“Bütün toplumlar
eninde sonunda
maske takar.”[2]
Bu yıl siyasal psikoloji konferanslarının yedincisinde tema olarak “maske”yi seçilmiş. Pandemi ile birlikte giysilerimizin asli bir aksesuarına dönüşünce -umarım bu sonsuza dek sürmez-, hâliyle üzerine düşündürtüyor. Giriş ba’bında bu düşüncelerden payıma düşeni, serbest nazım paylaşmak istedim…
Maskelerden söz ederken iki çarpıcı enstantane geliyor aklıma.
İlki, Haziran 2013’den: Tüm ülke sathında el ele vererek hayatımızı cendereye almak isteyen iktidara karşı ayaklandığımız o müthiş günler… Sokaklarda, alanlarda olmaya doyamadığımız, hiç tanışmadığımız başka direnişçilerle omuz omuza devlet güçlerine karşı direndiğimiz, düşeni kaldırdığımız, limonumuzu, talsidimizi paylaştığımız günler…
O unutulmaz günlerin vaz geçilmezi, iki aksesuardı, anımsarsanız. Madenci bareti ve maske. Copların etkisinden korunmak için baret, güvenlik güçlerinin üzerimizde bolca denediği biber gazına karşı maske…
Maskenin koruyucu bir işlevi vardı, kuşkusuz. İki bakımdan: Bizi biber gazının boğucu, yakıcı etkilerine karşı koruyordu, kısmen de olsa. Ama aynı zamanda kentlerin dört bir yanını sarmış güvenlik kameralarına karşı güvenliğimizi sağlıyorlardı… Polis tarafından teşhis edilmemek için.
Bunlar fiziksel etkiler. Bir de simgesel olanlar var: Maskelerimizle birlikte, sokaklarda devinen devasa anonimliğin bir parçasıydık. Kadın-erkek, Türk-Kürt, Alevî-Sünnî, genç/yaşlı, hatta ateist/seküler-dindar, sosyalist/ anarşist, bizi ayıran, giderek bölen kimlik vurguları o maskelerin ardında eriyip gidiyor, hepimizi giderek otoriterleşen bir iktidara karşı tek bir “Hayır!” etrafında birleştiriyordu. “Sıcak” anlardan çıkıp da yaşadığımız kentin göreli “normal” alanlarına girdiğimizde, birbirimizi boynumuzdan sarkan maskelerden tanıyor, karşılıklı gülümsüyorduk.
2013 Haziran’ında devletin aldığı ilk kararlardan biri, maske takmayı yasaklamak oldu. Bu yönde çıkartılan kararnameler, 2015’de Terörle Mücadele Yasasına ek fırkaya dönüştürülerek yasalaşacaktı: “Terör örgütünün propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde, kimliklerini gizlemek amacıyla yüzünü tamamen veya kısmen kapatanlar üç yıldan beş yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.” (TMY, Ek fırka 6638/10 md.)
Aslında Türkiye, “kimliği gizlemek amacıyla yüzün tümünü ya da bir kısmını kapatmayı yasaklayan” tek ülke değil. Örneğin, New York eyalet yasaları herhangi bir anda, bir arada bulunan üç ya da daha fazla kişinin yüzlerini kısmen ya da tümüyle kapatmalarını yasaklıyor. Zamanın başbakanı David Cameron 2011’de benzer bir yasayı geçirmek üzere harekete geçtiğinde, Britanya parlamentosu zaten polisin kamusal alanda yüz örtülerini çıkartma yetkisi olduğu gerekçesiyle yasa tasarısının geri çekilmesini sağladı.[3] Fransız hükümeti ise 2011’de çok farklı bir gerekçeyle kamusal alanda yüzü tümüyle örten nikab ya da burka gibi örtülerin kullanımını yasaklamıştı. Karar, 2004 tarihli, kamu okullarında dinsel simgelerin taşınmasını yasaklayan yasaya dayandırılıyordu.
Gelelim, ikinci çarpıcı enstantaneye. Sanıyorum 2020’nin ortalarına doğruydu. Covid 19 pandemisinin kasıp kavurduğu günler… TV ekranlarına ve sosyal medyaya düşen bir görüntü, işlerin ne kadar kısa zamanda nasıl tersyüz olabileceğini gösteriyor.
