı: Sinhala Budist milliyetçiliği. Ordunun Budist manastırlarla içiçeliğinden beslenen bu milliyetçilik, Rajapaksa’ların elinde, liberal UNP destekçisi (başkent) Colombo kozmopolitizmi/elitizmine karşı taşra ezikliğinin tepkisine belenerek Bolsonaro-Trump-Mondi-Orban-Erdoğan modeline evrilecekti.
“Bana oy verenlerin çoğunun Sinhal olduğu bir sır değil,” diyordu Rajapaksa 19 Kasım 2020’de parlamentoda yaptığı konuşmada. “Sinhala ırkının, dinimizin, ulusal kaynaklarımızın ve mirasın bölücülüğü, aşırılığı, terörizmi destekleyen çeşitli yerli ve yabancı güçler karşısında yok olma tehdidiyle karşı karşıya olduğu yolunda haklı bir korku duydukları için benim etrafımda kenetlendiler.”[6]
Malûm, milliyetçilik bir yanıyla kahramanlık destanlarına, hamasete yaslanırsa, bir yanıyla da “tehdit” algılarından, korkudan beslenir. “Tehdit” Tamil sorunu “çözüldükten” sonra da sona ermiş değildi. Bu kez hedefte nüfusun yüzde 7.5’unu oluşturan Müslümanlar vardı. Işid’in 2019 Paskalyası’nda 269 kişinin canına mal olan bombalı saldırısı, Rajapaksa’ya Müslüman sürek avı için aradığı gerekçeyi cömertçe sağlayacaktı.
Aslında Müslümanlar daha seçimler sırasında hedefteydi: Seçim Şiddeti Gözetim Merkezi, seçim günü Müslüman ve Tamil seçmenlere yönelik SLPP kaynaklı 196 şiddet eylemi kaydetmiş – Müslüman seçmenleri sandıklara taşıyan otobüslere yönelik silahlı saldırılar, otobüslerin yollara kurulan barikatlarla durdurulması, seçmenlere yönelik tehditler, sözlü ve fiili saldırılar[7]…
Tamillerin yanısıra, Müslümanlara yönelik şiddet de devletin açık desteğiyle gerçekleşmekte: Rajapaksa’nın partisi, paramiliter Sinhala-Budist Bodu Bala Sena çeteleriyle[8] iç içe, yanyana; ve saldırılardan hemen hiçbiri kovuşturmaya uğramış değil…
Katliam ve soykırımlara belenmiş kanlı bir iç savaşın gündelik politikaya nüfuz eden hayaleti, ülkeyi içten içe çürütürken, (Rusya ve Çin destekli) Rajapaksa popülizminin “alternatif”i ise, ABD ve Batı destekli UNP (neo-)liberalizmi.
Sri Lanka Neoliberalizmi
Aslında biri başkent Colombo kozmopolizmi ve elitizminden ikincisi taşra milliyetçiliği ve tikelciliğinden beslenen bu iki “düşman” fraksiyon (UNP ve SLPP) arasında çok fazla bir fark yok. İlkinin “demokratlığı” ikincinin taşralı milliyetçiliği karşısında sinerken (örneğin “liberal” başkan Sirisena iktidarı döneminde sivil Tamillere karşı uygulanan şiddet olaylarını soruşturmak üzere kurulan BM destekli mahkemeleri, kendisinin “hain olmadığı”, “uluslararası savaş suçları mahkemeleri ya da yabancı yargıçlara izin vermeyeceği” gerekçesiyle işletmiyor[9]), ikincisi ilkinin neoliberal yönelimini gönülden benimsiyor. Böylelikle Kanishka Goonewardena’nın, “etnik milliyetçilik ve neoliberal teknokrasi”[10] dediği karışım çıkıyor ortaya…
Sri Lanka, dünyadaki pek çok ülke gibi 1970’lerin sonlarında “sosyal devlet” politikalarından neoliberalizme geçiş yaptı. 1977 öncesinde ülkede güçlü bir sosyalist hareket ve güçlü işçi sendikaları ağırlıklı bir rol oynamaktaydı. 1970’de sol partiler, Sri Lanka Özgürlük Partisi ile koalisyona katılmış, hükümette önemli görevler üstlenmişlerdi. Sosyalistlerin basıncıyla iktidar ithal ikamesine dayalı sanayilere korunmacı tedbirler uyguladılar. Plantasyonlar millileştirildi, devlet işletmelerinin ekonomideki rolü güçlendirildi.
