‘Ben arkadaşım Andonis’e kurşun sıkmayacağım’ dedi Halil Karapaşaoğlu dün Yenidüzen’de yayınlanan, sevgili Ödül Aşık Ülker’in röportajında.
Daha başka söze de gerek var mı, vicdani ret talebinin gücünü yansıtabilecek, bilemiyorum.
Ama gelin görün ki siyaset, bu sesin gücü karşısında sınıfta kalıyor, vicdani ret hakkının yasalaşması konusunda üzerine düşeni layıkıyla yapmıyor.
Hükümet, topu ayağında çevirdikçe çeviriyor, hükümet programında yer alan bu vaadi yerine getirecek siyasi iradeyi, ne yazık ki göstermiyor.
***
Askerliği zorunlu bir hizmet olmaktan çıkaran ülkelerin sayısı giderek artsa da, tıpkı Kıbrıs’ın hem kuzeyinde hem de güneyinde olduğu gibi, zorunlu askerlik uygulamasını devam ettiren ülkeler de var elbette.
Ancak zorunlu askerliğin yürürlükte olması, bu hizmette bulunmak istemeyenlerin, zorla silah altına alınması için bir gerekçe oluşturmuyor.
Avrupa Birliği ve NATO gibi iki büyük önemli oluşuma bakacak olursak, örneğin 28 üyeli AB’de askerliğin zorunlu olduğu ülkelerin tümünde, vicdani ret hakkı yasalarla koruma altında.
29 üyeli NATO’da ise askerliğin zorunlu bir hizmet olarak sürdüğü ancak vicdani ret hakkının tanınmadığı tek bir ülke var, o da Türkiye.
Kimi ülkeler vicdani ret hakkını yine ordu bünyesinde, ancak silahsız hizmetlerde kullandırırken, kimi ülkeler ise tamamen sivil alanlarda, çeşitli kamu hizmeti seçeneği sunuyor.
Bu ülkeler politik görüşleri, ahlaki değerleri ya da dinsel inançları doğrultusunda askerlik yapmayı reddeden vatandaşlarına, askerlik süresi ile eşit veya daha uzun süreli alternatif sivil hizmet seçenekleri veriyor.
Yukarıda da belirttiğim gibi AB ve NATO üyeleri arasında vicdani ret hakkını tanımayan tek ülke Türkiye.
Militer düzeni Türkiye’ye göbekten bağlı olan Kuzey Kıbrıs’ta da durum tabii ki aynı.
Üstelik Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni iç hukuk olarak kabul etmesi dolayısıyla, Kuzey Kıbrıs hukuk sisteminin de bir gereği olan vicdani ret, buna rağmen yasalarla korunmamakta, askeri ‘gerekçelere’ takılmakta ve siyaset gerekli iradeyi ortaya koymayıp, vatandaşlarının bu temel insan hakkının çiğnenmesine izin vermektedir.
Üstelik şu anda bunu yapan, yine yukarıda belirttiğim gibi, güya(!) vicdani ret taraftarı olan hükümet ortağı partilerdir ve karşımıza bir ‘engel’ olarak çıkarılan ‘gerekçeler’ her ne olursa olsun, hükümet olarak sorunu aşma yetkisine sahip oldukları halde aşmadıkları sürece, ortaya koydukları bu tavrın tek bir tanımlaması vardır, onun adı da ‘Hypocrisy’, yani mealen ‘takiye/riyakarlık/iki yüzlülüktür’.
Tabii bir de doğrudan vicdani redde karşı çıkan siyasi partiler vardır ki onların duruşu da başka türlü bir ‘iki yüzlülük’ (hypocrisy) örneğidir.
Çünkü örneğin ‘Her Türk Asker Doğar’ tarzı şovenist/militarist ‘uyuşturucuların’ yaygın ‘distribütörleri’ olan siyasi geleneğin çocukları, askerlikten kurtulabilmenin yolunu en çok arayanlardır.
Üstüne üstlük bunlar, vicdani retçiler gibi ‘savaşa hayır, silahlara ve insan öldürmeye hayır’ diyerek, ideolojik bir tavır sergilememekte, lafta ‘kutsal’ saydıkları bu ‘vatani görevden’, mesela çürük raporlarıyla kurtulma peşindedirler.
***
Ulusal Birlik Partisi, tıpkı Türkiye’deki siyasi akrabaları gibi, vicdani reddin yasalaşmasından taraf değil.
Ancak ilginçtir, UBP Genel Başkanı Ersin Tatar, geçtiğimiz hafta, Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı bütçesi görüşüldüğü sırada mecliste yaptığı konuşmada, vicdani ret konusunda bana göre önemli bir noktaya parmak basıyor.
Şöyle diyor Tatar;
“Bu kadar uzun sınırı olan ve komşusunun sürekli silahlandığı bir ülkede, vicdani reddin hayata geçmesi zordur”…
‘Komşunun silahlanması’ kısmını bir yana bırakırsak, Tatar’ın söyledikleri aslında askerlik ‘görevi’ konusunda önemli bir gerçeğin (aslında önemli bir ‘yalanın’) doğrudan itirafıdır.
UBP Genel Başkanı’nın açıkça itiraf ettiği şey, vicdani reddin yasallaşması durumunda, bu haktan yararlanmak isteyebilecek olanların sayısının ‘çokluğundan’ duyulan KORKUDUR.
Yani onlar da her ‘Türk’ün aslında asker doğmadığının farkındadırlar.
Gençlerin, hayatlarının askerlik hizmetiyle kesintiye uğramasını istemediklerinin…
Sert hiyerarşik kurallar altında, temel hak ve özgürlükleriyle çelişen katı muamelelere maruz kalmak istemediklerinin…
Öldürme güdümlü bir eğitimin parçası olmak istemediklerinin…
Onlar da tüm bunların farkındadırlar.
Ancak gençlerin bu duygu ve düşüncelerine saygı gösterip, bu yönde adımlar atacaklarına, ‘Kıbrıslı Rumlar’ın, Kıbrıslı Türkler’e karşı silahlandıkları mazeretinin arkasına sığınarak, yani milliyetçi duyguları ‘sömürerek’, militarist ‘uyuşturucuları’ şırınga etmeye devam etmekte, gencecik insanları rızalarının dışında silah altına göndermektedirler.