Yer Beyoğlu, İstiklal caddesi. Bir polis maskesini indirmiş, yüzü açık yürüyen bir kadını girdiği mağazaya kadar kovalayıp gözaltına almaya çalışıyor. Kadın, direniyor… Polisin gözaltı yapma gerekçesi, kadının kamusal alanda maskesiz boy göstermesi…
2010’lu yıllarda maske takmanın, 2020’lerin başlarında ise maske takmamanın adeta “suç” sayıldığı, ilginç bir seyir izlemekte “devlet-maske” ilişkisi…
Ama bu ilişkiyi biraz daha irdelemeden önce, soralım: insanlar neden maske takar?
Bu soruya o kadar çok yanıt vermek mümkün ki…
Örneğin Üst Paleolitik’te yaşayan atalarımız Fransa’nın Dordogne bölgesindeki Mège sığınağının duvarlarına, pek çok hayvan betimlemesinin yanı sıra, yaban keçisi post ve maskesine bürünmüş insan figürleri de çizmişlerdi. Lascaux’da bulunan bizonun önünde yatan avcı figürünün yanında bir de kuş maskesi resmedilmiştir.[4] Bir başka deyişle atalarımız, günümüzden en az 20-25 bin yıl kadar önce, belki avlarına daha kolay yanaşabilmek, yani av hayvanını aldatmak için, belki de avın bereketli geçmesini sağlayacak ayinlerde veya büyü amaçlı olarak maske kullanıyorlardı…
Etnografik gözlem araştırmalar, yeryüzünün geniş alanlarında insan topluluklarının ayinsel amaçlarla maske kullana geldiği konusunda bolca veri sunar bize. Afrika, Amerika yerlileri, Avustralya Aborijinleri, Okyanusya toplulukları, Asyalı şamanlar… Ata ruhları ya da doğa güçlerini temsilen, doğaüstü güçlerle iletişime geçebilmek ya da sağaltım amacıyla, erginleme ya da cenaze ayinlerinde, tarımsal ürünlerin bereketini sağlayabilmek için, savaş hazırlıklarında, gizli derneklerde… Bir başka deyişle hemen tüm ayinsel etkinliklerinde maske kullana gelmişlerdir. Maske, ayin gereçlerinin vaz geçilmez bir unsurudur; maske imalatçıları toplumları içinde saygın bir yere sahiptir, genellikle ayrıcalıklı bir lonca oluştururlar. Batı Afrika, Mali Dogonlarında maske imal etmek ve takmak, erginlenmiş erkeklerin ayrıcalığıdır, örneğin. Kadın ve çocukların genelde maskelere yaklaşması, yasaktır – maskenin kadınlar tarafından bulunduğuna inanılsa da[5]… Maskeler, takılmadıkları zaman dahi saygı gören, giderek canlı varlıklar muamelesi gören objelerdir; Rasmussen Alaska Eskimolarının maskelere yiyecekler sunduğunu kaydeder… Seneca yerlileri, maskelerini “beslemek” için dudaklarına kavrulmuş mısır unu ve isfendan şekeri sürerler. Orta Amerika Zunileri ata ruhlarını temsil eden Kachina maskelerini her öğünde beslemek zorundadır; aksi takdirde maskenin kendini kenarlarından yemeğe başlayacağına inanılır…[6] Bu ise maske sahibinin ata ruhlarına karşı yeterince saygı göstermediğinin belirtisidir.
Ama maske kullanımı Avrupa-dışı dünyaya özgü değildir; Avrupa toplumlarının hem üst hem de alt sınıflarında maske kullanımı yaygın olarak görüle gelmiştir; “maskeli balolar”, 15. yüzyıldan itibaren Venedik’ten başlamak üzere Avrupa saraylarını ve aristokratların şatolarının gözde eğlenceleri arasındaydı.