Ne ki 70’lerin ikinci yarısında dünya borsalarındaki hızlı düşüş, Sri Lanka’nın ihracat (başta çay ve kauçuk olmak üzere) gelirlerini hızla düşürecek, böylelikle sıradan Sri Lankalılar temel gereksinimlerini karşılayamayacak ölçüde yoksullaşacaktı. Neoliberalizmin “bolluk, bereket” çağrısı kitlelere cazip geldi…
Başkan seçilen J. R. Jayewardene (UNP) önce güçlü sendikal hareketi dağıtmak üzere kolları sıvadı. İşçilerin sendikasızlaştırılmasına fiyat kontrolleri ve sübvansiyonların ilgası, özelleştirmeler, kurun serbest bırakılması, sosyal desteklerin birer birer kaldırılması, yabancı yatırımcılara yönelik ballı teşvikler ve istihdamın deregülarizasyonu eşlik edecekti. Böylelikle toplumsal eşitsizlikler zirve yaptı… Eşzamanlı olarak sınıf temelli yaklaşımlar (kanlı iç savaşın da etkisiyle) yerini tedricen insan hakları ve kimlik eksenli taleplere, sendikalar ise yerini STÖ’lere bırakacaktı.[11]
Neoliberalizmin “İthal ikameci” ekonomiden ihracata yönelik sanayileşmeye geçiş çağrısı, Sri Lanka’nın en ucuz kaynağı, kırsal kökenli genç kadınların yoğun sömürüsü üzerine yükselen tekstil sanayiini devreye soktu. Bugün Sri Lanka ekonomisinin en önemli ihraç maddesini tekstil ürünleri oluşturuyor ve ülke bugün 5,1 milyar dolar olan ihracat gelirini 2025 itibariyle 8 milyar dolara çıkartmayı hedefliyor. Sri Lankalı genç giyim işçilerinin ürünlerinin müşterileri arasında H&M, Calvin Klein, Victoria’s Secret, Marks & Spencers, Hugo Boss, Levi’s ve Uniqlo gibi küresel markalar var.
Zygmunt Bauman’ın, “Pazar ürettiği mutsuzluktan beslenir,” vurgusunun altını çizerek soralım: Peki tüm bunlar ne pahasına mı? Sabahları saat 5’te evinden çıkıp o saatlerde otobüs olmadığı için işe yürüyerek giden, akşam 7-8’e kadar fazla mesai yapan, tuvalete gidecek, su içecek zaman bulamadan durmaksızın çalışan ve tüm bunları ayda 116 dolar ücret karşılığında yapan Roshani gibi yüzbinlerce kadın işçi pahasına[12]…
Tamillere karşı “savaş kahramanı” generallere tevdi edilen “Covid-19’a karşı mücadele” uygulamaları bu genç kadınların hayatını daha bir cehenneme çevirmiş. Büyük kısmı bir zamanlar savaşın tarumar ettiği bölgelerden ekmeklerini kazanmak üzere serbest ticaret bölgelerine göç etmek zorunda kalan işçiler, askerler tarafından dayatılan karantina koşullarında, ailelerini görmeden haftalar, aylar geçirmek zorunda kalmışlar. Şirketler “sosyal mesafe” kuralını işçi sayısını azaltıp iş yükünü arttırarak uygulamış, uluslararası müşteriler siparişlerini iptal ettikçe ücretler düştükçe düşmüş[13]…
Sri Lanka’da bugün yıllar sürmüş iç savaşın çürüttüğü bir toplumun çocukları, ekonomik krize, işsizliğe, açlık düzeyinin altındaki ücretlere, yolsuzluğa belenmiş siyasete, halkın sırtına yıkılan dış borç yüküne, temel gıda maddelerine erişememeye, günde 15-16 saatlik elektrik kesintilerine, pandemiye karşı mücadeleden lüks otel işletmeciliğine dek yaşamın her alanına bulaşmış militarizme, gözaltında kaybedilmiş onbinlerce insanın hesabını vermeyen yüzsüzlüğe… karşı ayaklandılar. Yani, kapitalist sistemin sürdürülmezliğine karşı, insanca, saygın, özgür ve açlık çekmedikleri bir yaşam için…
18 Temmuz 2022, 11:30:47 Çeşme Köyü
N O T L A R
[*] Newroz, Temmuz 2022…
[1] Friedrich Nietzsche, İnsan Çoğul ve Tek Başına, çev: Kenan Sarıalioğlu, Kırmızı Yay., 2006.
