Yedi ya da sekiz yaşındaydım. Ailemle ilk kez Yiğitler Burcu’na çıkmış, annem telin diğer tarafında yürüyen insanlar için “bu gördüğün insanlar Kıbrıslırumlardır karşı taraf ise Rum tarafıdır” demişti.
Tarih kitaplarında bir cani gibi anlatılan Kıbrıslırumların, insana benzemesi konusunda çok şaşırmış, okulda öğretilen bilgilerin çarpıklığı ile öğretmenlerin bana yalan söylemiş olmasının anlamsızlığını kavramakta zorlanmıştım.
Liseye gittiğim yıllarda ilk kez Ledra Palace’a bir etkinlik için geçtiğimde bu sefer, Kıbrıslıtürklerin cani gibi resmedildiği Solomou ve Isaak’ın fotoğraflarını görmüş durumu anlamakta iyice zorlanmıştım. Öğretilen tarihe göre mağdur olan “bizdik” şimdi nasıl oluyor da “karşı taraf” da mağdur olabiliyordu diye sorgulamaya başlamıştım.
İlerleyen zamanlarda koşullar değişmeye başladı. Kapılar açıldıktan sonra 74’ün “zaferi” ile mağdur olan biz; ile 74’ün “kaybı” ile mağdur olan onların çaresizlik hikayelerini öğrenmeye başlamıştım. Yerinden edilme, yakınlarını kaybetme, evine geri dönememe gibi insani hikayeler, bayrak, tüfek, düşman gibi anlatıların içinde kayboluyordu.
Baf’tan Mesarya’ya, Maraş’tan Limasol’a sürülenlerin bitmeyen çelişkilerinin dönüm noktasıdır 74 Temmuz’u…
Etnik milliyetçiliğin kurbanı olan adalıların, milliyetçiliğin ötesinde kendilerini bulabileceklerine ikna olmama rağmen, bunu gerçekleştirmeye dönük korkuyu yaşayan Kıbrıs insanı kendi travmalarına hapsolmuş durumdadır. Gerek kendi hatıraları, gerekse de ailelerinden ödünç aldıkları anlatıların kuşatmasında, cesurca ileriye adım atmanın zorluğunu yaşayanlar Kıbrıs adasında hala çoğunluktadır.
2020 yılında, birilerinin acılarına inat bayram kutlayanlarla, mağduriyet üzerinden hakimiyet kutlayanların bitmez çekişmesi içinde yaşıyoruz.
Birbirini besleyen bu iki grubun karşıtlık üzerinden var olma halleri adanın en boğucu halidir. Benim için 20 Temmuz bu boğucu günleri temsil eden en güçlü sembollerden biridir.
Bugün, Kıbrıs adasının stratejik bir üs olmadığını anlatmak gerek.
Kıbrıs’ın tüm yurttaşlarının evi olduğunu söylemek gerek.
Yaşanan acıların üstünden tatmin olacak bir gün değil, acılara saygı duymayı öğrenmemiz gereken bir gündür Temmuz’un 20si.
20 Temmuz bir bayram değil, olsa olsa acı bir yüzleşme günü olarak kabul edilmelidir.
15 Temmuz Yunan Cuntasının, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni işgal hareketi ile başlayan ve 20 Temmuz geldiğinde adanın sakinlerinin, adanın geleceğini belirleme hakkının silahla gasp edilmesine neden olması ile sonuçlanan olaylar silsilesi olduğu gerçeği karşımızda dururken, adalılar olarak karmaşık uluslararası hukuk literatürünü bir kenara koymak gereken gündür.
Sonuç üretmeyen müzakere masalarının, özel temsilcilerin ve liderlerin milliyetçi kalıplarının dışından konuşması gereken bir gündür 20 Temmuz.
Üstünden geçen her yıl, konuları daha mantıklı ele alabileceğimiz, geçmişle yüzleşebileceğimiz, özür dileyebileceğimiz ve özgür bir ülkeye yürümenin ne kadar önemli olduğunu kavramamız için unutmamamız gereken bir tarihtir 20 Temmuz.