Batı Avrupa karnavallarının beşiği sayılan Venedik karnavalının başlangıcı 1268’e dayandırılır. Başlangıçta Paskalya yortusundan önceki Kutsal Perşembe günü tek günlük bir şenlik olan Venedik karnavalı, Venedik Doc’u, soylular ve loncaların öncülüğünde San Marco meydanında maskeli kalabalıklarca kutlanırdı. Zamanla karnaval daha geniş bir takvim aralığına yayılarak Ocak ayından Paskalya’ya dek uzandı. Karnaval ancak 1797’de Napoleon Bonaparte’ın Serene Cumhuriyeti’ni ele geçirmesiyle yasaklanacaktı…
Karnaval zaman içerisine yayıldıkça, maske kullanımı toplumsal etiketin bir parçası hâline geldi. 18. yüzyılda Venedik Docluğu yurttaşlardan kamusal alanda maskeyle dolaşmalarını talep ediyordu. Tarihçi James H. Johnson bu ilginç durumu, karnavalın ilk ortaya çıktığı 13. yüzyıl sonlarında bir avuç aileden oluşan Venedik aristokrasisinin izleyen beş yüzyıl içinde sayıca sınırlı kalsa da, ticaret, imalat, politik kayırmalar vb. aracılığıyla zenginleşen ailelerin, soyluluğun siyaseten başat konumunu tehdit etmesiyle açıklar. 18. yüzyıla gelindiğinde, toplumsal gerçeklikler 500 yıllık toplumsal-siyasal kategorilere sığmamaktadır. Maske, Johnson’a göre her sınıftan Venediklinin yılın büyük bölümü kadim siyasal düzeni tehdit etmeden toplumsal, iktisadi ve kültürel alanlarda kaynaşabileceği ortamı sağlamaktadır.[7]
Maske, sosyal statülere ilişkin rollerin geçici olarak tersyüz, her türlü yasak ve kısıtlayıcı kuralın ilga olduğu ortaçağ karnavallarının da vazgeçilmezidir. Ortaçağ boyunca Büyük Perhiz’in hemen öncesindeki, tüm Hıristiyan toplumlarının büyük şenliği karnavallarda halk sokaklara dökülür, maskeli geçitler düzenlenir, çalgı çalınır, dans edilirdi. Karnaval ahlakçı toplumun tüm yasaklarının geçici olarak ilga edildiği momentti: tıkabasa yenilir, alkollü içkiler bolca tüketilir, sevişilir, küfürler edilir, zenginlerle yoksullar, soylularla köylüler arasındaki toplumsal farklar en azından sokakta ilga olurdu. Maske, kolektivitenin anonimliğinin güvencesiydi, adeta; kimsenin kendisi olmadığı, gündelik rutinin dışına çıktığı, yaşamını, davranışlarını düzenleyen gündelik kurallardan sıyrıldığı büyük altüstlüğün sigortası…
Bakhtin, maskeyi “folk kültürünün en karmaşık teması” olarak tanımlar. “Maske değişim ve yeniden doğuşun sevinciyle, şen görelilik ve tek-biçimlilik ve benzerliğin neşeli inkârıyla bağlantılıdır. Kişinin kendine uygunluğunu reddeder. Maske geçişle, dönüşümlerle, doğal sınırların ihlaliyle, dalga geçmeyle, takma isimlerle ilişkilidir. Yaşamın oyunbaz unsurunu içerir, en kadim ayin ve gösterileri karakterize eden, gerçeklikle imgenin özgün bir karşılıklı ilişkisine yaslanır. (…) Modern yaşamda dahi özel bir atmosfere bürünmüştür ve başka bir dünyaya değginmiş gibi görünür. Maske asla nesneler arasında bir nesneden ibaret değildir…”[8]
Maskenin yeniden görünürlük kazanması, 20. yüzyıl sonlarında, neoliberal kapitalizmin yıkımına karşı küresel planda patlak veren kitlesel protesto gösterileriyle oldu. 1970-80’li yıllarda Alman ve İtalyan otonomistlerin kullandıkları, ama pek yaygınlaşmayan maskeleri saymazsak, bu bağlamda ilk kez, 1994 yılbaşında, Meksika’nın ABD ile imzaladığı Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması NAFTA’nın yürürlüğe girmesinden saatler önce, Meksika’nın Chiapas eyaletinde başgösteren Maya yerlilerinin Zapatista ayaklanmasıyla sahne aldı. İsyancı EZLN gerillaları, sadece gözlerini ve ağızlarını açıkta bırakan kar maskeleri ardında gizliyorlardı yüzlerini.
Yalnızca güvenlik güçlerinin gözetiminden korunmak için değil… Maske, bir bakıma küreselleşme karşıtı hareketlerin çoğunun paylaştığı ilkeleri ifadelendiriyordu:
1. Parti ve devletin siyasal temsilinin reddi: Birinci tekil şahsın inkârı ve kolektivitenin içerisinde erimesinin göstereni olarak maskeler, devletin yurttaşlarından talep ettiği bireysel açık ve meşru kimlik temsilinin reddiydi.
2. Toplumsal hareketlerde ayrıştırıcı kimlik gösterenlerinin ilgası: Kimlikler kadın, siyah, LGBTI, yerli, dindar vb. olarak ayrışabilirdi ama herkes Zapatista, Otonom ya da Anonymous olabilirdi.