[2] Bu arada üçüncü kardeş Basil İktisadi Kalkınma Bakanı, dördüncüsü Chamal ise hükümet sözcüsü olmuştu! (Rohini Hensman, “The Struggle for Democracy in Sri Lanka,” Jacobin, 24.11.2019, https://jacobin.com/2019/11/sri-lanka-mahinda-rajapaksa-regime)
[3] Ben Andak, “To Solve its Economic Crisis, Sri Lanka Must Demilitarize”, Jacobin, https://jacobin.com/2022/05/sri-lanka-crisis-military-rajapaksas-tamils-repression
[4] Ben Andak, a.y.
[5] Ben Andak, a.y.
[6] Ben Andak, a.y.
[7] Brannavy Jeyasundaram, “In Sri Lanka’sa Ethnocracy, Tamils will Always Lose”, Jacobin, 25.11.2019, https://jacobin.com/2019/11/sri-lanka-tamils-gotabaya-rajapaksa-election
[8] Kanishka Goonewardena, “The Crisis in Sri Lanka”, Jacobin, 01.02.2019, https://jacobin.com/2019/02/sri-lanka-crisis-wickremesinghe-sirisena. Bodu Bala Sena (Budist Gücü), Rajapaksa yönetiminde ortaya çıkan aşırı Budist-Sinhala milliyetçisi militan örgütlerden biri. Başlarında Gnanasara Thero adlı bir Budist keşişin olduğu örgüt, Sri Lanka’yı yabancılar, özellikle de Müslümanlar tarafından istila edilmiş Sinhala-Budist ülkesi olarak görüyor ve “yabancılar”ı ülke dışına çıkarmak amacıyla cinayet ve kundaklama dahil terör eylemleri düzenliyor. (Rohini Hensman, “The Struggle for Democracy in Sri Lanka,” Jacobin, 24.11.2019, https://jacobin.com/2019/11/sri-lanka-mahinda-rajapaksa-regime)
[9] Abarna Selvarajah ve Brannavy Jeyasundaram, “Authoritarianism is on the Rise in Sri Lanka”, Jacobin, 16.09.2020, https://jacobin.com/2020/09/authoritarianism-sri-lanka-rajapaksa-international-justice
[10] Kanishka Goonewardena, “The Crisis in Sri Lanka”, Jacobin, 01.02.2019, https://jacobin.com/2019/02/sri-lanka-crisis-wickremesinghe-sirisena.
[11] Dewaka Gunawardena, “Sri Lanka’s Post-Labor Politics”, Jacobin, 24.01.2017. https://jacobin.com/2017/01/sri-lanka-unions-rajapaksa-unp-slfp-trade-democratization
[12] Tansy Hoskins, Juan Mayorga, Dil Afrose Jahan, Nidia Bautista, “Work and Death in Sri Lanka’s Garment Industry”, Jacobin, 05.07.2021, https://jacobin.com/2021/07/sri-lanka-free-trade-zone-ftz-colombo-garment-industry-clothing-factories-covid-pandemic
[13] Solidarity Center, “Overworked and Undepaid, Sri Lanka’sa Garment Workers Left Hanging by a Thread. Workplace Issues in Sri Lanka Garment Sector”, https://www.solidaritycenter.org/wp-content/uploads/2021/11/Workplace-Issues-in-the-Sri-Lanka-Garment-Sector.10.2021.FINAL_.pdf