3. Maske doğrudan demokrasi ve eşitlikçiliği desteklemekteydi: Temsili organlardansa bireylerin karar alma süreçlerine doğrudan katılımını öngören yeni toplumsal hareketler için maske, yetke ve hiyerarşi gösterenlerinin ilgasıydı.[9] “Marcos’un kim olduğunu görmek istiyorsanız, maskenin ardında kimin gizlendiğine bakın, sonra da yüzünüze bir ayna tutup kendinize bakın. Orada gördüğünüz yüz Marcos’un yüzüdür, çünkü hepimiz Marcos’uz.”[10] diyordu EZLN “alt-komutan”ı Subcommandante Marcos.
Mesaj, kısa sürede neoliberalizme karşı tüm protesto hareketlerince alındı, kabullenildi. 2008-2012 küresel krizinde halklara dayatılan yoksullaşma/ yoksunlaşma politikalarına karşı ABD’de Wall Street’in işgaliyle başlayıp kısa sürede dünyaya yayılan “Occupy/ İşgal Et” eylemleri, Zapatist kar maskesine V for Vendetta’nın Guy Fawkes maskelerini ekledi. Bu maske, kısa sürede küresel siber eylemci Anonymous hareketi tarafından benimsendi. İkonografiye kısa sürede 2017 tarihli Casa de Papel dizisinin ünlendirdiği Salvador Dali maskesi de eklendi… Ve Kürt/ Filistin poşileri hem uluslararası dayanışmanın, hem de yüze sarıldığında eylemciyi anonimleştiren gizliliğin simgesi olarak yerküredeki, neoliberal yoksullaştırma/ yoksunlaştırma politikalarına karşı protesto eylemlerinin gözdesi olmayı sürdürdü…
Bakhtin’in karnavallara ilişkin sözleriprotesto hareketlerinin yeniden güncelleştirdiği maskeyi anlamlandırmada geçerli bir bağlam oluşturmaktadır: “Kalabalığın şenlikli örgütlenmesi, öncelikle somut ve duyumsal olmalıdır. Güruhun sıkıştırması, bedenlerin fiziksel teması dahi belirli bir anlam yüklenir. Birey kendini kolektivitenin ayrılmaz bir parçası, halk kütlesinin bir üyesi olarak hisseder. Bu bütün içinde bireysel beden belirli ölçüde kendisi olmaktan çıkarak bedenleri mübadeleye sokar (kostüm değişikliği ve maske aracılığıyla) yenilenir. Aynı zamanda, halk duyumsal, maddi, bedensel birliğinin ve topluluğun ayırdına varır.”[11]
Buraya dek söylediklerimden, maskenin üstlendiği roller şöylece çıkarsanabilir.
1. Maske, koruyucudur. Taşıyıcısını sağlık risklerine (hava kirliliği, solunum yoluyla bulaşan virütik hastalıklar, biyolojik/nükleer silahların etkileri…) karşı olduğu kadar, kitlesel eylemlerde otoriteye karşı korur.
2. Maske bir “temsil”, kimliği değiştirme aracıdır. Küçük ölçekli toplumların kayda geçirilen ayinlerinin pek çoğunda, maske kullanıldığı görülür. Maske kullanıcıları, ayin boyunca somut kişiler (X klanının/topluluğunun Y isimli mensubu) olmaktan çıkarak bir başkası, genellikle klişe bir rol kalıbı içinde kavranan bir “doğa ötesi varlık”a dönüşürler. Ata ya da hayvan ruhları, doğa güçleri, ilahlar, mitik kişiler… Bu rolleriyle avın bereketli geçmesi, ürünün bol olması, sağaltım, yağmur sağlama, ölüm, kehanet… gibi topluluğun kritik gündemlerinde aracılık yaparlar. Maskenin bir başkasına (somut kişi ya da soyut kavram/güç) dönüş(tür)me işlevi, ya da bir başka deyişle “temsil” etkisi, seküler bağlamda, tiyatroda da sürer.
3. Maske kimliği gizlemenin aracıdır. Maske izleyiciye yalnızca kişinin olduğundan başka bir kişi ya da şey (doğaüstü güç, ata ruhu, hayvan vb.) olduğu kabulünü dayatmaz. O, aynı zamanda, özellikle otoritenin sorgulandığı, protesto edildiği, meydan okumaya maruz kaldığı bağlamlarda, kişinin kimliğini gizlemesine aracı olur. Güvenlik güçleriyle çatışan, yüzü poşiyle sarılı eylemci, 21. yüzyılın gözetim teknolojilerine karşı önlemini almış sayar kendisini. Ama ortaçağ karnavallarında, maskeli balolarda, ya da günümüz faşinglerinde gündelik yaşama hükmeden normları, ahlak kurallarını boşlayan katılımcı da, maskenin kendisine sağladığı anonimlikten yararlanmaktadır. Ya da soyguncu, maskeyle gizler yüzünü. Bir başka deyişle maske (siyasal, idari, dinsel, ahlaksal) yetkeye karşı güvenlik sağlar.
4. Maske anonimleştirici, eşitleyicidir. Kolektif eylemlerde maskenin, taşıyıcılarını anonimleştirdiği kadar, eşitleyici bir etkisi vardır. “Ben”i “biz”e katarak eritir. Ortaçağ karnavallarında taşınan maske, bir dülgerle bir kont arasındaki toplumsal uçurumu, geçici bir süreliğine de olsa, ilga eder. Zapatistaların kar maskesi, Occupy’cıların ya da Anonymous’un Guy Fawkes maskesi, otonomların yüzlerini gizlediği poşiler, sınırlarını devletlerin çizdiği meşruiyet alanının dışında devinen aktörlerde yatay ve eşitlikçi ilişkilere dayalı bir anonimite yaratmaktadır.
Yeri geldi, sorayım: Durumsal olarak kimi zaman maske takmamızı yasaklayan, kimi zaman ise (pandemi koşullarında olduğu üzere) teşvik eden, hatta zorlayan devletin kendisi maske takar mı?
Maskenin protesto hareketleri bağlamındaki anlamını tartışırken, “meşruiyet” sorunsalına değinmiştim. Protesto eylemlerinde taşınan maske (eylemcilerin eylemleri şiddet içersin ya da içermesin) devletin yurttaşlar için çizdiği meşruiyet sınırlarına itirazını ifade eder. Maskeli protestocu, kendisinden kamusal alanda yüzünü gizlememesini talep eden devlete, başka şeylerin yanı sıra, “kendi irademle benim için çizdiğin meşruiyet alanının dışına çıkıyorum” mesajını vermektedir. Bu ise bazı ülkelerde (hâlen) yasal kovuşturmayı gerektiren bir “suç” sayıldığı için, kamusal alanda yüzünü örtenler hakkında işlem yapılmasına yol açmaktadır.
Peki, devletlerin kendisi yurttaşlar için koydukları bu “açıklık ilkesine kadar uyarlar?
“Meşruiyet” kâğıt üzerinde, “devlet” olmanın olmazsa olmazı. Premodern devletler meşruiyet kaynaklarını örflere, geleneklere, ilahi iradeye vb. dayandırırken, “modern” devletler meşruiyetlerini “yasalar” ve yasal düzenlemelerden alır. Kaynağını Anayasa ve devletin imzacısı olduğu uluslararası sözleşmelerden alan yasalar ve diğer mevzuat. Devletin “meşruiyet”i asgari olarak, kendisini bağlayan yasaları çiğnemeyeceğine dair yurttaşa verdiği güvencede yatar.
Bu durumda, hiç kuşku yok ki bu mevzuat erişilebilir olmalıdır. Bir başka deyişle yurttaş(lar) devletin hangi uluslararası ve ulusal yasa, yönetmelik vb. mevzuat ile kendini bağladığını bilme hakkına sahiptir. Bilebilmelidir ki gerektiğinde devlete karşı yargıya başvurabilsin. (“Yargı denetimine açıklık” ilkesi, “hukuk devleti”nin temel özelliklerinden biridir, öyle değil mi?)
Dahası, bir devletin “demokratiklik” iddiası varsa, yalnızca yasal mevzuata bağlılık da yeterli değildir. Bu işleyişi yurttaş denetimine tabi kılmak için “açıklık/ şeffaflık ilkesi” de vazgeçilmezdir. Yard. Doç. Dr. Mahmut Akpınar “demokratik yönetim anlayışı”nın üç temel unsurunu şöyle tanımlıyor: “İdarenin karar alma süreçlerinin önceden belli olan usul ve esaslara göre belirlenmesi; idare dışında olanların idarenin elinde bulunan ve gizliliği olmayan bilgi ve belgelere kolayca ulaşabilmesi, yani ‘bilgi edinme özgürlüğü’; son olarak, vatandaşın katılımını kolaylaştıracak şekilde idarenin ‘aleni’, yani açık olması”[12]…
“Aleniyet”, hiç kuşku yok ki yasal çerçevenin erişilebilirliğinin yanı sıra, yurttaşın muhatap olduğu devlet görevlisinin açık kimliğini bilme hakkını da içerir. Bu nedenledir ki, örneğin, Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu’nun 4/A maddesi, “Polis, görevini yerine getirirken, kendisinin polis olduğunu belirleyen belgeyi gösterdikten sonra, kişilere kimliğini sorabilir,” demektedir. Ya da, Emniyet Hizmetleri Sınıfı Mensupları Kıyafet Yönetmeliği’nin 5/c maddesi polis şapkasının nasıl takılacağını belirlerken, “Şapka ve kep, vizörünün ön kenar ile kaş arasında bir parmakla, en çok bir buçuk parmak mesafe bırakılmak suretiyle kaşlara paralel olarak” giyilmesini düzenler. Aynı yönetmeliğe 2020 yılında yapılan bir değişiklikle, kadın polislere başörtüsü serbestisi sağlanırken, yüzün örtülmemesi esası getirilmiştir: “Başını örten bayan personel için başı örtecek ama yüzü örtmeyecek” bir örtü kullanılacaktır. (madde 17) Bunun yanı sıra, her polis, görülebilir bir yaka (ya da kask) numarası taşımak zorundadır.
Bunların anlamı belli: devlet görevlileri, ama özellikle de devletin yurttaşla en sık muhatap olan görevlisi, kimliği açık, teşhis edilebilir olmalıdır…
Tabii bu, kâğıt üzerinde böyledir… Devlet(ler)in “raison d’état” ile açıklanan, yurttaş denetimine kapalı, gizli-kapaklı işleri vardır, ve bunlar “devlet sırrı” kisvesi altında “maskelenir”. Öyle ya, hükümetlerin bütçenin askeri operasyonlar, istihbarat, “devletin güvenliği” vb. işler için kamu denetiminden kaçırdığı (ve 2021 yılının ilk yarısında yüzde 107 oranında artarak rekor bir rakama, 463,7 milyon TL’yi bulduğu bildirilen[13]) kısmının adı “örtülü ödenek” değil mi?
Ödeneğin “örtülüsü” olduğu gibi, devlet güçlerinin de “örtülü”sü vardır… “Terör”le ilişkilendirilen suç isnatlarında mahkeme huzuruna çıkartılan tanıklar, SEGBİS’le katılmaktadırlar duruşmaya ve yüzleri ile sesleri perdelenmektedir, örneğin. “İtirafçı”ların ya da devlet güçlerine “yardımcı” kişilerin, ettikleri “yardım” ölçeğinde kimlikleri gizlenir, değiştirilir, başka bir hayat sağlanır kendilerine.
Ama “devlet ve maske” ilişkisinin en çarpıcı örneği, “maskeli devlet güçleri” ya da “Özel Harekâtçılar”dır. Erişime kapalı bir yönetmeliğe, “Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Harekât Dairesi Başkanlığı Merkez ve Taşra Teşkilâtı Kuruluş, Görev ve Çalışma Yönetmeliği” (bu yönetmeliği internet ortamında bulamazsınız…) hükümlerine göre görevdeyken maske takmaları “zorunlu” olan görevlilerdir bunlar.[14]
Peki, “Özel Harekâtçılar” devletin yasalarıyla ne kadar bağlıdır? (Aklıma 2015 Aralık’ında tanıklık için bir insan hakları savunucuları heyetiyle birlikte gittiğim Diyarbakır’da, çatışmaların yaşandığı Sur bölgesinde bize “eşlik eden” kar maskeli özel harekâtçının sözleri geliyor: “Burada devlet de biziz, kanun da!”)
Bunu teşkilâtın kurucusu Korkut Eken’in (Bozkurt Yarbay) TBMM Susurluk Komisyonu’na verdiği ifadeden öğrenelim, dilerseniz:
“… Evet, bunlar, güneydoğunun tabiî efendim, bütün kırsal kesimlerini karış karış dolaşan, diyelim ki, bir ay içinde yirmi günü dağda geçirip, üç beş gününü evde geçiren, basılması muhtemel en kritik arazi ve arızalarını bekleyen, ilçeleri bekleyen özel yetişmiş birimler. Bunların çoğu, inanın ifade almayı bilemez diğer polisler gibi. Bırakın pasaport işleri, bilmem ne şeyi, ifade almayı bilemez diyorum. Normal polisten; bunlar, sadece kırsal kesimde, askerlerin özel timleri gibi, sırf kırsal kesimde ama mücadele etmek üzere yetiştirilmiş, hazırlanmış birlikler. … Özel tim personeli diğer polisler gibi yetişmemektedir. Bunlar dağda, bayırda, gece ve gündüz her türlü iklim ve arazi şartlarında görev yapabilmesi, inisiyatifle hareket edebilmesi için, böyle serdengeçti tipte yetiştirilmektedir. Eğer, diğer polisler gibi pısırık -karakol polisi- sadece ifade almak için falan gibi yetiştirilirlerse, PKK ile mücadele etmeleri mümkün değil. Bunu yalnız ben polis özel timleri için söylemiyorum, bütün genel anlamda, askerin de özel timlerinin böyle yetişmesi gerektiğine inanıyorum. Ufak tefek bunların şeyi olacak tabii, başka türlü adam dağda aylarca kalamaz, aylarca PKK ile mücadele edemez, başından kurşun geçmeyen adam da bunları bilemez. …”[15]
Korkut Eken’in sözünü ettiği “ufak tefek şeyler”in ne olduğunu Kürt coğrafyasında yaşayan herkes biliyor… Kürt halkına nelere mal olduğunu da… En yakın örnek, AKP hükümeti ile Kürt hareketi arasındaki müzakerelere dayalı “Barış süreci”nin sona ermesi ardından Ağustos 2015-Şubat 2016 arasında PKK’nin eylemleri gerekçesiyle estirilen “isyan bastırma” havasında gerçekleştirilen operasyonlardır. İlan edilen sokağa çıkma yasakları boyunca TİHV’nin 22 Mart 2016 tarihli raporuna göre “en az 310 sivil” yaşamını yitirmiş, yüzlerce kişi yaralanmış, yaralıların tıbbi yardıma erişimleri engellenmiş, mahalleler yıkılmış, bölge halkı telafisi olanaksız maddi ve manevi kayıplara uğratılmıştır. Ayrıntılar için çeşitli insan hakları kuruluşlarının olayların ardından hazırladığı Suç Duyurusu”na[16] ve İHD, TİHV, MHD, bölge baroları gibi kuruluşların raporlarına bakılabilir. “Suç duyurusu”nda olan-bitenler “İnsanlık suçu” olarak tanımlanmaktadır. Raporlarda sayılan eylemlerin faili ise, hemen tümüyle maskelerinin ardına gizlenmiş, kimliklerinin tespiti mümkün olmayan, dolayısıyla da hiçbir zaman yargı önüne getirilemeyecek olan “Özel Harekât”çılardır. Görevleri arasında, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün tanıtım sitesinde, “Devletin varlığını ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü kayıtsız ve şartsız korumak” bulunan[17] Özel Harekât”çılar… Eli silahlı bir güvenlik “birimi”ni böylesi bir “misyon”la donatıp böylesine kontrol dışı bırakırsanız, yapacakları “ufak tefek” şeyler, toplum nezdinde onulmaz yaralar açabilir…
Olasıdır ki bu sözlerin ardından, “Ya devletin güvenliği?” sorusu gelecektir.
Aslına bakılırsa sorun, elimizdeki en zengin örnek kaynağını oluşturan T.C. Devleti’yle sınırlı değil. Genellikle miladı 11 Eylül 2001 tarihine yerleştirilen “küresel terörle mücadele” stratejisi, çubuğun “Temel İnsan ve Yurttaş Hakları” ucundan “devletin güvenliği” ucuna doğru bükülmesini öngörmekte, devletlerin tasarrufları artan ölçülerde şeffaflıktan, denetlenebilirlikten uzaklaşmakta.
Afganistan’da gelinen duruma bakıldığında, ne denli “başarılı” olduğu bir hayli su götürür hâle gelen bu “güvenlik stratejiler”i, kanımca daha çok hem ulusal hem de küresel ölçekte büyüyen gelir uçurumuyla ilgili. OXFAM verilerine göre, 2019 itibariyle en zengin yüzde 1’lik dilimin servetinin 6.9 milyar insanın toplam servetinin iki katını geçtiği[18] bir dünyada, meşruiyeti de, yurttaş denetimini de, şeffaflığı da, demokrasiyi de sürdürmek, olanaksız…
Bu nedenledir ki devlet(ler) eşitsizliğin devasa (ve sürdürülemez) boyutlara eriştiği bir düzeni korumak adına maske taktıkça, yurttaşlar da maskelerine bürünüp sokaklara, meydanlara dökülmek zorunda kalıyor…
30 Ekim 2021 09:45:53, Çeşme Köyü
N O T L A R
[1] 16-17 Ekim 2021’de on-line olarak düzenlenen “Maske” temalı 7. Siyasal Psikoloji Konferansı açılış konuşması… [*] Kaldıraç, No: 246, Ocak 2022…
[2] Jean Baudrillard.
[3] Archivistpress, “An Anthropology of Masks in Modern Protest Movements”, 25 Şubat 2016, https://archivistpress.wordpress.com/2016/02/25/an-anthropology-of-masks-in-modern-protest-movements/
[4] Gülfem Uysal, “Mağara sanatı”, 2016 https://www.researchgate.net/publication/ 291137009_Cave_Art_Magara_Sanati
[5] Polly Richards, “The Dynamism of Dogon Masks and Mask Performances”, https://www.menil.org/read/online-features/recollecting-dogon/dogon-now/dynamism-of-dogon-masks-polly-richards.
[6] Doug Johnson, “Facing the Mask and Unmasking the Face, a Discussion of Masked Impersonation in North American Indian Religious Traditions”, 1984.
[7] Jeffry S. Ravel, “Venetian Masks for Carnival and for finessing an archaic political order”, https://shass.mit.edu/news/news-2020-pandemic-meanings-masks-venetian-masks-historian-jeffrey-s-ravel
[8] Mikhail Bakhtin, Rabelais and his World, Indiana University Press, 1984: 39-40.
[9] Bkz. Thomas Nail, “The Politics of the Mask”, http://www.huffingtonpost.com/thomas-nail/the-politics-of-the-mask_b_4262001.html. Hiç kuşkusuz, politik arenada maske yalnızca sol hareketlerin eşitlikçiliğine işaret etmiyor. Ku Klux Klan gibi ırkçı yapılanmalar da, kovuşturmalardan kaçınmak için taktıkları kukuletalı maskeleriyle son derece katı bir hiyerarşi sergiliyorlar.
[10] Aktaran Erhan Özcan, “Unmasking The Power: A Short Genealogy of Political Mask”, https://www.academia.edu/10203836/Unmasking_the_Power_A_Short_Genealogy_of_Political_Mask
[11] Bakhtin, a.g.y. s. 255.
[12] Mahmut Akpınar, “Gün Işığında Yönetim Açısından Türk Kamu Yönetiminde Açıklık ve Şeffaflık Sorunu”, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Y.2011, C.16, S.2, s.235-261.
[13] Emre Deveci, “Cumhurbaşkanlığı’ndan Örtülü Harcamada Rekor”, Sözcü, 16 Temmuz 2021, https://www.sozcu.com.tr/2021/ekonomi/cumhurbaskanligindan-ortulu-harcamada-rekor-6542418/
[14] “Özel Harekât Polisleri mesleğin gerektirdiği gizlilik kurallarına riayet edilmesi bakımından Özel Harekât Daire Başkanlığı Merkez ve Taşra Teşkilâtı yönetmeliği hükümlerine göre maske takmak zorundadır.” (https://www.internethaber.com/ozel-harekat-polisleri-neden-maske-takiyorlar-foto-galerisi-1738276.htm)
[15] https://atin.org/newsdatabase_print.asp?pcmd=articleprint&articleid=245
[16] ÖDAV (Özgürlükçü Demokrat Avukatlar Grubu) “İnsanlığa Karşı Suça İlişkin Dilekçe Örneği”, https://failibelli.org/wp-content/uploads/2016/06/%C4%B0nsanl%C4%B1%C4%9Fa-Kar%C5%9F%C4%B1-Su%C3%A7a-%C4%B0li%C5%9Fkin-Dilek%C3%A7e-%C3%96rne%C4%9Fi-%C3%96DAV.pdf
[17] https://www.egm.gov.tr/ozel-harekat-polisi
[18] Uluslararası Şeffaflık Derneği, “Küresel Servet Eşitsizliği Raporu”, http://www.seffaflik.org/wp-content/uploads/2020/02/Oxfam-K%C3%BCresel-Servet-E%C5%9Fitsizli%C4%9Fi-Raporu.pdf